Azınlık hikayelerine bu kadar ilgi duyarken, 1909 Aydın doğumlu Yunanlı yazar Dido Sotiriyu’nun 1962 yılında Kanlı Topraklar adıyla basılan, 1970 yılında Sander Yayınları tarafından Atillâ Tokatlı’nın çevirisiyle Benden Selam Söyle Anadolu’ya adıyla Türk okurlarla buluşturulan bu kitapla nasıl daha evvel karşılaşmadım, inanın bilmiyorum. Hem de Sander Yayınları tarafından 1974 ve 1984 yıllarında tekrar baskıyı girmesine, telif hakkı Can Yayınlarına geçtikten sonra 16 baskı yapmasına rağmen! Kendi ayıbım diyorum, başka bir şey demiyorum. Benim gibi atlayanlar, duymayanlar olabileceğini düşünerek gidememek – kalamamak teması üzerine yazdığımız bu sayıda azınlık ruhunu çok iyi anlatan bu kitaptan bahsetmenin iyi bir zamanı olduğunu düşündüm.
Kitap boyunca Anadolu Rumlarının hikayesini hatıratından faydalanarak yazdığını söylediği Manoli Aksiyotis’in ağzından anlatır. Kitabın önsözünde Aksiyotis’in Anadolu Rum köylüsünün sembolü olduğunu ifade eder. Kimi kaynaklara göre Aksiyotis gerçektir, kimi kaynaklara göre ise kurgudur. Ben kurgu olduğunu duygusuna daha yakınım. Roman Manoli’nin yaşadığı Kırkıca (bugünün Şirince’si) köyündeki hayatını, refahlarını, düzenlerini anlatarak başlıyor. Beni şaşırtan okuduğum birçok azınlık hikayesi barındıran romanlarda hep Türkler ve Rumlar bir arada mutlu mesut yaşarlar, birbirlerinin bayramlarını kutlarlar hatta mübadele zamanı ülkeyi terk etmek zorunda kalan Rumlar eşyalarını sevgili Türk komşularına bırakırlar falan. Bir tek, din farklılığından olsa gerek kız alıp verilmez, aralarında aşk yaşanması hoş karşılanmaz ki bu kitapta da aynısı var. Ancak Manoli’nin köyü tamamen bir Rum köyü, Türk olan tek şey Zaptiye Dairesi. Hatta ve hatta aralarında zaman zaman Türkçe konuşmalarına rağmen Yunanistan sevgisinin yüreklerinde sönmez bir ateş olduğunu da söyler Sotiriyu. Yunanlıların uzun süre pesinde koştukları bir hayaldir Megali Idea yani Büyük Fikir. Osmanlı hakimiyetinde olan topraklarda Yunan nüfusunun fazla olduğu bölgeleri Yunanistan hakimiyetine geçirerek Bizans İmparatorluğunu yeniden diriltmek hayalidir bu. 1922’de ki yenilgiden sonra bu idealin bir hayal olduğu gerçeğinin farkına varıldığından etkisini yitirmeye başlamıştır. Biraz tatlı dil, güler yüz ve biraz bahşişle komşu köylerdeki Türkleri istedikleri kıvama getirebildiklerini de söylersek Türklerin saflıklarına da vurgu yapar yazar. 1982 Abdi İpekçi Türk-Yunan Dostluk Ödülü’nü de aldığını bildiğim bu kitabın daha ilk sayfalarında bu cümlelerle karşılaşmak beni şaşırttı ama bana kitabı sitayişle tavsiye eden dostlarıma güvenerek okumaya devam ettim. İyi ki de etmişim.
