Bağ bozumu yaşadığımız toprakların binlerce yıla dayanan geçmişinin önemli bir parçası. Hâl böyle olsa da edebiyatımıza direkt yansımasını bulmak oldukça zor. Hatta sadece bizim edebiyatımızda değil dünya edebiyatında da bu özel etkinliğin hemen ilk akla gelen örnekleri yok. (En azından bireysel olarak yaptığım araştırmalarda örnek olabilecek metinlere ulaşmakta zorladığımı söylemeliyim.) Oysa Dionysos’un efsaneleri dilden dile anlatılmış, Homeros’un İlyada ve Odessa’nın da yer almış, Ege’den Trakya’ya, Güneydoğu Anadolu’dan kuzeye kadar Anadolu toprakları üzüm asmalarının gölgesinde kalmış, suyuyla tazelenmiştir. Uzun uzun yaptığım araştırmaların nihayetinde, bir arkadaşımın da yardımıyla buldum Bekir Sıtkı Sezer’in kaleminden çıkmış “Üzüm Yazı”nı. Hayret verecek şekilde aradığım hatta daha fazlasıydı bu roman. Güneydoğu Anadolu’nun efsanelerle ünlü şehri Urfa’nın üzüm bağlarında başlayan, ülkenin yakın tarihindeki acı olaylarla kurgusu örülmüş bir roman “Üzüm Yazı”.
Ana kahraman genç köy öğretmeninin karşılıksız aşkıyla başlayan romanın hikâyesinde, öğretmen yaşadıklarıyla farklı bir insana dönüşürken, ülkenin de nasıl değiştiğine şahitlik eden roman, tarihsel, toplumsal ve psikolojik değerler açısından da okuyucuyu düşündürüyor.
Giriş anlatıcının ağzından ustasının yaşanmış hikâyesini şahitlik edeceğimizi bize belirterek başlıyor. Sonra olayların geçtiği yıla gidiyoruz:
“Ağustos ayının ortalarında güz sonuna kadar bolluk bereket mevsimidir. Üzümler incirler olgunlaşır, yerli domates, biber, patlıcan çıkar, fıstıklar da yavaş yavaş dalında kızarmaya başlar. Uzun ve sıcak yaz günlerinin adeta uyuşturduğu insanlara bir canlılık, bir enerji gelir, evlerde çarşılarda, telaş alır başını gider. Biber kurutulur, salça yapılır, bulgur ve pekmez kaynatılır. Bir bereket, bir canlama, bir heyecan dönemidir sonbahar.
…Gelip geçen yıllara kendilerince önem verdikleri olaylara göre bir ad verirlerdi: kar senesi, çekirge senesi, kıtlık senesi, harp senesi gibi. O sene üzüm senesiydi.”
İlk bölümde anlatıcımız Orhan Altıniğne”nin çırağıdır. Roman ilerledikçe anlatıcı değişir, her şeye hâkim dışarıdan bir göz, tanrı anlatıcı, olur. Orhan Altıniğne uzun yıllar önce Urfa’ya göçmüştür. Bu zorunlu göçün nedeni, çok sevdiği ve terzilik mesleğinin inceliklerini öğrendiği Andon Usta’nın İstanbul’da çıkan 6 – 7 Eylül olaylarından sonra her şeyini bırakıp Yunanistan’a kaçmasıdır. Orhan Usta Urfa’da hâlâ derin bir aşkla bağlı olduğu karısı Zümrüt ve güzeller güzeli kızı Sevda’yla yaşar. Andon Usta’dan gördüğü, öğrendiği adabı sürdürür. Çalıştığı handa ütülü gömlek ve kravatla çalışan tek ustadır. Orhan Usta’nın ablası varlıklı bir köy ağasıyla evlenmiş, o ölünce de tüm toprakların yönetimi kendisine kalmıştır. Üç oğlunun ayrı birer hikâyesi vardır. Orhan Usta’yla araları çok iyi olmasa da görüşürler. O yıl üzüm yılıdır. Hasat öyle bereketlidir ki neredeyse yer gök üzüm kaynar. Elde edilen hasadın aracılara yok pahasına gideceğini anlayan kadın tüm eş, dost, akrabayı sevabına bağlarına davet eder. Kadınlar kendi paylarına hasat toplayacak, ister pekmez ister şıra yapacaktır. “Ateşin kızıl dilleri güzel çehrelerini aydınlatıyor, gölgeleri üzüm tiyeklerinin arasında karışıp kayboluyordu. Kızların her biri geçmiş zaman tanrıçalarına benziyordu. Bu büyülü atmosfer tıpkı pagan dönemlerinden kalma bir Dyonisia ayinini andırıyordu.” İşte o şenlikli, bol kalabalık hasat zamanı başkahramanımız öğretmen Murat Yaman Orhan Usta’nın kızı Sevda’yı görür ve deli gibi âşık olur. Ancak aşkı karşılıksızdır. Ne var ki Murat için bu aşk bir tutkuya, sonra da içinden çıkamadığı karanlık bir kuyuya dönüşür. “Geniş üzüm bağlarının ortasında yanan ateşin çevresinde yarı insan yarı tanrıça bakireler, kızların en güzeline âşık olmuştu; ama kime âşık olduğunu tam olarak bilmiyordu.”
