Üçüncü çocuğuma hamileydim. İlkinde Sezaryenle ikiz kız doğurdum. Üç yıl sonra bir kız daha… O’da sezaryenle alındı. Dr. Uğur bey “Normal doğum riskli olur” demişti. “Rahim zarar görebilir”. Hamileliklerimde pek sorun yaşamadım. Gebelik süresince yedinci aya kadar kocamla ilişkim devam etti. Ancak doktor önerisiyle yedinci aydan sonra perhize girerdik. İkimizde otuzlu yaşlardayız. Sağlıklıyız. Enerjimiz tavanda… Birbirimize aşıktık, öyle böyle değil. Bir gece bile ayrı kalmadık. Son kızımız iki yaşına gelince, nereden aklına düştüyse, bizimki “Bir de oğlumuz olsa ne güzel olur” demeye başladı. Kayın validemden şüphelenmedim desem yalan olur. Duymazlığa verdim, konuyu değiştirdim. Nafile. Devamlı aynı nakarat. Dördüncü çocuğu çekemezdim. Kendimi güvence altına aldığım için her konuyu açışta “İnşallah hayatım” demeye başladım. Öyle mutlu oluyordu ki…

Kocam prestijli bir Gayri Menkul Değerler Şirketinde operasyon sorumlusu. Çok başarılı. Paydaşlarına sağladığı minimum getiri, vadeli mevduat getirisi kadar. Paydaşları kendisine o kadar güvenir ki, yaptığı her öneri itirazsız kabul görür. Yıl sonunda herkes kazanmıştır. Çünkü bütün yumurtaları aynı sepete koymaz. Hele bir yatırımcısı var ki bizimkini yere göğe koymuyor. Dul bir kadın. Cami de mihrap da yerinde Balık etinde, ellili yaşlarda, çocuğu yok. Kocası ölünce fabrikayı satarak elde ettiği muazzam serveti bizimkinin şirketine emanet etmiş. Paraya para dememiş. Hatta kocamdan ve firmasından o kadar memnun ki bizi evine yemeğe bile çağırdı. Taktım takıştırdım, güzel bir makyaj yaptım. Gece mavisi sırtı açık bir elbise giydim. Adeta bir Ece oldum. Bizimki aşağı kalır mı? O da iki dirhem bir çekirdek, say ki damat. Boğaz sırtlarında muazzam bir köşk. Hizmetçiler dört dönüyor. Terasta mükellef bir masa hazırlanmıştı. Kuş sütü eksik. Yemeğe oturunca kocamı övmeye başladı. Böyle yakışıklı ve becerikli bir eşe sahip olduğum için kadar şanslı olduğumu söyledi. Müjgan hanım ana yemeğe geçmeden çakır keyif olmuştu. Bir ara yerinden kalktı, bana “İzin verirseniz, kocanızı yanağından öpmek istiyorum” dedi. “O benim prensim, oğlum desem yeridir”. Sonra cevabımı beklemeden kocamın yanağını ses çıkaran bir öpücükle mühürledi. Elindeki mendille yanağını sildi. “İz bırakmayı sevmem” diye ekledi. Sonra bana mesafeli bir şekilde sarıldı. Kulağıma “Ona iyi bak” diye fısıldadı. “Değerli bir erkek”. Hem oğlum deyip hem de vahşi bir arzuyla kocamı öpmesini pek hoş karşılamadım. Notumu aldım, lakin bunu evde bunu konu etmeyecektim. Bazı yemekler soğuk yenir.

O benden “Hamileyim” lafını bekleye dursun bir akşam neşe içinde eve geldi. “Hayatım” dedi. “Biliyor musun, şirketimiz yurt içi ve yurt dışı isabetli kararları nedeniyle Dünya Menkul Değerler Kurumları sıralamasında ilk yüze girmiş. O nedenle önümüzdeki ay Londra’ya gidiyoruz haberin olsun. Ülkemiz ilk defa böyle bir onura erişiyor”. Göz kırparak “Belki orası bize uğur getirir” diye ekledi. Üç hafta kalacaktık. Cevap vermedim. Sabah her zamankinden daha geç uyandık.

