Gecenin kör karanlığında semtin en fiyakalı apartmanının kapısındaki güvenliğe –vallahi de billahi de o ben, onun kızıyım- diye laf anlatmaya çalışıyorum. Bir hafta önce işe başlamış adamcağız, ne bilsin anlıyorum, anlıyorum ama benim kafa bozuk ve güzel…. Beşinci kata geldiğimde ayakkabılarımı elimden yere fırlatıp, çantamı kapının önüne paldır küldür boşaltmış anahtar arıyordum. Kapıyı çalamam, kızar. Erken yatmış ve eminim gözlerine bağladığı uyku maskesi ve kulağına taktığı kulaklıklarından yayılan klasik müziğin rehavetine çoktan kaptırmıştır kendini. Saçılan onca şeyin arasından elmas gibi parlayan anahtarlığı bulunca isterik bir kahkaha atmışım ki, karşı dairenin tokmağı açılır gibi olmuş, güya ayar vermişti birileri. İçimdeki ses bu sokaktan hiç geçmiyordu aslında. Dilim soğuk ve kendine eziyet ediyordu kapının önünde. “Tek bir gece” diyorum anahtarı çevirirken…
Sabahın beşinde o uyanmadan duş aldım. Kalın nefti yeşili hırkamın kapüşonunu ıslak saçlarıma geçirdim. Çocukluğumu biraz buruk yaşadığım bu odadaki yatağa bıraktım kendimi. Uyuyamayacağımı biliyor olmama rağmen gözlerimi yumuyorum huzursuzca. Bir gece önce hem çok içmiş hem de çok ağlamıştım. Olmak istediğim yerde ve bedende değilim. Burada bu ruh halinde ve yalnız… Gözlerim iyice küçülüp, kızarmış. Banyodaki aynadan gizlice bakıyorum yüzüme. Ve sabahın köründe duş aldıktan sonra hep yaptığım gibi siyah kalem ve rimelle hüznümün üzerini örtmüşüm. Palyaço gibi olmuşsun işte! Nevin hanım görmesin. Bazen beceremiyorsun diyorum aynadan bana saklı bakan gözlere… Ağlarken bastırmışsın parmaklarını o yuvalara. Neyse şimdi hep alışkın olduğun üzere duruşumu tekrar taçlandırmalıyım. Yani hiçbir şey yaşanmamışçasına, öyle sıradan, öyle hayat dolu karşılamalı, başlamalı güne. Konuşmayı denesem yarıda kalacağım, biliyorum. Yine gürültülü ses mağduru olarak annemi dinledikçe ve konuştukça karşı taraf, başa dönecek. Çözüm elbette bende. Kader deyip geç işte. Boşver hatta yine. Kabul, hoşgörü, iyi niyet, aptallık… At geriye hadi! Başının ağrısı da geçsin, her şeyi toparlarsın sen kızım. Daha annenin seni anlayamamasını nasıl telafi edeceksin?
