“Her büyük aşkın üç katili vardır. Nikâh memuru ve iki nikâh şahidi.”
Neşe Durmaz

Yataktan çıkmak istemiyorum. Düş bölgesindeyim. Bazen kraliçeyim orada, Karlar Kraliçesi. Bazen parkta yatıp kalkan şarapçı kadınım. Şişeden içiyorum kırmızıyı. Kırmızı kanıma karışınca ağzıma geleni söylüyorum insanlara. Yalnız yürüyen kadınlara sataşıyorum. “Kocan seni kesin aldatıyor,” diyorum. Kısa bir sarsıntının ardından deli olduğumu hatırlayıp “Kocam beni asla aldatmaz,” diyorlar. “Nah aldatmaz,” diyorum. “İçine tüküreyim topunuzun. Siz evli ve mutsuzlar. Hepinizin canı cehenneme.”
Yataktan çıkmak istemiyorum ama ütüler birikti. Eski kocam Kuzey’in donlarını yıllarca ütüledim bir kere teşekkür etmedi. Leyla ütülese ederdi belki. Leyla’nın kitabı da var çok satanlarda. Hayat hikâyesini anlatmış ama kendi yazmamış. Hayalet yazar tutmuş. Benim ise günlüğüm var sadece. Okumak ve yazmak tek seçeneğim. Öyle çok sıkılıyorum ki bazen kendimi kendimden çıkarmak istiyorum. Neşe’yi şırıngayla çeker gibi çekseydik, içime Leyla gibi ünlü, güzel bir kadının ruhunu koysaydık? Yok, bende tutmazdı o maya.
Kuzey’den sonra Ayaz’ı nasıl da düşürdü ağına? Ağzının tadını biliyor aşüfte. Ayaz gibi yakışıklı bir sevgilim olsa çikolata yer miydim hiç?
Her gece koynumda drajeler, jelibonlar… Kakaolu mutluluklar.
Kuzey’le evlenmeseydim çikolatayla seksi kıyaslamazdım.
Her büyük aşkın üç katili olur: Nikâh memuru ve iki nikâh şahidi. Bizimki tuhaf bir evlilikti. Kuzey ünlü olmadan önce küçük rollerde oynarken büyük aktörleri, kaprisleri ve ihanetleri yüzünden eleştirirdi. Çabuk unuttu söylediklerini.
“Evli ve Mutsuz’da” başrolü kaptı. Leyla’ya abayı yaktı.
Hiç mini etek giymiyormuşum. Leyla giyiyordu. Cilveli değilmişim. Leyla çok cilveli kadındı. Sevişirken kuralcıymışım. Belli ki kuralları yoktu aşüftenin.
Ölünün arkasından konuşulmaz derler ama elimde değil. Üstüne ismini yazdırdığı rakı kadehi tam karşımda duruyor. Hangi yıl hediye etmişti? “Ben öldükten sonra rakını bu kadehte iç,” demişti.
Her şeye rağmen özlüyorum onu.
Kuzey. Ah Kuzey. Ruhumdaki hicran…

Leyla Şensoy

Kuzey, Sedef ile evlendikten sonra komaya girmiştim. Aklım almıyordu. Türkiye’nin en güzel en ünlü kadınıyla aşk yaşa, Sedef gibi bir yılanla evlen.
Aysel haberi duyunca koşarak sete geldi. Siyah küt saçlarına yıllardır aynı şekilde fön çektirir. Düz ve iddiasız. Bana hep Leyla Hanım der. Çok saygılıdır. Bir de burnunun altındaki kahverengi, iri ben olmasa…
“Aysel, benini aldırmayı düşünmüyor musun?”
“Yine mi Leyla Hanım?”
“İstersen masrafları ben karşılayabilirim.”
“Kaç kez konuştuk bunu. Benimi seviyorum. Şimdi asıl konuya dönelim. Ne düşünüyorsunuz? Bu evlilik uzun sürer mi?”
“Kâhin miyim ben?”
“Kayıt dışı soruyorum. Üzülmediniz mi?”
“Üzülmedim. Kızın derdi belli ama sınırlı yeteneğiyle varabileceği son nokta Kuzey’in karısı olmak…”
“Kuzey Bey ile çok yakındınız değil mi? Arkadaşlığınız etkilenir mi bu durumdan?”
“Etkilenmez canım. Dağdan gelip bağdakini kovanları çok gördük.”
“Dün gece bir televizyon programında babanız yayına bağlanıp sizi evlatlıktan reddettiğini söyledi. İzlediniz mi?”
“Benim babam mı varmış? Bak sen. Hakikati merak edenler kitabımı okusun. Üzgünüm Leyla’da her şeyi anlattım.”
“Hayalet yazar Nalân Roman nasıl biriydi?”
“Fazla hassastı. Onun yerinde olsam dünyayla ilişkimi keser bir köye taşınırım.”
“Nalân Hanım’ın yüzünde de değiştirmek istediğiniz yerler var mıydı?”
“Bendeki bir tür takıntı, engel olamıyorum. Ayak parmaklarıma taktım kafayı şimdi. Uzun uzun bakıyorum birkaç parmak sinirime dokunuyor. Yine de estetik ameliyattan yana değilim.”
“Ama benimi aldırmak istesem?”
“Bütün masrafları sev seve karşılarım.”
Aysel’in “beni” gözüme daha da büyük görünmüştü. Şimşek çakar gibi aydınlandı oda. O “beni” neden çekip koparmak isteğiyle yanıp tutuştuğumu anladım. Kuzey’in evliliği, benim için yüzümde olmasını istemediğim o çirkin şeydi…
Ayaz’la tanışıncaya kadar böyle düşündüm. İnsan gerçek aşkı bulunca arkadaşlarının kıymetini daha iyi anlıyor. Kuzey’le kurduğum bağ derindi.
Ben Sedef’le ilişkisini dinlemeye tahammül edemezdim ama o çok iyi bir dinleyiciydi. Pek konuşkan biri değildi rahmetli ama varlığı yeterdi. Özlüyorum onu…
Üstüne ismini yazdırdığı rakı kadehi tam karşımda duruyor. Bana söylediklerini hatırlıyorum.
“Bir gün, son dakika haberlerinden öğreneceksin öldüğümü Leyla. Şu bırakıp başladığım sigara ve rakı sonum olacak benim. O zamana kadar içmeye devam.”
Kuzey. Ah Kuzey. Ruhumdaki hicran…

