– Merhaba Selami, müsait misin? Bir saate çıkmam lazım, hem kesim, hem röfle, tamam mı?
Selami -hafif efemine- önündeki koltukta oturan kadının saçlarını boyarken, henüz bir ay önce açtığı güzellik salonunun gün geçtikçe artan masraflarını düşünüyor. Sapasağlam ön dişlerini söktürüp kâğıt beyazı yumrular tıktırdığı ağzını zor açarak, “Tabii Rahşan Hanım, siz isteyin yeter ki” diye kırıtıyor. “Müjdat Bey!” diye bağırıyor, daha ortaokulu bitirmemiş küçücük oğlana.
– Rahşan Hanımı, camın önündeki koltuğa al, hazırla. Koş koş!
Henüz cinsiyet vadisindeki rolünü belirleyememiş, kulakları küpeli Müjdat Bey, saygıyla koltuğu geri çekip Rahşan Hanımı oturtuyor, boynuna Salon Pity yazılı örtüyü dolayıp müşterisini korumaya alıyor.
– Ne alırsınız efendim; neskafe, çay, kahve?
– Bir orta şekerli kahve alayım.
Rahşan Hanım’ın gözü aynaya takılıyor, Selami’yi kontrole alıyor. Neyse ki işi az kaldı, çabuk bitecek. Sonra kendi yüzüne ilişiyor gözü. Alnındaki, göz kenarlarındaki çizgiler bayağı derinleşmiş ama ağız kenarındakiler, üst dudaktakiler daha çok göze batıyor. Saçları, yıllardır renk renk boyanmaktan yumuşaklığını, ışığını kaybetmiş, buz mavisi bakışları gibi donuk!
– Dur Rahşan, kıpırdayıp durma, az kaldı, şimdi bitiyor.
Annesi, tarağı içi su dolu bir tasa batırıp tarıyor simsiyah gümrah saçlarını Rahşan kızın. Fildişi tarak anneannesinin çeyizinden kalma.
Rahşan Hanım, anneannesinden kalma tek aile yadigârı yüzük için kız kardeşini nasıl harcadığını anımsıyor. Gözleri, uzaklara dalıyor. Farkına varmadan parmağındaki ortası firuze taşından pırlantalarla süslü yüzükle oynamaya başlıyor. Ceylan ne kadar silik, saf, iyi niyetli ise; kendisinin, adı gibi, parlak, çarpıcı, kurnaz, her şeye sahip olma isteğinde biri olduğunu düşünüyor. Kendisine karşı dürüst olduğu ender anlarda olduğu gibi ömrünün her döneminde savunmasız Ceylan’a karşı yırtıcı bir pars olduğunu kabul ediyor. Acıyla, “İşte en sevdiğim yüzük bende ama kardeşimi kaybettim!” diye mırıldanıyor.
Son iki kelimeyi, düşünce boyutundan çıkarıp dile getirdiğini fark ediyor birden. Selami, “ Hayrola Rahşan Hanım!” diyor “Şimdi de kardeşinizi mi kaybettiniz?”
– Yok, yok, hayatta çok şükür. Sadece uzakta.
Fazla soru sorulmasını istemediği zamanlardaki maskesini takıyor yüzüne, kahvesine uzanıyor.
“Beyin tümörü olabilir Rahşan Hanım, daha ileri tetkikler isteyeceğim.” Doktor ayağa kalkıp, ellerini beyaz önlüğünün ceplerine soktuğu anda anlıyor sözün bittiği noktada olduklarını. İkinci randevuyu hemen almalı tahliller için.
– Müjdat Bey, bana bir örtü getirir misin, buna kahve döküldü.
Müjdat Bey, hızla yetişip örtüyü değiştiriyor. Bu defaki açık mavi renkte…
“Şu önlüğü giyin bayan, galoşları da; başlığı da takın. Sadece beş dakika kalabilirsiniz eşinizin yanında, doktorun talimatı böyle!” Hemşire açık mavi bir önlük uzatıyor. Eter kokusu. Kocası, kollarında serum şişelerinin hortumları, bitkin yatıyor. Rahşan Hanım yoğun bakımdaki uzun günlerin ardından odasına gelebildiğine şükrediyor. Ne kadar korkmuştu ölecek diye.
