“Çok eski zamanların birinde Persephone kırlardan çiçek toplamaya gider. Bir vadide eşsiz nergis çiçeklerini görür. Bu çiçekleri kopardığı anda yer yarılır ve yer altı ölüm tanrısı Hades’in boyunduruğuna girer. Hades, iyiliğin büyülü maskesinde ona mutlu anlar yaşatır. Persephone, onun anlatıldığı gibi kötü olmadığına bile inanır. Yansımalar ve yanılsamalar atlasında gezinirler. Hades uyku tanrıçası Hypnos ile işbirliği yapar ve onu tüm gerçekliğinden uzaklaştırarak alacalı uyku vizyonlarına hapseder. Ta ki ay Tanrıçası Selene, dolunayın büyüdüğü karanlık gecelerin birinde ona Hades’in gerçek yüzünü gösterene kadar. Karanlığın uykusu kaçar. Gerçeklik algısı yerle bir olur. Sonrasında rüzgâr tanrısı Aiolos, onu kendi tekâmül yoluna doğru savurur…”
Kıyafeti darmadağın, maskelerini gün yüzünden çekemeyen, kelle kulak yerinde bir palyaço gördüm. Zemheride, donduran soğuğa aldırış etmeksizin karların üstüne boylu boyunca uzanmış ağlıyordu. Bir palyaçonun ağladığını ilk kez görüyordum. Kar taneciklerinin donuk parıltısı içinde ışıldıyordu yalnızlığı. İçinde bir türlü kabul etmediği, sürekli çatıştığı ‘kendiliğine’ kederlenerek bakıyor gibiydi. Beni fark edince doğruldu. O kadar yufka yürekliydim ki, bu hokkabazın sefil hali kalbime dokundu, çöktüm yamacına. Sağ eliyle yerdeki karları avuçladı. Makyajlı yüzünü silmeye başladı. Sonra titrek bir sesle:
“Gerçek yüzümü görüyorsun işte. Kalbindeki karşılıksız iyilikle, hayatı memnun etme çabanla, ona gösterdiğin dağ gibi sabırla büyüdüm. Ama artık küçülüyorum. Çünkü sen özgürleştin, bu çabaları da azalttın. Hoşnut etme amacı gütmüyorsun, o yüzden gidiyorum. Silinemeyen masumiyetinle yaşamak istedin, bense onulmaz bir evrende, herhangi bir yangını seyreder gibi seyrettim başına gelenleri. Solan çiçeklerine birini, birini daha ekledin. Uyan artık Persephone! Ölü çiçekleri sulayacağına yeni tohumlar ek topraklarına.”
Onun düzmeceler içinde paylaştığı, kendine bile hayrı dokunmayan, sinsi demeçlerine artık itimadım yoktu.
“Sus artık Hades sus! Her gün doğumuyla beraber o çiçeklerin büyüyeceğine inanmıştım ben. Karşımda ufalırken gösterdiğin son şefkat de gözlerimi yaşarttı doğrusu. Hani bilmesem içinde fokurdayan iblisleri, kanacağım iyimserliğine.”
Yanaştı iyice, ensemde hırıltısı, kulağımda çürük kokan nefesinden çıkan yalan sözcükleri. Korkmuyordum ondan. Sürdürdü son konuşmasını:
“Sahtelik içime işlemiş. Hepsi bu koca yapbozun bir parçası. Büyük tabloyu görüyorsun. Ama sen artık uyku vizyonlarında öldürmüyorsun var oluşlarını. Hayatını bir şekilde sürükleyecek kurtuluş reçetelerini, dayanma idmanlarını öğrendin. Derdin pişmanlık da değil, aldanmışlık da. O sokakların hepsini önce ezber ettin sonra bir bir geride bıraktın. Ardında kırık kalpler müzesi bırakan bir palyaçoyum ben. Senin bir sümsük gibi hayatın gerisinde kalmayacağını biliyorum. Bense başka bir bedende yeniden var olmaya gidiyorum.”
Karşımda vuku bulan bu kıyımı havsalam almıyordu. Onun o zavallı halini gördükçe boğazım düğümlendi, cümlelerim kısaldı: “Mutlak açlık bastırılamaz.” dedim.
Dünyamda ölürken bile kuyruğu dik tutmaya çalışıyordu: “Biliyorum, hepsini bile isteye yaptım. O yüzden başka bir oyuna geçiyorum. Masal, oyun içinde yaşamam bundandır.” Tuhaf bir mırıltıya dönüştü sıraladığı haince cümleleri. Bir zamanlar bana, ince bir arya gibi gelen o ses boğuklaştı, ansızın kesildi. Karların içinde eriyip gitti tüm bedeni…
Amansız katliamlara hiçbir şey yapamayan insanlar gibi donakaldım oracıkta. Varlığımdan kopan bir vaveyla yankılandı dağlarda. Hayali bir düzenekte uzun halatlara bağlı, koca bir kaya parçası amansızca kalbime vurup durdu. Dizler ikinci kalp demişti eskilerden biri, o an dizlerim tutmadı. Birinci kalbim de, ikinci kalbim de çok örselenmişti. Kar hızlandı, üstüme bıraktı tüm beyazlığını. Yaşadığım nedensiz zorbalığı, varlığımdan koparıp almak inadıyla yağdı. Üşüdüm. O korkunç palyaço, sakındığım, saçının teline kimsenin zarar vermesine asla göz yummadığım içimdeki sevecen çocuğu öldürmeye yeltendi. Karlara bata çıka yürüdüm. Adaletin tüm zamanlarda farklı yollarla bölüştürüleceğine inanmak, haksızlığa uğrayanların yegâne sığınaydı. Onu, o ayazda tanrının ellerine bıraktım…
“Persephone, savrulduğu karlı yolda sendelerken yeni açmış bir kardelen çiçeği gördü. O çiçeği koparmadı. Sadece dokundu ona. Bu çiçek yalnızca var olduğu için kıymetliydi. Onun gibi.”