Anneannemin yağ tenekelerine ektiği kadife çiçekleri ve akşam sefaları briket duvarın dibinde yan yana diziliydi. Dayımın dut ağacının kalın güçlü dallarından birine kurduğu salıncak boştu. Oturma yerini kapladıkları eski kilim parçasından sarkan püsküller iki yaramaz kedi yavrusuna oyuncak olmuştu.  Bahçeye açılan mutfak kapısından etrafa mis gibi kızarmış hamur kokusu yayılıyordu. Dayım karısını ve oğlunu alıp bir haftalığına Erdek’e gidince anneannemin yanında kalma görevi bana verilmişti. Önü kilim desenli, beş katlı ve asansörsüz bir apartmanın üçüncü katında annemlerin yeni doğan kardeşime gösterdikleri ilgi ve muhabbeti kıskanarak karın ağrısı çekmek yerine burada, anneannemin yanında olmaya hiç itiraz etmemiştim. Sevdiğim yemekler yapılıyor, bahçeye inen taş merdivenleri hortumla yıkamama izin veriliyordu. Anneannem, bir ucu ağacın gövdesine diğeri yatak odası penceresinin demir parmaklıklarına bağlanmış ipe çamaşır asarken yanında durup mandal vermek, o namazdayken arayan olursa telefonu açmak gibi beni zorlamayan görevlerim de vardı. Kuzenim Erdek’te kolluksuz yüzme denemeleriyle meşgul oluyorken bisikletiyle bahçede turlamak da bana kalmıştı. Giderken yatağının altına sokuşturduğu bir poşette bıraktığı “tamircilik oyuncakları” ise hiç cazip görünmemişti. Bir tornavida, bir tel parçası, şişe kapağı, üç dört tane paket lastiği gibi döküntülerle ne yapacaktım ki?  Arkadaki küçük yedek tekerleklerine rağmen yine de bisikletten düşmekten kurtulamamıştım. Ne de olsa ilk denememdi. Anneannem ne pantolonumun dizindeki yırtığa ne de avuç içlerimdeki küçük sıyrıklara laf etmişti. “Annem olsa çok kızardı, elime kolonya sürdükten sonra da böyle senin gibi üflemezdi” demiştim. Ekmeğin üzerini azıcık ıslatıp toz şeker ve kahve serperek hazırladığı “şekerli ekmeği” merdivenlerde oturup yemiştim.

Bugün annemle beş yaşındaki yeğenimin kafasında kaskı, dizleri ve dirseklerinde çeşit çeşit koruma aparatıyla sitenin bahçesinde skuter kullanışını izliyoruz. Beton zeminde ufaklıklar korkusuzca paten kayıyor, bisiklete biniyor. Bana erkek çocuk olmadığım için alınmamış bisikletlerin de pembeli morlu, püsküllü simli ne cimcime modelleri çıkmış, hoşuma gidiyor.

Annemin elinde bir parça ıspanaklı börek. Torununa bir lokma fazla yedirmenin derdinde. Yeğenimin arkadaşı at kuyruğunu sallaya sallaya geliyor yanımıza, annem ona da ısırtıyor börekten ve yine ağzını siliyor çocuğun. Terlemişler mi diye sırtlarını kontrol ediyor, yanındaki kağıt havludan birer parça koparıp sırtlarına koymak istiyor ama kaçıyor çocuklar. Böreği, suyu, ıslak ve kuru mendilleri ile tam teşekküllü bir babaanne olmuş annem. Evlenip çocuk yapsaydım annesi gibi anneanne de olurdu ama kısmet değilmiş. Neyse ki kardeşim elini çabuk tuttu da annemiz de bahçede torun keyfi yapabiliyor.

Çardaktaki plastik masalarda oturan Türkmen çocuk bakıcıları memlekette bıraktıkları kendi evlatlarıyla görüntülü konuşuyorlar. Telefon ekranlarından çok uzak bir ülkede ördekli tavuklu bahçelerde anneannelerin büyüttüğü kırmızı yanaklı, sümüklü sabiler bakıyor. Sitenin bahçesindeyse, dallarına salıncak kurmanın imkansız olduğu palmiyeler hışırdıyor.

Yağ tenekelerine ekilmiş kadife çiçeklerini, dut ağacından kafamıza düşen yeşil tırtılları, çocukluğumu, anneannemi özlüyorum. Saçlarımı tarayışını, yırtık sökük dikişini, kadife çiçeklerini sulayışını, uyurken iki elini birbirine kavuşturup yanağının altına sokuşunu hatırlıyorum. Burnum sızlıyor.  Sonra anneme bakıyorum, ben ne kadar görmemezlikten de gelsem gerçek apaçık ortada, annem yaşlanıyor. Ellerinin üzerinde kahverengi lekeler var. Yanımdaki bankta oturuyor ama bir anda içim yanıyor. Çok özlüyorum annemi. Geçmişte ve gelecekte, koştuğum terlediğim bütün bahçelerde yanımda olsun, o ellerle sırtıma havlu koysun istiyorum.