Galip’i kurşun grisi bir hava karşıladı. Pas içindeki bahçe kapısı, taş duvarlarıyla heybetli ama harap görünen konağı gerçek dünyadan ayırmak istercesine dimdik ayakta duruyordu. Yılların birikmiş yükünü hâlâ taşımaktan yorulmuş gibi.
Giriş kapısının önünde durdu. Gözü köşedeki boyası dökülmüş, sadece iskeleti kalmış salıncağa takıldı. Gülümsedi. Çocukken üzerinden inmezdi.
İçeri adım attığında burnuna rutubetle karışık nemli toprak kokusu çarptı. Ne kadar tanıdık ne kadar sıcak bir kokuydu. Babası uzun yoldan döndüğünde, ona her sarıldığında tam olarak da bu kokuyu alırdı. Hasan Bey uzak ülkelerin topraklarının kokusunu sanki üzerinde taşırdı.
Etrafa şöyle bir göz gezdirdi, üst kata kıvrılan ahşap merdivenin tepesindeki örümcek ağlarının süslediği büyük avize ona bakıyordu. Gece gelinse herkesin ürkeceği bir eve dönüşmüştü konak. Odasına çıkmak istedi, merdivenlere doğru yürüdü yavaşça. Her adımında tahtaların gıcırtısı, evin sessizliğini delip geçmişin yankılarını çağırıyordu. Basamakları ağır ağır çıkarken yüzündeki gülümseme kayboldu.
Adımları kilitli odanın önünde durdu. Ellerini yavaşça kapıdaki oymaların üzerinde gezdirdi. Hâlâ pürüzsüzlerdi. Ürperdi, parmakları toz içinde kalmıştı. Ellerini hafifçe pantolonuna sildi. Sonra tekrar dokundu. Babası elleriyle yapmıştı o kapıyı. Ne severdi rahmetli vakit buldukça atölyesinde çalışmayı. Dünyadan uzaklaştığını söylerdi. Dantel gibi işlerdi ahşabı, sabırla.
O an içeriden bir tıkırtı geldiğini duydu. Hemen çekti elini kapıdan, birkaç adım geri gitti. Kalbi hızla atmaya başladı. Çağla’nın sesiyle irkildi.
“Aşkım bu konak efsane! Beni şimdiye kadar buraya getirmemiş olmana inanamıyorum.”
Galip Çağla’ya konakla ilgili hiçbir şey anlatmamıştı. Tüm sırlar babasının ölümüyle birlikte mezara gitmişti. Orada da kalmalıydılar.
Çağla konağın her köşesine hayranlıkla bakıyordu. Eski dolaplar, işlemeli pencereler, her biri tarihin birer sessiz tanığı gibiydi. Fakat Galip’in gözleri, bu detaylarda değil, merdivenin tam karşısındaki kilitli odanın kapısındaydı. Çağla nihayet dayanamadı.
“Bu oda neden kilitli?”
Galip kısa bir sessizlikten sonra, aklına ilk gelen cümleyi söyledi.
“Bilmiyorum. Çocukken buraya girmem yasaktı işte,”
“Aşkım şu haline bak. Hayalet görmüş gibi oldun. Haydi gel bakalım, ne varmış şu yasaklı odada?”
Çağla’nın bu neşeli ve alaycı tavrı Galip’in sinirlerini daha da bozuyordu.
“Anahtarı yok. Hem boş ver canım ya. Neyse ne, haydi gidelim şu işlemleri başlatalım gün bitmeden. Miras muhabbeti olmasa adım atmazdım buraya, neyse.”
“Amma nazlandın ya, mızıkçılık yapma. Korku filmi gibi hem. Bak bir sonraki kitabında yazarsın bunu. “Kilitli Odanın Sırrı”.
“Aşkım anahtarı yok dedim, uzatma işte,” demeye kalmadan Çağla kapıyı açtı.
Kapı kilitli falan değildi. Yoksa hep mi açıktı? Genç yazar bir an afalladı. Eşikte öyleye duruyor, kımıldayamıyordu. Çağla çoktan içeri girmişti bile. Odanın havası çok ağırdı. Toz, küf, nemli toprak kokusu karışımı bir şey Galip’in genzini yaktı.
Tedirgin adımlarla içeri girdi. Birisini rahatsız etmekten, uyandırmaktan korkar gibi, sessizce. İçeride öyle tuhaf, gizemli bir şey de yoktu aslında. Yerde yıpranmış bir kilim, karşıda ahşabı kararmış bir masa ve köşede eski bir sandık.
