– Senin çeyizin de vardır elbette. Neler var çeyizinde? diye soruverdim valla karşımda kibarca oturan müstakbel gelinime. Ne var bunda? Bilelim değil mi? Ne alıyoruz, nasıl alıyoruz? Hoş benim oğlan akıllı, turnayı gözünden vurmuş, patronun kızını ayarlamış. Kızda çeyiz, mal mülk gırladır da gene de bilelim, bileyim yani. Oğlana helal olsun! Hiç çaktırmadı ama benden epey şey öğrenmiş demek ki! O sümsük babasına çekmemiş iyi ki… Neyse sümsük mümsük, iyidir gene de. Onun dış işlerindeki görevi sayesinde yurtdışında gezmediğim ülke kalmadı. Ay, kıza bir şey mi oldu? Elinde çay bardağı kalakaldı öylece, gözleri kocaman.

Kızım, kızım Selda iyi misin? Ne oldu? Çay mı kaçtı boğazına?

Selda, üzerindeki şaşkınlığı tam atamamış, elindeki çay bardağını sehpaya yavaşca bırakıp derin bir nefes alıyor. Çeyiz namına elbette bir iki parça bir şey var ama annemin, ileride masan kare mi olur dikdörtgen mi olur, belli olmaz ki? Yatak da öyle. Hele evleneceğin kişiyi bul, eviniz belli olsun, yatağın ölçüsü ona göre belli olur, alırız hepsini o zaman. Ne o şimdiden köylüler gibi, paramız mı yok? Zamanı gelince alırız, hem modası da geçmemiş olur, deyip hiç bir şey almadığını nasıl söyleyeceğim. Hem böyle bir soru da sorulur mu ki? Çeyize göre mi verecek oğlunu? Ona soran yok ki, biz karar verdik bile. Vedat geldi, istedi bile beni ailemden. O da âdettendir diye hani. Haberleri mi yok? Yok canım, olmaz mı? Niye sorar ki? Ah, anne ne diyeceğim şimdi ben? Rezil ettin beni. Bir set tencere, bir de gümüş çatal bıçak takımı mı? Offf, Vedat kurtar beni.

– Yoksa yok mu çeyizin kızım? Çeyizsiz kız mı olur? Sizin ailede âdet değil midir?

Allah Allah çattık! Bu ne biçim kız böyle. Dilini yuttu sanki. Öyle bakıyor suratıma. Çeyizi mi yok  diyeceğim ama bu kadar zengin bir ailenin kızının çeyizi olmaz mı? Ah! Vedat baban gibi bir şeyi tam yapamıyorsun. Hep yarım! Neden babana çektin ki! Zengin kızı bu, hem eli boş gelecek hem de onu bunu isteyecek. Off! Biz bir şey yapamayız valla. Kendi karar vermiş, hatta gitmiş istemiş bir de densiz, kendi baksın bu zengin kızına. Bizden kuruş işlemez. Zaten bir emekli maaşıyla geçiniyoruz.

Yok var tabii, diyor Selda. Çelik tencere takımı, gümüş çatal bıçak takımı falan diye   
   geçiştirmeye çalışıyor.

Gümüş çatal bıçak takımı deyince Hayriye Hanım’ın yüzü gülüp kulakları dikiliyor ama kız susuyor sonra. Konuşsana be kızım, ay bu da pek kibar! Neyse var var belli de, kibarlığından söyleyemiyor herhalde. Dur şimdi alırım ağzından ben.

– Halı falan da vardır, değil mi?

– Bir tane küçük var, geçen doğumgünümde hediye almıştı annem, diyor Selda 
  sevinçle bunu da atlattık sanrısında.

– Nasıl yani? Bir tane mi? Küçük mü? Yok mu şöyle salonun ortasına konacak kocaman
  bir tane?  

Ah! Vedat salak oğlum benim, sen bizden önce kendini yakmışssın. Aşk meşk karın doyurmaz oğlum. Bunlar da ne biçim aile? Kız çocuk doğdu mu hemen başlanır sandığa. Kızın şanı şerefidir çeyizi. Töbe töbe!!