İlerleyen sayfalarda 1912 Balkan Savaşı’nı, 1914’te başlayan I. Dünya Savaşı’nı anlatır. Türkler Osmanlı vatandaşlarının tümünü askere almakla birlikte Hristiyanlara güvenmediği için onları üniforma – silah altına almaz, onun yerine Amele Taburlar‘ına gönderir. Cehennemden farksızdır bu taburlar. Her türlü pislik, sefalet, işkence vardır. Buna rağmen Sotiriyu Türklerden ziyade Osmanlıların ittifak kurdukları Almanya’ya yükler bu insanlık suçunu. Kitabın genelinde I. Dünya Savaşı tarafları olan emperyalist devletlere yani İngiltere, Fransa, Almanya’ya maşa olmuş bir Türkiye ve Yunanistan çizer. Hayatı boyunca sol çizgide yürümüştür zaten. Romanın baş kahramanı Manolis 1922’de Yunan istilasında Yunanistan ordusunda da görev alır istemeye istemeye ama savaşın içine girince savaş psikolojisi baskın gelir. Manolis aracılığıyla hem Yunanlıların hem Türklerin insanlığını, her iki halkın arzularının, hayallerinin benzerliğini, her toplumun iyi ve kötü insanlar barındırdığını anlatmış okura yazar. Kâh Balkan Savaşı’ndan, kâh I. Dünya Savaşı’ndan örnekler vererek iki halk arasındaki düşmanlığın politik nedenlerle yaratıldığını, emperyalizmin dişleri arasında aynı topraklar üstünde yaşayan halkların dostluğunun çiğnendiğinin altını çizmek istemiş kitabında. Çocukluğumda iki sene Atina’da yaşadığım, o dönem ve sonrasında Yunanlı dostlarım olduğundan aynı düşünceye taa gençlik yıllarından beri sahiptim. İstanbul’da bıraktıkları evlerini görmeye gelen Yunanlılarla da karşılaşıp sohbet etme imkânım olduğu için Sotiriyu’nun bu iddiasına hiç şaşırmadım bilakis düşünceme yandaş bulmuş oldum.
Kitap Yunanlıların 1922 yılında İzmir’de yenilgisinden sonra Manolis’in mecburen Yunanistan’a kaçmak zorunda kalması ve Yunan topraklarından Küçük Asya dedikleri Anadolu’ya seslenişi ile bitiyor. Kitabın özetidir bu sesleniş ve yürek yakar.
‘Anayurduma selam söyle benden Kör Mehmet’in damadı! Benden selam söyle Anadolu’ya… Toprağını kanla suladık diye garezlenmesin… Ve kardeşi kardeşe kırdıran cellatların, Allah bin belasını versin!.’
Kitabın dili, alışıncaya kadar beni rahatsız etti. Yalın olmasına yalın bir dil olmakla birlikte her metnin kendine özgü ritminden yoksun gibi geldi. Ritmi bir türlü tutturamadığımdan çeviri hatası mı diye düşünmedim değil. Ancak çevirmen Atillâ Tokatlı’yı incelediğimde hata yapmayacak kadar iyi bir çevirmen olduğunu anlıyorum. Buna rağmen kitap Yunancadan değil, Fransızcadan çevrilmiş. Sorbonne’ a da gitmiş olan Sotiriyu’nun kitabı orijinal olarak Yunanca mı yoksa Fransızca mı yazdığı bilgisine ulaşamadım. Orijinali Yunancaysa niye Fransızcadan çevrildi, bilemiyorum. Her dilin kendi ritmine göre her çeviride biraz kaybeder metin. Belki böyle bir kayıp söz konusu.
Velhasıl zordur azınlık olmak ne onlardansındır ne de değilsindir. Sen ait hissedersin ama onlar – insanoğlunun bir bütün olduğunu bilmeyip devletlerin gücüne inananlar- hissetmez. Kimi zaman iyi tutarlar hoş tutarlar ama Demokles’in kılıcını da hep tepende tutarlar. Ama işte bu toprağın havasını almış, suyunu içmişsindir. Gitmez, gidemezsin. Rum, Yahudi, Ermeni fark etmez bu topraklarda doğmuşsundur, aynı rakıyı içer, aynı müziği dinler, aynı yemekleri yersin. Dinin ayrı olsa ne fark eder, sonuçta tanrı tek değil mi? Kimi öyle dua eder, kimi böyle ama sonuçta aynı tanrıya dua eder. Ancak Dido Sotiriyu’nun dediği gibi işin içine politika, başka hesaplar girdi mi işte o zaman hapı yuttun; kalmaz, kalamazsın. Bir yere ait olma arzusu içinde yorgun, bezgin kendi çıkarları doğrultusunda azınlıklarla sürekli oynayan, oynatan büyük başlarla bir mücadele, bir sürüklenme içinde hep bir yanın eksik geçer ömrün. Belki de ancak bu çirkef dünyadan göç ettiğinde, herkesin eşit olduğu ahirette bir bütün olur huzura kavuşur ruhun.
______________
Benden Selam Söyle Anadolu’ya – Dido Sotiriyu
Alan Yayınları,2018, Istanbul
243 sayfa
Kaleminize sağlık Yasemin Hocam,
Yaşar Kemal in Fırat Suyu Kan Akıyor ve Karıncanın Su İçtiği serisini anımsattı. Aynı duygular,gidememek ve kalamamak durumlarının açtığı derin yaralar. Emperyalist savaşların acılarını her zaman kardeş ve masum insanlar çekmiştir.