Sedef Durmaz

Tiyatro tozu kanıma bulaştığında gencecik güzel bir kızdım. Hep aynı oyunu izlemeye gidiyordum. Yaz ve Duman’ı. Vaizin kızı Alma’yı oynayan aktrisin son perdedeki değişimi beni büyülemişti. Tennessee Williams’ın yazdığı bu oyunu defalarca okudum. Ezberlediğim bir paragraf vardı:
“Siz taş gibi güçlü, sarsılmaz olanların arasında gölgeler gibi gezinen güçsüz, parçalanmış kişilerden biriyim. Ama arada sırada biz gölge gibi gezinenler, bize has bir güç kazanırız. İşte şu anda o güce sahibim.”
Büyük bir oyuncu olacaktım. İnsanların kalbini kazanacaktım. Ama kıvırcık saçlarımı beğenmiyordum. Değiştirmek istediğim çok yer vardı yüzümde.
Leyla kadar güzel değildim…
Defalarca yılın en seksi kadını seçildi. Oyunculuğunun dünya standartlarında olduğunu düşünüyor. Oynadığı bütün rollerin, tavrı, mimikleri, bakışı aynı. Karakter yaratmak hakkında bir şey bildiğini sanmıyorum.
Doğallığın iyi oyunculuk sayıldığı ülkemizde, yüz kaslarını fazla kullanmadan ödüller aldı. Yaptığı konuşmalarda en büyük ödülün halkın sevgisi olduğunu söyledi. Kim inanır? Ömrümde gördüğüm en kibirli kadın. Kendinden söz ederken mutlaka soyadını belirtir. Koskoca Leyla Şensoy! Eti kemiği özel yapım. Hiç ölmeyecek. Dünyaya kazık çakacak. Alkış ve beğeni mikropları kolayca kanına karışıyor insanın. Çoğu kişi “özel ve ünlü biri olma hikâyesine” bayılır. İtiraf etmek gerekirse ben de bayılıyordum. Keşke aklımı şöhretle bozmasaydım. Şöhret, verdiğinden fazlasını alıyormuş.
Kuzey benim için kestirme yoldu. Kahveler yaptım, kurabiyeler pişirdim. Kısa sürede vazgeçilmez oldum onun için.
Bir gece salonda film izliyorduk. Arizona Deram’i. Grace’in ölüme meydan okuduğu sahnelerden biriydi. Bir yandan da Kuzey’i ayartıyordum. Tişörtünü sıyırdım. Grace tetiği çekti. Klik sesi! Kurşun yok. Kuzey’in geniş göğsünü nazikçe okşarken aklıma Leyla geldi.
Eskiden onunla nasıl sevişiyordu acaba?
Kuzey iki kadeh rakı içmişti. Bu performansını etkileyecek miydi?
Koltuğa yapışan kavun çekirdeğini görünce sinirlendim. Kanepeyi piknik örtüsü gibi kullanıyordu. Öpüşmeye başladık. Onu yatırdım, üstüne çıktım, yavaşça soyundum. Gözüm arada filme kayıyordu. Grace, bana benziyordu. Kuzey’in sinüsleri tıkalıydı hırlıyordu. O garip hırıltı, hortuma dönüştü. Rahmetli anneannemin sesini duydum:
“Anason kokuyor baban gibi…”
Kuzey sayesinde sınırlı yeteneğime rağmen yükselebilirdim. Bir sonraki işimde başrol oynayabilirdim. Günün birinde Leyla Şensoy olabilirdim.
“Evet” demeyip ne yapacaktım? Kaya büyüklüğünde pırlanta almıştı bana.
O yüzüğe bakarken düşünüyorum şimdi. Evlilik bana göre değilmiş. Kafamdaki ses ete kemiğe büründü evlendikten sonra. Ona “canavar” diyordum. Canavar her şeye ateş püskürüyordu. Kuzey’in salonun ortasına bıraktığı çoraplara. Kapının arkasında biriktirdiği pantolonlara. Horlamasına. Islık çalmasına. Yüksek sesle televizyon izlemesine. İçerken hep aynı şarkıları dinlemesine. Hızına. (Sürekli hareket halindeydi. Hiçbir şey yapmadan sessizce oturamazdı.) Tırnaklarını koparıp yere atmasına. Kitap okumamasına. Hayatı hiç sorgulamamasına.
Karanlığım, ruhumda büyük patlamalar yaratıyordu.
Kalp krizi geçirip ansızın öleceğini nereden bilecektim ki?
Üstüne ismini yazdırdığı rakı kadehi tam karşımda duruyor. Bazı pişmanlıklara zaman çare olmuyor. Bazı özlemleri dindirmenin bir yolu yok…
Kuzey. Ah Kuzey. Ruhumdaki hicran…