Nihayet kızın kim olduğunu bulur. Araya adamlar koyar hiçbiri olmaz. Murat Öğretmen sonunda gözünü karartır, Orhan Usta’yı bulur, gider kızını ister. Ama onun bilmediği bir şey vardır, Sevda’nın aşkıyla yanıp tutuşan biri daha vardır. O da Orhan Usta’nın ablasının küçük oğlu Basri. Yakında köy ağası olacak bu genç adam da içten içe Sevda’nın aşkıyla yanıp tutuşmaktadır. Basri’nin Murat Öğretmen’e düşman olması için bu yeterlidir. Bir gün adamlarıyla onu kıstırır
ve öldüresiye döver. Olayın ardından Murat Öğretmen Milli Eğitim tarafından kavgaya karıştığı için başka bir köye sürülür. Orhan Usta’da karısını ve kızını alarak bu defa tekrar göç etmeye karar verir. Tam 15 yıl sonra İstanbul’a döner. Ama İstanbul da, geride bıraktığı dostları da çok değişmiştir. Çok çalışır, çok çabalar ama zar zor geçinirler. Zavallı adam iki yıl içinde de kansere yakalanır ve genç yaşta ölür. Tek başlarına kalan anne kız için çözüm Sevda’nın evlenmesidir. Hala, oğluna Sevda’yı isteyince bu anne kızın kurtuluşu olur. Basri ile Sevda evlenirler. Bu evlilik Zümrüt Hanım’ın bir yandan mecbur olduğu öte yandan yıllardan beri içten içe arzu ettiği bir evliliktir. Kızı zorluk yaşamayacaktır.
Öğretmen Murat Yaman için hayat çok güzel devam etmez. Sürgün yer. İdeallerle yetişmiş bir öğretmendir ama o günlerin siyasi koşulları sürekli yoluna taş döşer. Yeni atandığı köyün ağası genç, dul bir kadındır. Bir kazada karnındaki oğlunu ve kocasını kaybetmiştir. Töre gereği kayınlarına evlenmeyeceğine dair yemin etmiştir. Böylelikle kocasının köyünün yönetimini almıştır. Ta ki köye yeni gelen genç öğretmene sevdalanıncaya kadar. Murat Öğretmen yaşadıklarını düşünmüş, Sevda yarasının kabuk bağlamasını izin vermiştir. Hayatında artık yeni idealler vardır. Yıllar önce bir darbe döneminde haksız yere işinden edilen babası gibi o da haksız yere çok sevdiği öğretmenlikten ihraç edilmiştir. Şimdi tek hedefi zengin, güçlü ve acımasız bir adam olmaktır. Planladığı her şeye teker teker ulaşır. Ancak hayat sürprizlerle doludur. Kader planlananlara uymaz. Bu noktadan sonra gelişen sürpriz sona dair detay vermek istemiyorum. Çünkü gerçekten beklenmeyen bir son yazılmış, sürprizi kaçırmak doğru olmaz.
Bir bahtsızlık silsilesi şeklinde akan romanın kurgusuna bakınca bir okuyucu olarak şunu düşünmeden edemedim: Jan Valjean gibi Murat Öğretmen de kaderin ona yaşattıklarıyla kendine yeni bir yol çizmek zorunda kalan bir karakter aslında. Acaba çok karakterli ve kendi içinde alt hikâyeler barındıran bu roman daha detaylandırılmış olsaydı nasıl bir eser olurdu?
Keyifli okumalar.
_______________
Bekir Sıtkı Sezer: Üzüm Yazı, Everest Yayınları, İstanbul, Temmuz 2009, 1. Baskı, 213 sayfa