-Efendim, ben emekli Mübaşir Yasin Selim.
-Bendeniz de Cemal Karlı.
Otobüse bineli yarım saat olmuştu ama yan yana iki koltukta Yasin Beyle Cemal Bey çoktan tanışıp sohbeti ilerletmişlerdi bile.
Cemal Bey, “Hırdavatçı dükkanım vardı ama oğlum eczacı olunca ben bu işlerle uğraşamam, dedi. Kapatalı beş sene oldu, eh ben de emekli sayılırım ama oğlumun eczanesini idare ediyorum, yani hala çalışandım da, şu kapanma dönemi…”dedi.
Önce havadan sudan, çoluk çocuk, torunlardan sonra siyasetten, geçen yıl dünyayı sarsan ve hala devam eden virüs salgınından, eve mecburi kapanmalardan konuştular.nİstanbul’dan Ankara’ya giden otobüsteydiler. Kolay değil bir yerden bir yere gitmek. Yaş itibarıyla bir de evrak işleriyle uğraşmışlardı ayrı ayrı. Seyahat izin belgeleri, onaylar almak zorunda kalmışlardı. Arada susuyorlar, dışarıyı seyrediyorlar sonra tekrar konuşmaya başlıyorlardı:
“Uzun zamandır, sohbete hasret kalmışız. Ne iyi oldu efendim, tanışmamız,” dedi pencere kenarında oturan Cemal Bey.
“Ah, haklısınız. Yol uzun, konuşmadan vakit geçmiyor ki. Zaten otur otur romatizmalar azıyor,” diye gülümsedi Yasin Bey, sonra bir derin iç geçirerek anlatmaya başladı:
“Tam tamına bu devlete kırk yıl on gün hizmet ettim. Ah, ne adliyelerde çalıştım, ne yargıçların emirlerindeydim. Benden sorulurdu tüm disiplin. Duruşmaların tek adamıydım, çıt çıkartmazdım. Mahkeme kapısında sıraya girerdi insanlar. Ne büyük davalara, ne hâkimlerin önemli kararlarına tanık oldum hep. Ah ah! Bu kadar adliyede çalış şimdi uğraştığım şeylere bak.!”
Sustu, bir dakika, sonra dayanamadı; Cemal Bey’in başıyla onayladığını görünce devam etti.
‟Babadan kalma bir arsa var. Satayım dedim. Hay, demez olaydım! Sizin ülkemizde uygulanan kanunlardan haberiniz var mı? Altmış beş yaş altı her birey tapu işlemini kimlik belgesi ve tapu belgesi ile yapabilirken altmış beş yaşını dolduran kişilerin bu satış işlemini yapabilmek adına akıl sağlığının yerinde olduğunu kanıtlaması gerekiyor. Yani bunca yıl çalış akıllı ol, sonra yaşlan akılsız ol! Olacak şey mi efendim!”
“Daha iş bitmedi, durun ya aklımız yerinde,” dedi Cemal Bey.
“Çok doluyum çok, haydi hastalıktan korunduk ama akıl nasıl korunacak? Hoş, anlattım işte, akıl sağlığı raporu almak zorundayım, yani akıllı olduğumu onaylatacağım, ”deyip yine iç geçirdi Yasin Bey ve yıllardır biriken tüm sorunlarını bir bir saymaya başladı:
“Gücüme gidiyor efendim, gücüme gidiyor. Emekliliğimde ben boş durmayı asla sevmem, öyle ihtiyar kelimesini de sevmem, insanın en üretken, en gezeceği, hobilerine zaman ayıracağı bir dönem benim için. Oyuncak yapmayı çok severim. Eh, ruhum biraz çocuk kalmış belki de. İki tane torunum var, biri kızımdan, biri oğlumdan. Çocukları büyütürken malum karı koca çalıştık, şimdi torunları büyüteceğiz. Efendim daha küçükler, iki ve dört yaşındalar. Yıllarca çalıştım, yaşım erdi kemâle denir ya, tam tamına altmış beş oldum ve işi bıraktım. Hanımın erkek kardeşi ise tam yirmi beş yıl fabrikada çalışıp geçenlerde emekli oldu. Neredeyse üç katı ikramiye aldı. Gözüm yok efendim ama hanım ve çocukların boynu bükük kaldı. Öyle hava atmayı da bilmem: onlar evin eşyalarını değiştirdiler, kızlarını evlendirdiler, evlerini yenilediler. Ben ne yaptım! Sabah sekiz, akşam beş devlet memuru olarak bu devlete hizmet ettim, evlendiğim de aldığım mobilyalarım da bana.”
“Ne kadar güzel anlatıyorsunuz Yasin Bey. Ben yetmiş oldum. Hani şu yaş yetmiş, işi bitmiş sözü var ya, beni deli ediyor, sizi de ediyordur muhakkak. Baksanıza devlet bile bizi koruma altına aldı, evden dışarı çıkamadık,”dedi Cemal Bey ve sustu.