Bir haftadır midem bozuk. Kusmadım fakat bir kaç kere bulantı hissi yaşadım. Gözüm kararır gibi oldu. Halsizliğim var. Korona olmayayım? Bazı kokuları alamıyorum. Fakat mutfaktan gelen kokular bazen içimi kaldırıyor. Birden aklıma geldi. Korkuyla “Hamile olmayayım sakın” diye düşündüm. Dördüncü çocuk çok fazla… Aldığım ilacın prospektüsünde “Yüzde birden az oranda gebelik mümkündür” yazıyordu. Aman Allah’ım yoksa ?! Hemen Dr. Uğur beyden randevu aldım. İdrar testi yaptı. Şüpheli, soluk bir pembe çizgi belirdi ekranda. Doktor da emin olamadı. Bir hafta sonra tekrar test yapılacaktı. O günü iple çektim. Ruh halimi analiz edemiyorum. Öfkeli miyim, sevinçli mi? Boşluktayım. Bu kez pembe çizgi daha belirgindi. Ultrason muayenesi yaptı. Evet, bebeğin kalbi çarpıyordu. Küçük karides gibi bir şeydi monitörde gördüğüm. Cinsiyeti henüz belli değildi. En az altı hafta daha beklemek gerekti. Ağlamaya başladım.

Yurt dışına çıkmamıza iki gün kala ateşim yükseldi. Yataktan kalkamıyorum. Öksürük başladı. Ağır bir grip geçiriyordum. Çocukları anneme yolladım. Kocam üzgündü. Odalarımızı ayırdık. Gece ter içinde uyandım. Yardımcı kadın sucuk gibi olan çamaşırlarımı değiştirdi. Terlemek iyi gelmişti. Gözüm açıldı biraz. Saati sordum. Gece yarısını geçmişti. Biraz peynir ekmek yedim. Ilık bir bardak çay içtim. Tekrar yattım. Ama uykum açılmıştı. Kocamın yattığı yan odadan kısık sesle telefonla konuştuğunu duydum. “Bilet için merak etme, hallederim” diyordu. “Bir gün sonra gelir, bir gün önce dönersin. Sorun olmaz”. Gözlerim fal taşı gibi açıldı. Benim yerime başkasını mı götürüyor? Niçin beraber gitmiyorlar? Sonra gidiş, geliş günleri neden değişik? İnsanın içine bir kere kurt düşmeye görsün… Annemin deyişiyle “Üstüme gül mü koklayacaktı”. Aman Allah’ım! Bana deliler gibi aşık olan bu adam neyin peşinde? Karnımda bir kasılma dolaştı. Ağrıdan gözlerinden yaş geldi. Ona da malum olmuştu.

