Ekim sayımızın konusunun “terapi” olduğunu öğrendiğimde aklıma 23 yıl önce okuduğum Paulo Coelho’nun “Veronika Ölmek İstiyor” adlı kitabı düştü. 1998 yılında yazılan kitap, 2000 yılında Can Sanat Yayınları A.Ş tarafından basılmış ve dünyada olduğu kadar Türkiye’de de ilgi görmüştü. O zamanki kapak resmi nasıldı hatırlamıyorum, elimde Ocak 2024’de 76. baskısı yapılmış elli bin adetten biri var. Dilimize Haldun Pamir tarafından çevrilmiş. Kitabın adı kadar ilgi çekici bir kapağı var; beyaz bir hastane odasında, yatağında deli gömleğiyle arkası dönük oturan bir kadın. Pek çok eserini ilgiyle okuduğum Brezilyalı yazar Paulo Coelho çok yazan ve çok satan bir yazar, kitapları dünyada 100 milyon satmış. Pek çok ödül sahibi. Bu başarısının altında sanıyorum seçtiği konular, sade dili ve herkese seslenebilmesi yatıyor.
Veronika 24 yaşında; eğitimli, çalışan, iyi bir ailede sevgiyle büyütülmüş, sosyal çevresi olan, genç, güzel bir kadın. Ljubljana’da rahibelerin yönetimindeki bir tesiste yalnız yaşıyor. Görünüşte her şeyi olan Veronika, derin bir boşluk ve anlamsızlık hissiyle boğuşmaktadır. Bir kış sabahı uyanır, intihar etmeye karar verir ve aşırı dozda uyku ilacı içer. Yatağında uzanmış ölümü beklerken sehpanın üzerindeki bir dergide yer alan bir makalenin ilk cümlesine gözü takılır; “Slovenya Nerededir?” İntihar mektubu yerine o dergiye Slovenya’nın nerede olduğunu anlatan bir yazı yazmaya karar verir. Gözünü açtığında kendini Slovenya’nın ünlü akıl hastanesi Vilette’te bulur. Günlerce kendini bilmeden yatar. Uyandığında kalbinin intihar girişiminden etkilendiğini ve sadece bir haftalık ömrünün kaldığını öğrenir. Onun hikayesi, hastanede tanıdığı Zedka, Mari, Eduard ve Dr. İgor adlı karakterlerin hikayesiyle beraber ilerler.
Artık yaşamla ölüm arasında, bir akıl hastanesinde “deliler”le bir aradadır. Bu durumun avantajlarını kısa sürede fark eder, istediği her şeyi yapabilecektir artık. Ne de olsa deliler yaptıklarından sorumlu değildir. Öte yandan delilerin şikayetini de kimse ciddiye almaz, o nedenle 1930’larda kullanılan ve hastalara zarar verdiği için yasaklanan insülin şoku, Dr.İgor tarafından elektroconvülsif terapi (EKT) diyerek yumuşatılmaya çalışılan, yine hastalara zarar verebilen ancak ucuz olduğu için tercih edilen bir tedavi şekli olan elektroşok gibi tedaviler, yabancı sermaye tarafından Yugoslavya savaşı sonrası doğacak travmaların tedavisi için kurulan özel bir hastane olan Vilette’te kullanılmaktadır. Veronika’nın yolu, iyileştikleri halde hastanede kalmayı tercih eden ve orada kurdukları bir grupla Sufizm’de çare arayan insanlarla da kesişir.
Kendisine ve etrafındaki olaylara dışardan bir gözle bakmaya başladığında yaşama sevinci yeniden canlanmaya başlayan Veronika, Dr. İgor tarafından onun geliştirdiği bir tezin ispatlanması için denek olarak kullanıldığının farkında değildir.
Kalan kısıtlı zamanını iç hesaplaşmalarla geçiren Veronika, bir yandan içindeki “deliliği” keşfederken, diğer yandan ölüme çok yaklaştığını aklından çıkarmadan, vaktini yapmak isteyip yapamadıklarını gerçekleştirerek geçirmek ve ölüme huzur içinde teslim olmak istemektedir.
Sürpriz sonlu 215 sayfalık roman bittiğinde, “hayat bir armağan ve çok kısa, istediğimiz gibi yaşayabilmeliyiz,” diye düşündüm. İlk okuduğum zaman da benzer şeyleri düşünmüştüm. O zamanlarda da hayat çok kolay değildi çoğumuz için ama işler bu kadar çığırından çıkmamıştı sanırım. Şimdilerde hayatımızda sosyal medya var, neredeyse her iki paylaşımdan biri “kafanı boşalt, anı yaşa, hayatına negatif insanları sokma, senden önemli kimse yok…” anlamında mesajlarla dolup taşıyor. Spor, sanat, örgü, yürüyüş, yardım kuruluşlarında çalışma… terapi yolları olarak insanlara tavsiye ediliyor. İyi de neden terapiye bu kadar çok ihtiyaç duyuyoruz? Eğer vücut kimyamızla ilgili bir sorunumuz yoksa, kendimiz gibi yaşayabiliyorsak, başkalarının dayattığı hayatları yaşamıyorsak, sevdiklerimizi üzmemek adına kendimizden fedakârlık yapmamışsak, bize armağan edilmiş bu yaşamın hakkını verebiliyorsak, dünyada her şey iyiyse ya da kötü olanları değiştirecek gücümüz varsa neden terapiye ihtiyaç duyalım ki …
İnsanın dibe vuruşu aynı zamanda en yukarı çıkması için bir fırsatmış ya, işte ben bu romanı okurken tam da bunu gördüm, umutlandım. Farklı olmaktan, farklı olandan korkmadan, içimizdeki beni ortaya çıkarmanın bir yolunu bulup, inançla, inatla, azimle istediğimiz hayatı yaşayarak ruh ve beden sağlığımızı korumanın yolunu bulmalıyız.
Konusu çetrefilli ve ağır olmasına rağmen çok akıcı, anlaşılır bir üslupla yazılmış romanı ben keyifle, merakla ikinci kez okudum. Umarım henüz okumayanlar için merak uyandıran bir tanıtım olmuştur ve kitabı alıp aynı keyifle okumalarına vesile olurum.
Paulo Coelho, Veronika Ölmek İstiyor, Can Sanat Yayınları A.Ş, 76. Basım, Ocak 2024, İstanbul, 215 sayfa