Güzel anlatıyordu Yasin Bey, doğru söylüyordu. Kendisini hiç yaşlı görmezdi ki Cemal Bey. Yıllarca hırdavat işleri ile uğraşmış, oradan oraya koşuşturmuş, kazancıyla sülâlesine bile yardımı dokunmuş biriydi. Oğlu koskoca eczacı olunca ona, Ankara’da gelininin öğretmenliği nedeniyle, mecbur Sincan’da eczane açmışlardı. Her gün kalkar, Ümitköy’den Sincan’a gider, oğluna yardım ederdi. Hele torunu olunca dede olmak toruna bile bakmak demek, onunla oyun oynamak demekti. Yasin Bey’e de helâl olsundu. Oyuncak yapıyormuş torunlarına. Olsun, o da oynuyordu. Geçen seneye kadar kaç yaşında olduğunun bile önemi yoktu, ne kendisi için, ne çevresi için. Birden altmış beş yaşını geçenlerin hastalık riski yüzünden eve kapatılma döneminde anlamıştı ihtiyar olduğunu. Oysa her yıl doktor kontrolünde, yaşına göre, sağlıklı olduğunun onayını alırdı. Eşiyle eve kapanmış, kimseyi görmemişti. Her gün büyüttüğü torununun ay ay büyüdüğünü görememek bile çok acıydı. İlk defa işe yaramaz, değersiz, çaresiz hissetmişti kendini.
Yasin Bey anlatmaya devam ediyordu:
“Anlatayım efendim, anlatayım. Emekli olunca yapacağım diye yıllarca ertelediğiniz hayaller var ya, hepsi darmadağın oluyor. Bakın başka gelir yoksa aldığınız üç kuruş emekli parası ile gül gibi geçinirsin hayali yıkılıyor önce. Nerede ucuzluk var, romatizmalar sizi yürüttüğü kadar, ucuzu bulmak için çarşı pazar dolaşıyorsunuz. Parklara gidin bakın, gününü kendini boşlukta ve önemsiz hisseden oturarak geçiren bir sürü insan görürsünüz. Toplumsal değerler ve kültürel yapı da yaşlının ve yaşlılığın yerini belirliyor işte. Hani emeklilikte hayatın geri kalanını planlamaya çalışırsınız ya, birden şaşkına dönersiniz.”
“Birçok arkadaşım gerçekten gündüzleri geceye, geceleri gündüze döndü. Sabah uyanmaları düzensizleşti, evde oturup ne yapacaklarını düşüne düşüne günler aylar geçti. Benim öyle olmadı, çok şükür, oğlanın eczanesinde devam etti hayat,” dedi Cemal Bey.
İkisi de sustular bir müddet.
“Ya Yasin Bey, anlattıklarınızda haklısınız da hahahaha, bir de emekli olup çılgınlıklar yapanlar var. Bizim komşu, emekli olunca ne yaptı biliyor musunuz? Önce karısından boşandı, her şeyini sattı ve küçük ikinci el bir yat aldı kendine. Denizlere açılmak için bunca yıllık birikiminden vazgeçti.
“Benim de adliyeden bir savcı dostum evlilikten yana çok şanslı olmadı. Üç kere boşanıp yeniden evlendi, yeni hanımının babadan kalma servetini dünyayı dolaşarak yiyorlar şimdi”
İkisi de gülümsediler.
“Yaşlılık altmış beşte başlarmış! Ondan öncesi iyi kötü gençmişiz, çalışmış üretmişiz, sonra köşeye çekil, denmişiz. Bir gün bir bakmışız ki, ne sosyal çevre, ne sohbet kalmış. Toplum yaşlandırmış bizi, devlet sokağa çıkma, demiş. Oysa beklediğimiz en güzel yıllar yaşımızın ve vaktimizin unutulacağı, hobilerimizle, dostlarımızla geçireceğimiz şimdi attığımız kahkahalar gibi güleceğimiz bol zamansızlık…”
“Dostum biz önemliyiz, hayatta yapılacak o kadar çok şey var ki! Bakın siz oyuncak yapıyorsunuz, benim de torunum için yapar mısınız?” diyerek Yasin Bey’in sözünü kesti Cemal bey.
“Çok şükür, gözleri gözlükle, kalbi ilaçlarla, romatizmaları hareketle idare ediyoruz ama maşallah oyuncak tahta trenlerimi yapacak gücüm yerimde. Ne demek tabii ki! Benden torununuza müthiş bir hatıra olacak, emin olun.”
“Hastalıklarda bizim için. Akıl ve ruh sağlığımız yerinde olduğu müddetçe beden yaşlansa bile, emin olun genciz,” dedi Cemal Bey.
Otobüs Bolu yolunda mola yerine girdi. “Yarım saat mola,” dedi muavin çocuk.
İki, takım elbiseli, beyaz saçlı, biri gözlüklü, biri gözlüksüz, biri daha uzunca boylu, çok yaşamış, çok görmüş iki insan otobüsten indi. Hava bahar tomurcuğuydu, öğleden sonra güneşiydi, insan sesleri kuş sesleriydi. Kalabalık vardı, iş yapanlar vardı, çay vardı. Hayatı nefeslerine çektiler.
“Olsun,” dedi Yasin Bey “Adımız emekli olsun varsın. Yaşlanalım ne güzel. Yeter ki hayattan emekli olmayalım.”
Cemal Bey başıyla mutlu bir şekilde onayladı; yeni dostunun koluna girerek “gelin, çay içelim, ”dedi.