Kocam iki gün sonra Londra’ya uçtu. O sabah vedalaşmak üzere odamın kapısını açınca içeri girmemesini söyledim. En tatlı sesimle “Senin, uluslararası ciddi bir toplantıda hasta olmanı istemem canım” dedim. Parmaklarını öpüp bana doğru çevirdiği eline üfledi. “Dönene kadar iyileş. Gelince uygun bir zamanda Roma’da Aşk çeşmesine para atmaya gideriz. Hoşça kal” diyerek gitti. Nekâhat dönemim geçince randevu aldım. Büyümüş, Jumbo karides kadar olmuştu. Cinsiyeti hâlâ kesin olarak belli değildi. Bebek için kararsızım. Tamamen iyileşmiş sayılırım. Çocuklar eve geldiler. Annem bir hafta bizde kaldı. İyice kendime gelmiştim. Çocukları alışverişe götürdüm. Güzel bir yemek yedik. Onlar mutluydu. Ya ben… Gerçekten bir boşluk içindeydim. İçimdeki şüphe büyüyordu. Kimsenin günahını almak istemiyordum. Yine de içimi bir kurt kemiriyordu. Kararsızdım.
Kocamın gidişinden beş gün sonra telefonuma gelen mesaj beni kolej yıllarına götürdü. Londra’dan Sumru aramıştı. Başarılı bir sınıftık. Bir kısmı yurt dışında iş buldu. Ben dahil diğerleri burada çalışmaya başladık. Sosyal antropolojiyi bitirdim. Üstüne psikoloji doktorası yaptım. İş ilanlarına bakarken bir Menkul Değerler firmasının sosyal antropolog aradığını okudum. Ertesi günü e-mail yolladım. Bir hafta içinde görüşmeye gelmemi isteyen bir ileti aldım. Psikoloji doktoramı ilginç bulmuşlar. Paralarını çalıştırdıkları insanların kâr/zarar ikilemi içinde tepkilerini derinlemesine anlamaya, yorumlamaya çalışmak üzere benim gibi bir elemana gereksinimleri varmış. İnsanların daima kazanmaya odaklı olduklarını, kaybetmeyi sevmediklerini anlattım. Aksi halde firma değiştirmelerinin kesin olduğunu söyledim. Akıllı insanların güvenli yatırımlara yöneldiklerini kaynaklar göstererek açıkladım. Makul buldular. İyi bir ücretle işe başladım. İşte orada kocam olacak yakışıklı ile tanıştım. Üç ay içinde nişanlandık. İşe girişimin altıncı ayında evlendik. Yıllar ne çabuk geçiyor. Bizim sınıfın en güzel kızı Sumru da yabancı bir otel zincirinde işe başladı. Şansı açıkmış, otelin genç müdürüyle evlenip yurt dışına gitti. Aynı yıl Londra’daki büyük bir otelde resepsiyon müdürü olarak çalışmaya başladı. Dört yıl sonra kocası Uzak Doğu’da yeni bir oteli işletmeye açmak üzere gidince zincirin yönetim kurulu Sumru’yu otel müdürü yapmıştı. O zaman arayıp tebrik etmiştim. Şimdi beni arıyordu.

Mesajı açınca şok oldum. “Tatlım” diyordu Sumru, “Üç çocukla boşandın mı yoksa? Senin yakışıklı toplantılara pek katılmıyor, ama gününü gün ediyor. Yanındaki kadınla spa’dan, havuzdan çıkmıyor. Hayatından memnun görünüyor Sana bir kaç fotoğraf yolluyorum. Bir kontrol et. Seni severim bilirsin. Cevabını bekliyorum. Ben de tedirgin oldum. Hoşça kal”. Fotoğraflara bakınca midem bulandı. Havuz başında Müjgân hanımın sırtına krem sürüyordu. Bir başkasında omuzundan, diğerinde dudaklarında öpüyordu. Otel terasındaki lokantada kadehleri tokuşturan iki aşık gibi görünüyorlardı. Beynimden vurulmuşa döndüm. Demek köşkte verdiği yemekte “Oğlum” diye yanağından öptüğü kocam onun sevgilisiymiş. Karnımdakini düşünmeden hayatımda ilk defa annemin unuttuğu paketi bitirdim. Yarım şişe viski içtim. Sabaha karşı yatağa serilip kaldım. Uyandığımda akşam olmuştu. Başım ağrıyordu. Sersem gibiydim. Duşa girdim. Dokunmayı en çok sevdiği yerleri kirinden arınmak üzere canım acıyana kadar keseledim. İki gün sersem gibi dolaştım. Çocukları yeniden anneme yolladım. Önemli bir karar aşamasındaydım. Yükten kurtulmam gerekiyordu. Dr. Uğur beyden randevu aldım. Artık üç buçuk aylık hamileydim. Doktor, hamilelik on haftayı geçtiği için yasal olarak bir işlem yapılamaz dedi. Erken gelsem bile kendisi yapmıyormuş. Bir arkadaşına gönderiyormuş. Ultrason yapmak istedi. İzin vermedim. Cinsiyetini öğrenmek istemiyordum. Beni vaz geçirmek için bir koz veremezdim doktora. Kurtulmanın bir yolu olmalıydı. Sumru’nun gönderdiği fotoğrafları gösterince ısrar etmedi. Çok kararlı olduğumu görünce, anne için hayati tehlike yaratabilen ve yasa dışı bir işlem olduğu için çok yüksek fiyata bu tür ciddi işleri yapan güvenli bir klinik adresi verdi. Ayrılmadan önce “Lütfen bir kere daha düşün” dedi. O gece uyuyamadım. Öfkeli, korku dolu, üzüntülü, kendimi af etmeyen bir hisle doluydum.