Odadan çıktığımda ev abartılı bir dinginlik içinde sessizdi. Birdenbire salonun pencerelerinden biri hızlıca çarptı. Daha bir adım atmamıştım ki, “Neden gelmeden önce bir aramıyorsun?” diyen annemin duvar gibi karşımda dikilişinden ürkmüştüm. Parmaklarıyla saçlarını karıştırıp yüzüme sıkıntıyla sırıtıyordu. Bakışlarım en sevdiği elbisesinin yırtılmış ceplerine kayıyor bir an. Eskiden sinirlendiği zamanlarda o ceplere sığınırdı huzursuz elleri. Şimdi başını iki yana sallayıp hiç durmadan zikrediyordu ismimi… Leyla Leyla diye. Salonun en nadide köşesindeki tekli koltuğa çarpmış ayak başparmağımın acısından, yüzüm buruş buruş olmuş, annemin bana acımasını istiyordum. Elimde duran zarfı uzatıyorum ona doğru bir hevesle. Oysa sadece yerdeki kırıntıları fark ediyor zarfı yok sayarcasına. Bir elbezi tutuşturuyor bir çırpıda ellerime –kokmuş bu bez anne –diyorum iğrenerek. Yok, duymuyor beni. Takıntılı ya, ciddiye bile almıyor ne sözlerimi ne çaresizliğimi. Bir ara o tanıdık ses tonuyla –hiç şaka yapacak halde değilim Leyla- Beni yere sabitlemiş gibi, ince ve soluk benizli yüzünü aşağı eğerek konuşuyor, diğer taraftan da üç beş kırıntıyı işaret ediyordu toplamam için. -Kocanı ikna edip, tekrar yuvana dön- dediğindeyse, içimden soğuk haykırışlar çıka dursun, bir damla bile gözyaşı akıtsam, oracıkta dövecekti sanki kızını. Doğrulup göğüs hizasına kaldırdığı kollarını birleştirip, gözlerine bir beklenti de eklemişti üstelik. Başımı yere bir kuğu gibi bırakıyor ve sessizliğimle yeniliyorum ona. Nedense burada oluşumun yalnızlığını dolduracağını, babamdan sonra ve kocamdan sonra da birbirimize her şeye rağmen iyi geleceğimizi düşünmüştüm. Rahatlamak istiyordum. Nafile. İhtiyaç duyduğum rahatlık, anne evinde susamışçasına soluyordu. Zarfı yırtıp, boşanma kağıdını gözünün dibine kadar soktum. Dünyasına soktuğum şey, durduğum noktayı tehdit ediyordu. Kal demesi için yalvaran titrek gözlerim de işe yaramıyor. Şişman bedenimi umutsuzca süzerek, -şansını kaybettin artık- diyerek zarif vücuduyla mutfağa ilerliyor. Mutfak camının önüne bıraktığı kuşların yemini kontrol ediyordu güya… O, uzaklığı ve yalnızlığı seviyor. Babamın evden gitmesini, başka bir kadına gönlünü kaymasını bile, bilerek isteyerek planlamış gibiydi. Babam da şişmandı. Tombul elleriyle yemekler hazırlarken bir zamanlar bu evde, annem camları sonuna dek açar, öğürürdü. Soğan, sarımsak kokusu bizim hanede sorun olurdu hep. Babama giderken beni de götürmesi için yalvarmıştım Fransa’ya. On yaşında ve annemin velayetindeydim, olmadı. Nevin hanım, ünlü stilist Nevin Hanım, konforlu yaşantısında, düzeni ve çalışkanlığıyla tanınırdı. Güçlü ve dik duruşu, asaleti, hep genlerinden aldığını söyler dururdu. Yaş almasına rağmen kendine iyi davranıyor, istikrarla her sabah yürüyüşünü yapıyor, sosyal çevresini ihmal etmiyordu. Kayıtsızlığını seviyordu. Aynası ve kendisi… Hala fiziki olarak güzel bir anneye gıptayla bakarken soğukluğuyla üşüyordum. Bir annem ve evim var ama izin almadan anahtarımla içeri girdiğimde azarlanıyordum. Ender beyin, yani babamın varlığından hep tiksinmişti. Aldığı kiloları dert edinip, rejime sokuyordu her defasında adamı. İç çamaşırlarını, elbiselerini ter kokuyor diye çamaşırhaneye gönderiyordu son günlerde. Yıkanmayan çoraplarını bile kapıcı Muhsin efendiye vermeyi tercih ediyordu. Kimi