Sevgilim, çocukları hasretle kucakladım. Gönderdiğin hediyeleri tek tek teslim ettim. Biliyorum buruksun kendin göremediğin için, ama tahmin ediyorum kulakların bol bol çınlamıştır, her sohbette söz dönüp dolaşıp sana geldi. Tam burada dur ve lütfen gerisini, Crowded House’tan “Weather with you” eşliğinde oku. Ben uçakta tesadüfen dinledim ve hem müziğini hem sözlerini çok beğendim. Paslanmış İngilizcemle tamamını anlamasam da, “nereye gidersen git, havayı yanında götür” kısmına bayıldım. Tam da bizim için söylemişler sanki.

Zarfa bir tane fotoğraf koydum, bulmuşsundur. Sakın hemen kataraktını bahane edip mızmızlığa başlama. Zaten kendim için çektim, ne de olsa hafızam eskisi kadar keskin değil, sana gelene kadar detaylar silinmesin diye hatırlatma babında. Hatta bu satırlar bile öyle; eve dönünce tekrar tekrar okurum sana. Ama sabırsızlığın dillere destan olduğundan dev bir kıyak çektim sana, tabii damadın yardımıyla… Yakın gözlüğüyle bile zorlanacağını bildiğimden ekte bir ses kaydı var. Müzik setinde çalabilirsin. Ben okudum, oğlan kaydetti, maşallah anlıyor bu işlerden. Ama dedi ki diskte çok boş yer var hâlâ… Ama mektup bitti, deyince kızın imdada yetişti. Küçükken de ne kadar akıllıydı değil mi, bizi nasıl şaşırtırdı sorularıyla… Bazılarını gülmekten bazen de gerçekten bilmediğimizden cevaplayamadıklarımız olurdu bacak kadarken bile bizden farklı çalışırdı kafası. Evet, ne diyordum, önce herkesin kendi sesinden kısa mesajlar kaydetti, o da yetmedi Weather With You şarkısını bulup indirdi senin için. Senin, baştaki uyarıma rağmen mızıkçılık yapıp bir çırpıda buraya kadar okuyacağını tahmin etmiş annesinin kuzusu.

Gökyüzü ne renk dersen mavi ama sarılı beyazlı, lekeli. Buranın bulutları bizim hoplayıp zıplayan beyaz kuzulara benzemiyor hiç. Boyunlarından birbirine bağlı, kirli koca bir küme. Altlarında otlayabilecekleri herhangi bir yeşillik göze çarpmıyor. Alabildiğine beton. Her biri onlarca katlı devasa binalar. Metrelerce yükselen ev ve ofislerin arasından kesik kesik deniz görüldüğüne göre burası da epeyce yukarıda olmalı. Pencereden seçilebilen manzarada yeşilin yanı sıra kırmızı, turuncu ve morun eksikliği de hissediliyor.

İçerisi nispeten daha renkli. Gri halı ve bej duvarların solgunluğuna isyan eden bir masa var ortada. Mobilyası kahve, örtüsü beyaz ama tabaklardaki domateslerin kırmızısı, taze biberlerin yeşiliyle pek uyumlu. Haşlanmış yumurtaların göbeğinden koyu bir sarı fışkırıyor. Çaylar tavşankanı, dumanı üstünde. Sofranın başındaki mama sandalyesinde pembe önlüklü kırmızı yanaklı bir kız çocuğu. Önünde bir bardak süt. Anne, baba, abla, anneanne ve teyzeden oluşan mutlu bir aile tablosu. Dedenin objektifine yansıyan yüzler gülüyor. Uzun bir yolculuk ve aylar süren bir aradan sonra kavuşmanın enerjisi dışarı taşıyor. Huzurlu ve aydınlık yüzlü iki kişi daha var hemen arkalarında. Işıktan bedenlerinden, her zaman ve her yerde sevdiklerini zahmetsizce takip edebildikleri ve onlara eşlik etmekten son derece memnun oldukları belli oluyor. Ablamla ağabeyimden bahsediyorum tabii anlamışsındır, onların resimleri duvarda. Uğursuzluk gelir diye bizimkileri asmıyorlarmış, çok güldüm böyle batıl inançlar geliştirmelerine. Tabii tezyesi ile dayısının erken ölümleri etkiledi bizimkini. Şimdi iki kardeş yan yanalar. Dizinin dibindeyken göstermezdi belki, ama sana düşkünlüğü bana olan tutkusunu geçmiş. Bursa’daki evlerine gittiğimizde kavga etmiştiniz giderayak da beni ezelden beri daha çok sevdiğini söylemişti. Yalan, sırf seni kızdırmak için. Sonra buraya taşınmadan önce İzmir’e ziyaretimize geldiklerinde özür dilemişti ama bu sefer de sen çocukluk etmiştin. Biliyorum, ana yüreği, dünyanın ucuna gidiyorlar diye kendini terk edilmiş hissetmiştin.

Neyse, şimdi sıkı dur, seni bile yumuşatacak güzel bir haberim var… İki yıl sonra gelmeleri söz konusu. Dudaklarını sarkıtıp müjden bu mu, dediğini duyar gibiyim. Ama daha bitmedi… Tatile değil temelli! Vatandaşlık durumuna bağlı diyorlar, ama eninde sonunda yuvaya dönecekler. Ufaklığa yapabilecekleri en büyük yatırım olarak düşünüyorlar Hong Kong pasaportunu. Evet dünyada daha itibarlı olduğu muhakkak… Hayırlısı, biz iyi yönünden bakalım. Burayı dillerinden düşürmediklerine, temizliğini, düzenliliğini öve öve bitiremediklerine aldanma… Biz üzülmeyelim diye öyle yapıyorlar, ben çözdüm onları. Damadın ağzını aradım biraz, gelecek planlarını falan sordum da, hiç de öyle bayılmıyorlarmış. Onun derdi iş güvenliği, kızınki ise yalnızlık. Sözün özü, memleketteyken her şeyi eleştirenler yelkenleri indirmiş. Neymiş, davulun sesi uzaktan hoş gelirmiş. Öyle demedim tabii, büsbütün gurur yapıp da inadına kalmaya kalkar bu gençler.

Bu arada ekteki fotoğraf, Bursa’da veya İzmir’de de çekilmiş olabilir yani. Aynı yüzler daha önce oralarda da benzer pozlar vemişlerdi beraber. Hong Kong olduğunu ele veren tek ipucu dışarıdaki gökdelenler. Türkler nereye giderse gitsin mutfak kültürlerini de taşıyorlar yanlarında. Kıyafetler, saç şekli, makyaj, ortama ve mevsime göre adapte olsa da bize yönelen dikkatli bir çift gözün yetiştiğimiz toprağın coğrafyasını, ve kulakları işitmese dahi konuştuğumuz dilin müziğini tahmin etmesi zor olmaz. Bu satırları okurken, yatağından kalkmadan bile bizimle olabileceğini ispatladım sanırım. Arzu ettiğin şekilde hepsini tek tek öptüm. Torunun da ensesini öyle bir içime çektim ki, kokusunu bozulmadan sana kadar getirebileceğim. İddiayı kazandığıma göre, eve döndüğüm ilk gün bana verdiğin dans sözünü tutarsın artık.