Bir mum yaktım. Sandalyeyi yaklaştırdım, Tarot kartlarımı çıkardım, karıştırdım, masaya yaydım. Bilinmeyenin ardında, gizlerin peşinde, kendi gizimin peşinde, kendimle yolculukta, iyi kötünün dengesinde farklı bir dünyaya daldım. Çözmek, yaklaşmak, sorgulamak, hatırlamak, kalbimi sıkıştıran duvarı yıkıp kurtulmak istiyordum. Ellerimi kartların üzerinde gezdirdim. Gözlerimi kapattım. Okült mistisizmin, kadim bilginin sınırsızlığına bıraktım kendimi. Odaklandım. Enerji aldığım üç kartı seçtim. Geçmiş, şimdi, gelecek.
İlk kartı açtım. Geçmiş: “Kılıçların kralı”. Baba figürü, güçlü adam. Mesafeli. Hızlı ve kesin karar veriyor. Etkileyici. İdealist. Otorite figürü.
Boşluğa bakarak yutkundum. Geçmişim beni bırakmamıştı. Ben onu bırakmak istemiştim, ölümüne zorlamıştım. Gizlemiştim, yok saymıştım. Demek insan bir kere düştüğü çukurdan çıkamıyor kolayca. Güzel şeyler yoktu ki arkamda. Örselenmiş, yoksulluğun dibine batmış. Adsız. Yüzü olmayan. Ulaşamadığım bir adam var. Baba? Sevgili? Görsün, duysun istiyorum. Varlığımın farkında olsun, beni tanısın. Ellerim boş kalıyor. Onun engeline takılıp düşmüşüm. Güçsüz kalmışım. Kalkmalıyım. Öğrenmeliyim. Nasıl çıkılır o çukurdan, nasıl el uzatılır, biri o eli tutar, seni çekip çıkarır, seslenirsin duyar, gözlerinde yaşlar biriktiğinde Mona Lisa gülümsemeli bir yüz görürsün. Anlarsın o zaman. Hiçbir şey sonsuza kadar sürmez. Acılar biter. Sevinçler de. O zaman devam.
Yavaşça kalktım. Pencereden baktım biraz. Geçmişte takılı kalmak, onun umutsuzluklarıyla günü yaşamak, ağırlığını taşımak, konuşamamak, olasılıkları yok saymak… Duvarda asılı boy aynasına baktım. Yüzümü inceledim. Biraz çizgiler, biraz yorgunluk, biraz dağınıklık. Ayna beni geçmişten kopardı. Masaya döndüm, “şimdi” kartını açtım.
İkinci kart, “Başrahibe” ya da “Azize”, mitik Artemis gibi biri siyah biri beyaz iki direk arasına oturmuş, sakin, bilinçaltıyla bağlantılı, sır dolu, kadınsı, akıllı, güçlü, yeniliğe açık, yaratıcı. Sezgilerine güven. Onun yardımına güven.
O yırtık pırtık varlığımdan soyunup kuyruklu tuvaletimin etekleri kadife kaplı merdivenlerde yükselirken dönüp arkama bakmamaya söz vermiştim. Saçlarımda zarif bir topuz, boynumda tek taş bir pırlanta kolye, omuzlarımı açıkta bırakan bir tuvalet, en bilmişçe çekiciliğin aldırmazlığında birer birer, ağır ağır çıkıyordum merdivenleri. Daha genç ve güzel olanlara değil, bana bakıyorlardı. Nereden geldiğimin, ne düşündüğümün, ne yaşadığımın önemi yoktu. Ağzımdan çıkacak o kelimeyi bekliyorlardı. “Evet” Bu bir anlaşmaydı benim için. Ama onun için değildi. Çılgınlar gibiydi. Mutluydu. Ona zerre kadar ilgi göstermemiştim ilk başta. O kim, ben kim. Ama kararlıydı. Belki de öbür kızların kendilerini ayakları altına sermesine alışmıştı. Kullanıp atıyordu. Yat partileri, özel uçaklar, hediyeler, her şeyi satın almaya alışmıştı.
Dibe battığım günlerde, işini tasfiye eden patronumun verdiği adrese gittim. Elimde ne varsa sade, düzgün, bakımlı bir kıyafet uydurdum. Patronun kartını uzattım. Görüşmem önceden ayarlanmıştı. Masasında arkasına yaslanmış, stres toplarıyla oynayan genç adam sessiz bir kararlılıkla beni şöyle bir süzdü. Yakışıklıydı doğrusu. Hemen konuya girdi. Bilgisayarda hangi programları kullanıyorsunuz? Aslında çok da bildiğim bir program yoktu. Duraksadığımı görünce anlamış gibi kafasını sallayıp hiç beklemeden telefonu kaldırdı, odaya çağırdığı başka bir genç adamın peşine taktı beni. Sonrasını düşünecek durumda değildim. O gün işe başladım. Bir haftalık eğitimle durumu toparlamıştım. Zaten arkamda beni bekleyen kimse yoktu. Zamanımın tümü çalışarak geçiyordu.
Sonra bir gün, patronun oğlu, şu yakışıklı Kerem Bey çağırdı. Sekreteri ayrılıyordu, acilen yerine bakmamı istiyordu. Üst düzey iş için yeterli değilim, umarım geçici bir durumdur dedim. Sekreterim ayrılmadan önce size her şeyi gösterecek dedi. Güvenilir birine ihtiyacımız var. Aileden biri gibi. O delici ve keskin bakışlara hayır deme şansım yoktu. Çaresiz kabul ettim.
