Oya, altı aylığına gitti demişlerdi senin için, oldu mu o kadar?

Erken döndüm, hiç sorma…
Çocuklar evden uzaklaşınca yirmi yıldır aralıksız gidip geldiğim işe bir ara verip güneye gideyim diye düşündüm. Altı aylık ücretsiz izin istedim. Ankara’dan Yeşilkaya’ya taşınan, daireden emekli arkadaşlar vardı. Yepyeni bir hayata başlamışlar, ballandıra ballandıra anlatıyorlar, “seni tutan ne?” diyorlardı. Beni alışkanlıklarım tutuyordu, işimi seviyordum, iş yerim huzurluydu. Düşününce hayat kısa, bir ömrümüz var, deneyelim bakalım dedim. Eşyalı bir daire kiraladım Yeşilkaya’da.

Arkadaşlar Ankara’dan gelenlerle kendi çevrelerini oluşturmuşlar, beni de herkese tanıştırıyor, yardımcı olmaya çalışıyorlardı. Onların rüzgârına kapılan bir yaprak gibi oradan oraya savrulmaya başladım. Hiç yapmadığım şeyleri deneme iştahıyla önce seramik ve resim kursuna yazıldım. Sonra, içsel dengeye kavuşmak için yoga kursu, yazarak arınmak için yazarlık atölyesi ve kitap kulübü toplantısı. Hafta sonları da gezi ve doğa yürüyüş gruplarına katılıyordum. Yardım derneklerinin faaliyetleri, stantlar, pazarlar derken gecem gündüzüme karıştı. Hande ya da Selma beni evden arabalarıyla alıyorlar, o toplantı, bu kurs derken serseme dönmüş halde akşam bırakıyorlardı. Bir ayın sonunda yavaşlamam gerektiğine karar verdim. İşe giderken hiç olmazsa sadece işimi biliyordum, kendime aylaklık yapacak zaman bile kalıyordu. 

Kısa sürede seramik ve resme çok yatkın olmadığımı anlayıp onları bıraktım. Derneklerde yeterince gönüllü vardı, bensiz de olurdu. Gruplara katılmak yerine kendi kendime sahilde yürümeyi tercih ettim. Doğada, insanların hangi ülkelere gittiklerini, ne kadar yüksek dağlara çıktıklarını dinleyeceğime, sadece kuşların, ağaçların ve denizin sesini duymak daha çok hoşuma gitti. Kitap kulübünde, kitap ve yazarını konuşmaktan çok, katılımcıların egolarının baskın çıktığına, kim daha çok biliyor tartışmalarına şahit olunca, onun da üstüne bir çizgi çektim. 

Yoga bedenimi esnetiyor iyi geliyordu. Derse başlamadan önce kimi arkadaşların Hindistan gezilerini ya da ünlü bir hocadan aldıkları eğitimleri anlatması o kadar da rahatsız etmiyordu. Bir gün arkadaşların ısrarı ile ders dışındaki bir toplantılarına katıldım. Hande ile birlikte bir villaya gittik. Önünde son model arabalar, içeride çok azını tanıdığım şık kadınlar vardı. Biz içeri girdiğimizde dinlendirici müzik ve yumuşak sesli bir kadının okumaları eşliğinde meditasyon başlamıştı. Hande oturur oturmaz gözlerini kapadı ve hemen uyum sağladı. Ben bir süre insanları seyrettim. Benim gibi bir tanesiyle göz göze gelince tuhaf tuhaf birbirimize baktık. Kendimi çocukken annemle gittiğim mevlitlerdeki gibi hissettim. Herkes gözleri yarı kapalı, elleri havaya doğru açık, ne dediğini anlamadığım bir kadını dinlerken, zaman bana geçmek bilmezdi. Kıpırdanırsam annemden çimdiği yerdim. Burada çimdik atan yoktu, kıpırdanıp duruyordum, bir bahaneyle dışarı kaçmak üzereyken neyse ki bitirdiler. Önümüzde kağıt, kalem, makas, dergi ve yapıştırıcılar vardı. Hayallerimizi çizip, kesip yapıştırıp kolaj yapacakmışız. O da ne, ilkokulda olur sanırdım böylesi; karşımda oturan bir kadın hiç sormadan önümden benim kullanacağım kağıdı çekip aldı. O utanmadı ama ben “ne yapıyorsun” demeye utandım. O andan itibaren orada olan her şeyi sorgulamaya başladım. Ruhu içsel dinginliğe erişmiş bir insan neden başkasının önündeki malzemeyi kaba bir şekilde izinsiz alırdı? Bir köyü doyuracak çokluk ve çeşitlilikteki açık büfeye baktım. Sadelikten bahsetmiyorlar mıydı az önce, her şey bir yalan mıydı? Asıl şoku hayallerin resmedildiği kağıtları görünce yaşayacaktım. Araba, ev ve para resimleri ağırlıktaydı. Dışarıdaki güzel arabalar kimindi o zaman, daha güzeli mi isteniyordu? Başımda bir ağrı ile eve döndüm. Artık yogaya da gitmek istemiyordum.

Geriye yazarlık atölyesi kalmıştı. Güzel bir grubumuz vardı. Zamanım artınca ve yazmayı sevince bir gruba daha katıldım. Kısa sürede yazdıklarım övgü almaya başladı. O cesaretle yerel bir yarışmaya başvurdum. Başvurmaz olaydım. Üçüncülük ödülünü alınca her grup yöneticisi kendini öne çıkarmak istemesin mi? Gözümün önünde o öykü senin değil de benim atölyemde yazılmıştı diye bağırışlı çağırışlı, kıyamet bir kavga koptu. Ben tam olarak hatırlamıyorum, birinde başlamış diğerinde bitirmiş de olabilirim. Önemi yok ki bunun, yazmışım işte. Sana o cümleyi ben vermiştim, senin düzeltini ben yapmıştım diye benim de üstüme geldiler. Hepsini bıraktım, sakin işime geri döndüm, buradayım işte…