Doğduğumuz andan ölene kadar tüm hayatımız sürekli bir yolculuktur aslında.
Hayatın kendisinin uzun bir yolculuk olduğu şu kısacık ömrümüzde, yol da yaşamımızı sürdüğümüz bir tarla misalidir. Baktığımızda tüm yaşamımız yol almakla geçer durur. Bin bir türlü yolda bir yaprak gibi savrulur dururuz.
Uzunu kısası, bilineni bilinmeyeni, düzü engebelisi, birkaç adımda biteni bitmek bilmeyeni, tenhası kalabalık olanı ve en uzunu kendi olanı… Ve bu yolların getirisi, götürüsü de tüm hayatımızı şekillendirir.
Hayatımızın her anında işimize gitmek, sevdiklerimize ulaşmak veya yeni yerler keşfetmek için yolları kullanırız. Bunun yanı sıra yolların, toplumları bir araya getiren önemli bir unsuru olduğunu da söyleyebiliriz. Yaptığımız yolculuklarda, dağların eteklerindeki virajlı yollarda doğanın güzelliklerini keşfederken hem de birçok insanı hayat yolculuğumuzda kendimize katarız.
Hayat yolculuğumuz ise bambaşka bir yoldur.
Kimi yol vardır daha yarılamadan, nasıl başlayıp nasıl bittiğini anlamadan bir bakmışsın sona ermiştir. Sana hoş gelmişse; daha doyamadan, heybeni dolduramadan, göz açıp kapayıncaya dek bitmiş, tatlı bir hüzün bırakmıştır gönlüne. Ola ki nahoşsa; birkaç sıyrıkla atlatmış, yeni yollara çıkmanın umudunu salmıştır.
Kimi yollar da vardır ki; günlerce, aylarca hatta yıllarca sürer, uzaklaşır durursun farkında olmadan ya yerinden, yurdundan ya da kendinden… İyisi, mutlu mesut, tebessümle hatırlayacağın anılar bırakmıştır. Kötüsü omuzlarında ağır bir yük bırakıp, dönüşü olmayan yollar çıkarmıştır karşına…
Ama öyle bir yol vardır ki en zoru da bu olsa gerek, insanın kendine olan yolculuğu… Ayağına takılan onca taşa düşe kalka yürüdüğü, gide gele öğrendiği ve tüm zorluklarına rağmen sonunda üstünü başını silkeleyip yeniden ayağa kalktığı yol… Belki yolculuk düşmek ve kalkmak meselesiydi ve asıl meftun olduğumuz da buydu. Kim bilir belki de bir yolun dönemecinde içimizdeki umudun ışığını görecek olmanın heyecanıydı. Yahut girmeye cesaret edemediğimiz yolun kulağımıza tatlı tatlı fısıldamasıydı bizi kendine çeken. Belki bir sonbahar günü, çıtırdayan yapraklar arasında huzurla yürünen bir orman yoluydu gönlümüzden geçen ve yolun yarısına gelmeden taşa takılıp tökezlemekti gerçek olan. Ama tüm tökezlemelere rağmen unutulmuş hayallerin ve yeni umutların hikayelerini yazmak için yolun gizemli büyüsüne kapılır, ayağımıza botlarımızı, kalbimize acılarımızı geçirir yolun kıvrımlarını takip etmeye devam ederiz. Ve gerçek olan şudur ki acısıyla tatlısıyla biz yürüdükçe ve tökezledikçe, yol kulağımıza fısıldamaya devam edecek…
Hayat yolculuğunda ayağınıza taş değmemesi dileğimle…
Davetimize ses verip bizimle öykülerini paylaşan sevgili yazar dostlarımızın öyküleriyle sizler de benim gibi duygulanacak, düşünecek, hüzünlenecek ve keyifleneceksiniz eminim. Bu sayımıza; Alper Sezener, Billur Akgün, Canan Kuzuloğlu, Hediye Gasımova Nar, Hüseyin Karagöz, Mümin Berk Yavaşlar, Nurdan Atay, Nuriye Yıldız, Saim Serhat Aslan, Sultan Deliklitaş, Yayla Boztaş öyküleriyle, Dilek Yılmaz kitap tanıtımıyla destek verdiler.
Tüm yazarlarımıza bu kıymetli öyküleri ve katılımları için teşekkür ederim.