Akşam eve düşünceli gittim. Hemen eski patronumu aradım, çok sevindi, bunu kutlamalıyız birlikte dedi. Sevdiği bir balık lokantasında yer ayırdım. Benim işteki yükselmemi, kendi yaşantısını, beni kızı gibi sevdiğini, dünyanın gidişini, iki kadim dost gibi çok şeyi uzun uzun konuştuk. Öyleydik de zaten. Çocukları başka bir şehirde olduğu için fazla görüşemiyorlar, evlat ve torun hasreti çekiyordu. Ama benim varlığım ona yaşama gücü veriyordu.
Mumun alevi dalmış olduğum düşüncelerde titredi, dayanamadı, söndü gitti. Bir mum daha yaktım. Üçüncü kart sıradaydı: Gelecek. Kartı açtım, “Asaların ası”. Yaşam enerjisi artıyor. Daha cesur, daha başarılı, maceraya açık, keşfe açık, girişimci. “Kalbinin sesini dinle”
Kalbimi uzun süredir kapatmıştım. Hayat akıp gidiyor, ben çalışıyor, çalışıyordum. Büyük patronla, ailesiyle çok yakın olmuştuk. Kerem’in hovardalığından bıkan annesi sık sık benimle dertleşiyor, oğlunun yeni sevgililerini çekiştiriyordu. Bu arada Kerem sekreter olarak beni yanından ayırmıyordu, hatta sevgilileriyle buluşmalarını bile ben ayarlıyordum. Bu iş alkol komasına girip hastanelik olana kadar böyle sürdü. Büyük patron öfkeden çılgına dönmüştü. Bu işe bir son vermek gerekiyordu. Yurt dışında en iyi okullarda okuttuğu zeki ve başarılı bir iş adamı yaptığı oğlunun şirkete bu şekilde prestij kaybettirmesine ve parayı har vurup harman savurmasına katlanamıyordu. Bir gece aniden beni yalıya çağırdılar. Kerem yoktu. Kerem’le evlenmemi, belki de bu şekilde durulacağını, zaten şirketi bildiğimi, aileden biri gibi olduğumu söylediler. Büyük patron yorulmuştu, kendilerine zaman ayırmak istiyorlardı, ama Kerem’e güvenemiyorlardı. İtiraz ettim. Kerem benden gençti. Üstelik aramızda bu tarz bir ilişki de yoktu. Bundan Kerem’e söz etmememi, yakında ultimatom vereceklerini, kendine çeki düzen vermezse servetlerinden men edeceklerini söylediler. Kafam karışık, sersemlemiş bir şekilde oradan çıktım.
Bir hafta sonra Kerem akşam baş başa bir yemek yiyeceğimizi ve bunun bir iş görüşmesi olmadığını söyledi. Sırlar ortaya saçılıyor, olaylar peş peşe geliyordu. Önceki konuşmayı hatırladım birden. Siyah uzun bir elbise ve inci kolye seçtim. Kerem ilk defa beni evden aldı, kristal avizelerle donatılmış lüks bir restorana gittik. Alışkanlıkla yemek ve içkiyi kendi seçti, birden tavır değiştirip özür diledi. Bu gece patron değilim dedi. Gülümsedim, dikkatlice ona baktım, beni incelerken yakaladım. Çok hoş görünüyorsun. Bunu nasıl da fark etmedim şimdiye kadar dedi. Çok meşguldünüz dedim. Kadehini kaldırdı, bu gecenin şerefine içelim dedi. Şampanyadan bir yudum aldım, dinlemeye hazırdım ama o susuyordu. En iyisi sormaktı. Şaka yollu bu geceki davetini neye borçluyum patron dedim. İşte buna dedi, cebinden küçük kadife bir mücevher kutusu çıkardı. Şaşkın gözlerime bakarak tek taşlı bir yüzüğü bana uzattı. Ne demek bu dedim. Eğer kabul edersen beni mutlu edersin dedi. Yalnızca bir yüzük mü bu, yoksa bilmediğim bir şey mi var dedim. Her zamanki havai haliyle, birlikte takılalım biraz, bana katlanabilirsen dedi. Bu kadar zamandır katlanıyorum ya dedim. İkimiz de kahkahayı bastık. Gece şenlikli başlamıştı. Ardından hemen sade bir nişan töreni düzenlendi, eski patronum, yeni patronum ve eşi, eski sekreterin önünde yüzükler takıldı. Ben yine sekreterdim. Kerem’le iki yakın ekip arkadaşı gibiydik. Birlikte eğleniyor, davetlere, toplantılara katılıyorduk. Bu yeni duruma alışmaya bile başlamıştım. Üstelik daha ileriye gitmeyi hiç düşünmemiştik. Kâğıt üzerinde gibiydi her şey. Büyükler mutluydu, hovardalık ve savurganlık baskıyla durdurulmuştu, fakat nereye kadar böyle giderdi bu? Sonra ben ne olacaktım?
Yorucu bir iş gününün ardından bir süre tatile çıkmak istediğimi söyledim. Bir karar vermeliydim. İşleri bahane etti. Başka bir sekreter bulmasını söyledim. Yalnız mı gitmek istiyorsun dedi. Alınmış gibiydi. Konuşma zamanı gelmişti. Ben bu rolü daha fazla sürdüremem. Gerekirse ayrılalım dedim. Bu bir ilişki değildi bana göre. Annemle babam çok üzülür dedi. Ya sen? dedim. Kısa bir sessizlik oldu. Bir sır verir gibi kulağıma fısıldadı. Başka planlarım var dedi. Muzipçe yüzüme baktı. Hadi birlikte Avrupa turuna çıkalım. Paris, Venedik… Var mısın?
Denemekten ne çıkardı. “Asaların ası”, iç sesine güven diyordu.
“Arkana, sır demek”