Bir canı yok edecektim. Müthiş bir üzüntü içindeydim. Teselli için çıkış yolları aramaya başladım. Kendimi inandırmalıydım. Sonra pişman olmamalıydım. Ondan kurtulmak beri rahatlatacak mıydı? Yüzünü bile görmediğim varlık gece rüyalarıma girer miydi? Ömür boyu bir eksiklik içinde yaşamak nasıl bir ıstıraptı? Gece çocuklarla birlikte Şirinler’in yeni bir filmini seyrettim. Geri planda kalan bir Şirin arada bir bana göz kırpıyordu. Sivri kulakları vardı. Kuyruğu da bir acayipti. Yoksa bana mı öyle geliyordu?

Gece yatınca düşünmeye başladım. Onu seviyor muydum? Doğmamıştı, kucağıma almamıştım, yüzüne bakmamıştım, ona koklamamış, öpmemiştim, emzirmemiştim. Şu an bana yabancıydı. Yaşadığım ihanetin öfkesi her şeyin üzerindeydi. Kararlıydım. Artık onu düşünmemeliyim. Zihnimi arındırmalı, ruhumu karatmamalıydım. Sabah ilk işim o kliniği aramak olacaktı.

Sabah yakışıklı telefon etti. Toplantı bitmiş, fakat yerel organizasyon bir haftalık İskoçya turu düzenlemişti. Scotch Whiskey üretim yerlerinde tadım yapacaklarmış. En tatlı sesimle, ”Biz iyiyiz hayatım” dedim. “Sen eğlenmene bak. Fakat oraları soğuktur, üşütme canım”. ‘O benim oğlummuş, iz bırakmayı sevmezmiş’ öyle mi? Tutku gözleri kör edince dünyanın küçük olduğu unutulurmuş.

Kliniği aradım, Dr. Uğur beyin referansını verdim. Arayacaklarını söylediler. İki gün sonra arayıp gün verdiler. Rakam dudak uçuklatacak türdendi. Bir gece hastanede kalacaktım. O gün küçük bir valiz hazırladım. Annem bize geldi. Bir kaç gün İstanbul dışındaki arkadaşımı görmeye gideceğimi söyledim. Kliniğe gittim. Heyecanlıydım. Önemli bir ameliyat geçirecektim. Küçük ama donanımlı bir klinikti. Dışardan normal olarak hasta kabul ediyor, rutin ameliyatları yapıyor, poliklinik hizmetleri veriyorlardı. Aç gelmemi söylemişlerdi. Öğlene doğru hafif bir yatıştırıcı ilaç verdiler. Kendimden geçer gibi oldum. Üzerinden yıllar geçti o gün derinden duyduğum ince sızıyı hâlâ hatırlıyorum.

Bünyem sağlamdı. Ameliyat sorunsuz geçmişti. Yine de iki gün hastanede kaldım. Eve dinç gitmek istiyordum. Yatıştırıcının etkisi az da olsa devam ediyordu. Eve geldiğimin ertesi günü yakışıklı aradı. Pazar günü geleceğini haber verdi. Sevgilisi bir gün önce dönecek olmalıydı. Sivri kulaklı Şirin “Hadi” dedi. “Doğru havaalanına”. Cumartesi günü Londra uçağının kaçta geleceğini öğrendim. Yolcu karşılama salonuna gittim. Gri bir kıyafet giydim, güneş gözlüğü taktım. Başımda geniş kenarlı bir şapka… Uçak zamanında indi. Beklediğim yolcu küçük bir valizle canlı, mutlu, dinç adımlarla çıkışa yöneldi. Tatil yaramıştı. Uzaktan takip ettim. Siyah bir lüks arabaya binip gitti.

Eve gelince telefonu elime alıp rehberimden bir numara çevirdim. İkinci çalışta açıldı. Genç bir kadın sesi “Buyurun efendim. Avukat Orhan beyin ofisi”.