Kronos platformu büyük bir rezidansın otuz yedinci katında bir araya gelmiş, toplantıya başlamak için Büyük Bilgeyi (BB) bekliyorlardı. Hiç geç kalmazdı ama bugün henüz gelmemişti. Büyük ekranda trafik akışı normal görünüyordu. İkinci başkan özel hattan aradı. Telefona cevap vermiyordu. Yüzünde merak ifadesi belirdi. Bir deneme daha yaptı. Sonuç değişmedi. Şimdiye kadar (BB) olmadan toplantı açılmazdı. Toplantı sekreteri izin alıp ikinci bir hattı aradı. Ses yoktu.. Eğer otuz dakika içinde gelmezse, ya da herhangi bir iletişim kurulmazsa toplantı ertelemeye karar verdiler. Bu toplantı nihai kararın alınacağı son toplantıydı. Birden elektrikler kesildi. Elle tutulan bir sessizlik oldu. Katılımcılarda endişe, şaşkınlık, merak ve korku hakim oldu. Herkes yerinde çakılıp kaldı. Jeneratör anında devreye girerken dairenin ana kapısı büyük bir gürültüyle kırılarak açıldı. İçeriye robokop kıyafetli yaklaşık yirmi kişi girdi. Ekip başı olduğu anlaşılan biri, “Kimse yerinden kalkmasın, ellerinizi başınızın üstüne koyun” dedi. Tok, kesin, emredici bir sesti. Toplantı masasının çevresinde oturanlar hemen verilen emre uydular.

Ekip başı kibar ve otoriter ses tonuyla bir kez daha konuştu. “Hiç birinizde silah olmadığını tahmin ediyorum. Lakin talimatlar gereği olarak sormak zorundayım. Üzerinizde yaralayıcı nitelikte olan bir alet varsa lütfen bir kol boyu uzaklıkta olmak üzere masanın üzerine bırakın.” Oturanların hepsi ellerini iç ceplerine götürüp çıkardıkları kalemleri masanın üzerine bıraktılar. Ekip başı şaşırdı ama gülümseyerek teşekkür etti.

Üç ayda bir yapılan toplantının yeri, tarihi ve saati güvenlik nedeniyle sürekli değiştirilirdi. Böyle böyle sorunsuz son aşamaya gelmişlerdi. Lakin şimdi durum değişmiş, üst düzey belirleyiciler ele geçirilmişti. Binadan çıkarılırken hepsinin zihninde aynı kuşku vardı. Büyük Bilge yakalanmış ve çözülmüş müydü? Lakin hiç kimsenin aklına ihanet sözcüğü gelmiyordu.

Yine de zihinlerinde kendilerine yönelttikleri bir soru vardı. Çözülme İHANET sayılır mıydı?
Büyük dönüşüm sona ermiş olabilir miydi?
İdealler uğruna harcanan bunca emek ve zamanın bir kalemde yok olmasıyla ilgili yakıcı sorular beyinlerini kemiriyordu.

X X X X X X X X X X X

O sırada büyük, karanlık ve soğuk bir kuzey ülkesinde, şehir dışında, büyük bir ormanın içinde pencerelerinde ışık olmayan devasa bir binada… Binanın zemin katındaki dar ve soğuk odada iki kişi. Sorgucu ve tutuklu. Tavandan aralarındaki masayı aydınlatan bir lamba sarkmakta. Sadece tutuklunun yüzü aydınlık. Tutuklu ayakta durmaktadır. Sorgucu oturur, bacak bacak üstüne atar. Not defterini dizine yaslar. Elindeki kalemle tutukluya bir işaret yapar ve konuşur.

Sorgucu ( S ) : Oturun lütfen.
Tutuklu ( T ) : Teşekkür ederim.
( S ) : Kahve !?
( T ) : Sütsüz ve şekersiz lütfen.

Sesinde buyurucu olmaktan çok dostça bir ton vardır. Tutuklu oturur. Sorgucu masanın altındaki bir düğmeye basar, içeri giren görevliye sütsüz ve şekersiz iki kahve getirmelerini söyler. Az sonra gelen kahvelerden sessizce bir iki yudum içilir. Sorgucu elindeki kalemle saçlarını karıştırır. Soracağı soruyu zihninde evirip çevirmektedir. Yüzünde, “nereden başlamalı” yı bulmak istercesine, düşünceli bir ifade vardır. Tedirgindir. Sorularına cevap alıp alamayacağını bilmemektedir. Kahvesinden büyükçe bir yudum içer, sohbet havasında konuşmaya başlar,