zaman gök gürültülü fırtınalı gecelerde yanında yatmak için yalvarırdım. Neredeyse kutsanmış bir uykunun derinliğinden sıyrılacak kadar şefkatli bir anne değildi. Otuzlu yaşlarımın ortasından çığlık atıyorum beni aldatan kocama. Ondaki her şey aslında tam da Nevin hanımın beğendiği türdendi. Çünkü ikisi de iş hayatlarında başarılı oldukları kadar, hayranlık derecesinde fizikleriyle caziplerdi. Annemin görgülü, asil olarak anlatıp durduğu büyük teyzesinin bir yakınıymış. Tanıştırıldığımda belli ki eski ve tanınmış soyadımızdan etkilenmişti. Estetik doktoru olan eşim, bana beni sevdirmeyen, gittikçe yeme bozukluğuna sebep olan zorla dayattığı diyet yemekleriyle kiloma kilo kattı. Annemin babama yaptığı cinsten bir yaklaşım… Küçük bir kitap-kafe açmıştım. Her yaştan kesimin uğradığı, sıcacık bir atmosferdi benim dünyam… Keklerim, poğaçalarım, kurabiyelerim dilden dile dolaşırdı. Ancak iş hayatımın kapısına yaptığım leziz unlu mamullerin beni delirtircesine yemeğe teşvik ettiğinden kilit vurmak zorunda bırakılmıştım, yoksa evliliğim sona erecekti. Hoş, zaten çoktan bitmiş meğer. Anneme benzemek istemiyordum. Ve bu yeni hayatımla başa çıkabilmeyi kaybolmadan, hiçbir şeyin aynı değerde olmadığını bilerek ilerlemek istiyordum. Sessizlik perdesini indirip, -ne kadar? – diye soruyor. Sığıntı bir evlada katlanmak… Yanında barınamayacağımı söylemenin daha yumuşak bir yolu yoktu ona göre. Düşkün bir ihtiyar gibi suratına baktığımda, kulaklarına süslü küpelerini sabitliyordu dalgın dalgın. Sıra dışı bir yürek! Kayıtsızlığına hayran olmamak elde değil. Hırçınlığımı göz bebeklerine yerleştirirken, dudaklarımla omuzum aynı anda düşüyor bilinmeyene. Başka bir gölge yapıştırıyorum bedenime şimdi. Kaşlarımı çatarak odama yönelirken, halının püskülüne takılıyor, dizlerimin üzerine düşüyorum. Arkamdan fırlayan annemin hamle yapmasını beklemek saçma olurdu, biliyorum. Trajik bir edayla çıkıp gitmekti niyetim, fakat sıradan, hiç gönül koymamışçasına yazlığın anahtarını istemiştim birden. Çok derin bir iç çekip, aceleci adımlarla yatak odasına koşturmuştu. Ellerime uzattığı yazlık evin anahtarını alırken, kalbimi ikiye ayrılmış gibi hissettim. İlk kez kararlı bir şekilde hoş çakal Nevin Hanım diyordum. Gürültüyle yüzüne kapıyı çarpmış, şefkat görme umudumu da tüketmiştim.
Dışarıda buz gibi yağmur suları olduğum yere, kalabalığın ortasına bir çukur açıyordu. Evin arka sokağındaydım. Çantamla kamufle ettiğim sarıdan beyaza kesmiş yanaklarım titriyor, var gücümle abandığım topuklu ayakkabılarım bol suyla haşır neşir oluyordu. Keşke toprağa karışsa iri bedenim yağmurun suyuyla…ve eritse beni… Geçmişime dönüyordum mıhlandığım çocuk hüznümle… Yanımda olamayan babam, kalbimi bir güzel ısıtırdı ısıtmasına da o da vazgeçmişti benden yıllar sonra. İnan, yaşadıklarım ve hatırladıklarımla yine de masumsun Nevin hanıma inat diye affediyorum babamı. Sığamadığım o evi terk ederken sessiz çığlığımla bambaşka bir arayıştayım. Karanlık bastırdıkça öğrenci yurdunda kalan kızlar gibi hapsoluyorum isteksizce yapayalnızlığıma. Gecenin karanlığı yüreğime serilmiş, dışarılarda bir yerlerde arıyordum kendi sesimi. Yanımdan geçen kahkaha dolu nefesleri silik bir duyguyla hazmediyor, bir mırıltıya dönüşen ıssızlığımla yürümeye çalışırken karşı apartmanın evlerine sofralar kuruyordum şimdi.