Şimdi de kalem tutup tutamayacağını düşünüyor, cebine gizlediği vasiyet kâğıdını yokluyor. Servet avcısı avukat kaç kez, “Nasıl yaparsan yap gecikmeden imzalat vasiyeti ona” diye üstelemişti. Rahşan Hanım, avına yaklaşan simsiyah bir pars gibi sessizce ilerliyor yatağa. Kocasının ince, güçsüz kolları karyoladan aşağı sallanıyor şimdi. Yüzü sapsarı, gözkapaklarını açamayacak kadar yorgun. Ünlü holding patronu sonsuz bir uykuda gibi… Rahşan Hanım, kanı çekilmiş gibi duran sağ kolunu çarşafın üstüne alıyor, kalemi parmaklarının arasına zorla yerleştiriyor, sonra hastanın elini avucuna alıp sımsıkı tutuyor. Kurtulmak ister gibi çırpınan, korkudan titreyen avına “İmzala şunu!” diye tıslıyor. Kâğıdı cebine koyup dışarı çıkmanın zamanı artık… Rahşan Hanım, serum şişesinin koluna dolanan borusunu çok geç fark ediyor.
Hemşire içeri girdiğinde serum şişelerini yerde parçalanmış buluyor. Hastanın nefes alışları düzensiz, boğazından hırıltılar yükseliyor. “Ne yapıyorsunuz siz kuzum, hemen dışarı çıkın, hemen!” diye bağırıyor.
– Pedikür, manikür ister misiniz Rahşan Hanım? Bugün kaşlara da bakalım ha, ne dersiniz?”
Rahşan Hanım elini, ayağını, kaşını, başka ellere teslim ediyor. Başı zaten Selami’ye emanet! Selami, saçları yol yol ayırıp boya sürüyor, boyalı yolları pırıl pırıl folyo kâğıtlarına sarıp kimyasal değişime terk ediyor. Kimse Rahşan hanımın vücut kimyasında ne değişiklikler olduğunun farkında bile değil!
Manikürcü kız, hem alyansı hem firuze yüzüğü nazikçe çıkarıyor, ellerini kremlemeye başlıyor. Parmaklarını bir bir çekiştirip eklemlerini açıyor. Oya gibi boyanmış ayak parmaklarını kâğıttan terliğe yerleştiriyor. Bugün ne yaparlarsa yapsınlar, güzelleştirsinler Rahşan hanımı, evlilik yıldönümünü kutlayacak!
Rahşan Hanım ağda odasına yöneliyor. Saçlar yeni rengini alıncaya kadar o iş de olup bitecek. Kapı kapanıyor!
Ofisin kapısı kapandığında çok korkmuştu gerçekten. Patronun nefesi yanaklarında, boynunda, göğüslerinde, elleriyse her yerindeydi. Adam önce kapıyı kilitledi sonra maroken kanepeye iteledi onu. Rahşan, Rahşan Hanım olarak çıktı patronun odasından. Altı ay sonra da nikâh koltuğuna oturdu. İki evet, iki imza, bol alkışla, “İyi günde kötü günde birliktelik“ sözlerini arkada bırakıp beyaz limuzine binerken patronun eski karısından olma çocuklarına el sallıyordu. Onlar Rahşan Hanım için bir daha hiç var olmadılar. Rahşan Hanım, eskiden olduğu gibi yine hep kendini sevdi, kendini kolladı.
– Selami, bir sanat eseri yarattın vallahi!
– Güzelliğin sahibi sizsiniz Rahşan Hanımcığım, siz! Biz sadece biraz süsledik.
Rahşan Hanım, ojeli elleriyle bir tomar para çıkardı çantasından. Onu bu kadar güzelleştirenlere değerdi doğrusu. Bahşişi en bol veren müşteri oydu. Mantosunu saygıyla tutanın da arka cebine parayı sıkıştırırken gözleri duvardaki boy aynasına kaydı. Güzel olmuştu gerçekten. Saçının rengi, değişik fönü, kaşları, makyajı, her şey çok güzeldi ama firuze yüzük ve bakışlarındaki buz mavisi yerli yerindeydi.
Kapıdan çıkarken Selami kıkırdayarak ona el salladı:
– Avukat Bey’e selamlar Rahşan Hanım, artık baş başa bir selfi çekip feyse koyarsınız ha!