( S ) : Sizin varlığınızdan hiç haberimiz olmadı geçen aya kadar. Belki gözümüzden kaçtınız. Bu bizim kusurumuz tabi ki. Zengin bir kitaplığa sahipsiniz. Entelektüel, bilgi dolu biri olduğunuz anlaşılıyor. Sizin ağzınızdan duymak istiyoruz. Kendinizi tanıtır mısınız?
( T ) : Üniversitede felsefe okudum. Kitap ve makaleler yazarım. Gençlikten gelen bir hevesle gizemli kalmak için müstear isim kullanırım. O nedenle gözünüzden kaçmış olabilirim.
( S ) : Yaklaşık iki yıldan beri dahil olduğunuz örgütünüzü ve örgütün eylemlerini fiziki ve teknik olarak izliyoruz. Uzun çalışmalar sonucu büyük bir kısmı deşifre edildi. Şimdilik beklemedeyiz. Lakin hâlâ bir sorunumuz var. Tepe yönetimine ulaşamadık. Bize yardımcı olacağınızı umuyoruz.
( T ) : Nasıl bir yardımda bulunabilirim?
( S ) : İsimler ve adreslerle başlayabiliriz.
( T ) : Tamam. Görev ahlakının fikir babası Kant ile başlayalım.
( S ) : Bu isim pek yabancı gelmedi. Tam hatırlayamıyorum. Duymuşluğum var. Adresi lütfen !?
( T ) : Onunla görüşemezsiniz.
( S ) : Neden?
( T ) : Çünkü öldü.
( S ) : Başka ?
( T ) : Wittgenstein desem. Adorno,Schiller, Böll, Luther, Hegel, Heidegger vb. Alman fikir babalarımız.
( S ) : Benim için tamamen yabancı olan isimler.
( T ) : Thükidides, Plutarkos, Heredot, Solon, Sokrat, Pisagor, Platon, Aristo, Öklid, Demokrit, Homeros…
( S ) : Bir dakika. Bunlar Yunan isimlerine benziyor. Yani bu kadar geniş bir alana mı yayıldınız? Ülke sınırları dışına taşan…
( T ) : Devam ediyorum. DaVinci, Petrark, Dante, Marcus Aurelius, Boccacio, Makyavelli. İtalyan önderlerimiz. Çok yararlandık onlardan.
( S ) : Hiç birini duymadım. Araştıracağız. Kayıt altına alıyorum.
( T ) : İbn-i Rüşt’ü unutmayalım. Aklı önceleyen bir düşünce adamı. Onu da not alın lütfen. İbn-i Sina, El Biruni, El Kındi, Ömer Hayyam, kısmen Gazzali, İbn-i Haldun. Şimdi ismini hatırlayamadığım niceleri. Bakmam lazım. Lakin kitaplarıma ulaşmamı engellediniz.
( S ) : Demek Araplar da işin içinde. İlginç. Devam eder misiniz lütfen.
( T ) : Comte, Tocqueville, Diderot, Marat, Hugo, Pascal, Lavoisier, Descart, Voltaire ve daha birçokları. Hepsi Fransız’dır. Esinlendiğimiz ülke Fransa desem yeridir.
( S ) : Çok iyi gidiyoruz. İşimi kolaylaştırıyorsunuz. Teşekkür ederim.
( T ) : Şimdiye kadar verdiğim isimler sizin için bir anlam taşıyor mu?
( S ) : Hayır, fakat titizlikle bakacağız. Tüm bu kişilerle nasıl bir ilişkiniz var lütfen söyler misiniz?
( T ) : Zihinsel bir ilişki. Goethe örneğin…
( S ) : Evet hatırladım. Onu tanıyorum. Yazardı ve yıllar önce öldü.
( T ) : Bravo! Goethe tepe yönetimindeydi.
( S ) : Lütfen ciddi olun. Sorgulamayı sulandırmayın.
( T ) : Çok ciddiyim sayın sorgucu.

Tam bu sırada sorgucunun telefonu çaldı. Soruşturmanın sürekliliğini bozduğu düşüncesiyle canı sıkkın bir şekilde ekrana baktı. Bir an tereddüt edip açtı, almacı kulağına götürdü. Önce sakin bir ifadeyle dinledi. Kısa bir süre sonra yüzü asıldı. Mimikleri değişti. Öfkeli bir görünüm aldı. Telefonu cebine koyarken hayal kırıklığına uğramış bir ses tonuyla ;

( S ) : Söylediğiniz isimler konuşmamızın alındığı ses kaydı vasıtasıyla anında araştırıldı. Şu anda gelen bilgi hepsinin ölmüş olduğu yolunda. Bana canlı, yaşayan isimler lazım. Beni ciddiye almanızı tavsiye ederim. Bu durum böyle devam ederse sizin için önemli sonuçları olabilir. Beni anladığınızı umarım.
( T ) : Sayın sorgucu lütfen sizden samimi bir yanıt istiyorum. Siz şahsen ve bizzat bu isimleri tanıyor musunuz? Saydığım isimler içinde herhangi bir eserini okuduğunuz biri var mı?

Zor bir soru… Sorgucu tereddüt etti, zihnini kurcaladı, bir cevabı yoktu. Bu mimiklerinden belli oluyordu. Sınavda çalışmadığı yerden gelen bir soruyla karşı karşıya kalan bir öğrenci gibiydi. Ciddiyet ve samimiyetini belli etmeliydi. Tutuklunun ağzından laf alabilmek için bu şarttı. Biraz duraksadı.

( S ) : Dürüst olmam gerekirse tanımıyorum.
( T ) : O zaman bu isimleri tanıyan bir sorgucu ile sorgulama yapılmasını talep ediyorum. Çünkü benden; başka türlü, yani sizin zihninizden geçen yanıtları alma şansınız neredeyse sıfır.
( S ) : Bu ne demek oluyor? Bana cevap vermek zorundasınız. Aksi halde…
( T ) : Şu demek oluyor sayın bayım. Fikir babalarımızı tanımayan birine ne anlatsam boş. Ama umudum devam ediyor. Bir gün anlaşılmak umudu bizleri ayakta tutuyor. Hücreme dönebilir miyim lütfen?