Müstakbel kayınvalidesinin yüzündeki memnuniyetsizliği sezen Selda mecburen annesinin dediklerini anlatmaya başlıyor. Masa, yatak meselesini yani. Halı da alınırdı tabii ki, alınmasa da olurdu. Annesinin evinde kullanılmayan bir sürü halı vardı, rulo rulo naylonlara sarılı duruyordu tavanarasında. Seçerlerdi istediklerini. Konuştukça içinde biriktirdiği öfke de sesine yansımaya başlıyor. Vedat’a bakıyor konuyu değiştirmesi için. Vedat onlarla hiç ilgilenmiyor, babasıyla konuşur gibi yapıp dışarıyı seyrediyor.  Hayriye Hanım duyduklarına şaşırdığı kadar memnun da bir yandan. Oğlana çok fazla bir şey yapmaya gerek kalmayacak. Bu iyi. Zaten düğün müğün yapamayız. Bu devirde düğün mü kaldı, kimse yapmıyor artık. Bir nikâh işte, nelerine yetmiyor. Hem de moda! Çok isterlerse evlendirme dairesinde kokteyl de yapıyorlar, ondan yapıverir oğlan. Ucuza da gelir. Ohh, biz de misafir gibi gider geliriz. Bir de ufaktan bir takı, Vedat’ın yüzü yere düşmesin. Vedat dedi zaten parasını ben veririm, diye. Benim komşular, ahbaplar da çatlasınlar kıskançlıklarından. Ay iyi ki Paris’te görevdeyken Sorbonne’a gitti oğlan burslu murslu. Bak nasıl ayarladı zengin kızını… Selda’nın sesiyle keyifli düşüncelerinden sıyrılıyor mecburen.

– Siz hiç merak etmeyin, ailem dört dörtlük çeyiz düzer bana, düğünü de ailemle beraber
  yapacağız zaten. Sizden bir şey beklemiyoruz. Biz her şeyimizi kendimiz hallederiz,
  deyiveriyor Selda.

Ay, ne diyor bu çok bilmiş kız? Hem çeyizi yok hem de tepeden tepeden konuşuyor. Dört dörtlük düzerlermişmiş. Bak sen! Düzselerdi o zaman. Evlilik çağına gelmiş kızları var ama ortada mal yok! Sen çeyiz nasıl düzülürmüş gel de gör gelin hanım! Ah! Vedat nereden bulursun bu şımarıkları! Bunu mu saracaksın başıma? Şimdi anne falan da demez bu, modern ya bunlar! Benim gelinim bana anne diyecek, yerini bilecek, işte o kadar! Neyse o sonraki konu. Şimdi ona göstereyim de görsün çeyizi nasıl olur insanın! Annene anlatırsın artık bilmiş bilmiş. İçindeki öfke fırtınasını yüzüne yansıtmadan güleryüzle;

– Gel kızım, sana çocuklarımın çeyizini göstereyim deyip Selda’yı koridorun sonundaki odaya götürüyor. 

Odanın kapısını açar açmaz sarı bir toz bulutu yükseliyor tavana doğru. İki kişinin girebileceği bir alan bile kalmamış odada. Her yer tabandan tavana kadar bilumum kolilerle dolu. Bir kaç rulo da halı görünüyor aralarından. En ufak bir harekette yıkılacak gibi duruyorlar. Hayriye Hanım heyecanla kendini içeri atıyor, Selda kapıdan içeri bakıyor. Hayriye Hanım her bir koliye eliyle pat pat vurarak – vurdukça tekrar toz çıkıyor, Selda’nın gözleri yaşarıyor –  her kolinin içindeki eşyanın alınış hikayesini gururla anlatıyor. Efendim, Hayriye Hanım’ın malum bir kızı ve iki oğlu var. Hepsini düşünerek kocasıyla göreve gittikleri her ülkeden tabaklar, çanaklar, tost makineleri, tencereler, tavalar, yatak örtüleri, masa örtüleri, bilumum mutfak eşyası, bir kaç halı -bunun üstüne basa basa söylüyor – mixerlar, pasta kek kalıpları vs vs almış. Kızına zaten lazım olacak ama oğlanlar da çeyizsiz birisiyle evlenirlerse diye onlara da almış. Selda lafın kendisine çakıldığını anlıyor ama anlamamazlığa geliyor.

– Selda kızım, neleri beğeniyorsan alırsın. En şanslı sensin. En küçük olmasına rağmen ilk evlenen Vedat olacağı için seçme şansı da senin oldu. Son evlenene ne kalırsa artık, diyerek gergin bir kahkaha atıyor Hayriye Hanım.

Odanın içindeki eşyalar en az otuz kırk yıllık. Çoğunun modası geçmiş, ev aletlerinin daha kullanışlı yeni modelleri var. Tabakların bir kısmı melamin, bir kısmı da gazetelerin kuponla dağıttıkları Luminarc tabaklardan. Selda bunların hiç birini kullanmayacağını daha o anda biliyor.

– Teşekkürler Hayriye Hanım, zamanı gelince Vedat’la seçeriz tabii, diyor Selda
   kibarca.

Ben biliyordum bana anne demeyeceğini bu bilmiş kızın. Sen hele bir dur Selda hanım. Hele bir nişanlanın ben yapacağımı bilirim sana, diyor Hayriye Hanım dişlerinin arasından Selda’ya gülümserken. Selda da aynı şekilde geri gülümsüyor.