Dikkat çeken tek şey masanın üzerindeki babasının baş harflerinin işlendiği deri kaplı defterdi. Çağla hızlı bir hamle yaptı. Galip, sertçe müdahale etti.
“Sakın! Dokunma!”
Önce şaka yaptığını sandı Çağla ama Galip’in yüzüne bakınca hemen elini defterden çekti.
“Bakmayacak mısın?” dedi cılız, ürkmüş bir sesle.
Galip defteri aldı. İçindekileri okumak istediğinden emin değildi. Orada bırakıp çıkabilirdi ama merak ağır bastı. Çocukluk kâbusu bu oda, sırlar, sesler, korku dolu geceler. Üzeri kapatılan sırlar, belki de bu sayfalarda ortaya çıkmayı bekliyorlardı. Kapının açık oluşu, bu defterin öylece masanın üzerinde bulunmayı umut eder gibi beklemesi. Belki de yazar beyni gereksiz anlam yüklüyordu her şeye.
Çağla’yı odada bıraktı, elinde defterle koridora çıktı. Odanın ağır havasından uzaklaşarak merdivenin basamaklarına oturdu -çocukluğundaki gibi-. Duvara yaslandı, bir an için gözlerini kapattı. Kalbi deli gibi çarpıyordu. Defteri açtı, ilk sayfaya gözleri takıldı. Babasının el yazısı… Çarpık, aceleyle yazılmış kelimeler.
Bu sandık eve girdiği günden beri uyuyamıyorum. Zincir sesleri susmuyor, gölgeler her köşeden bir şeyler fısıldıyor. Aklımı yitireceğim.
Defteri hızla kapattı. Odaya dönüp sandığı açmaya cesaret edemedi. Gerçi Çağla, sandığı kurcalamaya başlamıştı bile.
“Aşkım gelsene. Sandıktaki kazınmış sembolleri gördün mü? Sanırım bir tür mühürleme işareti bunlar, şu seyrettiğimiz filmdeki gibi. Gelsene, neredesin?”
Galip tam cevap verecekti ki babasının bahsettiği zincir seslerini duydu. Kafasını hızla çevirdi, ama koridor boştu. Yine de sesler her yandan geliyordu. Duvarların içinden, tavandan, parkenin altından. Odadan…
Kesik kesik nefes alıyordu. Sayfayı tekrar açtı ama devamını okumaya cesaret edemedi. Ayağa kalktı. Kulağını duvara yasladı. Sessizlik. Zincir sesleri kaybolmuştu.
Babasının kelimeleri zihninde yankılandı: “Aklımı yitireceğim.”
Zincir seslerini yine duyuyordu, bu sefer sadece odadan geliyordu. Endişeyle kapıya yürüdü, kafasını uzattı. Çağla, sandığın başında eğilmiş, kapaktaki sembollere dokunuyordu.
“Çağla ne yapıyorsun?” sesi çatallandı Galip’in.
“Bunu açmanın bir yolu olmalı. Sanki işaretler beni çağırıyor.”
“Hayır!” diye bağırdı Galip. “Kurcalama o sandığı, yeter!”
Çağla’nın parmakları sembollerden birinin üzerinde kayarken odanın sıcaklığı bir anda düştü. Soğuk bir rüzgâr içeriyi doldurdu.
Sonra, o koku. Odadan yayılan mide bulandırıcı koku. Çürümüş ahşapla karışmış küf kokusu. Eskisinden daha boğucu.
“Çağla hemen çıkalım buradan! Bırak şu lanet sandığı! Sakın açma!” Nişanlısının elinden tuttu, var gücüyle çekti ama nafile.
Yerinden kıpırdamıyordu. Galip’i duymuyor, hipnotize olmuş gibi sandığın kapağının aralanışına kitlenmişti. Elini bir hışım çekti. Kapağın altından kurşuni bir duman süzülmeye başladı. Çağla gözünü bile kırpmadan sandığa bakıyordu.
Zincir sesleri yükseldi, odanın duvarlarında yankılandı. Zemin sanki Galip’i geri itiyordu. Odanın kapısına kadar sürüklendi. Vücudunun kontrolü onda değildi artık.
Çağla kafasını ağır ağır eşikte ayakta durmaya çalışan Galip’e çevirdi. Gözbebekleri yok olmuştu.
Dudakları aralandı. Tiz bir sesle, “Döngü başladı,” dedi.
Bir anda sert bir rüzgâr esti. Görünmez bir güç Galip’i koridora fırlattı. Çağla’ya seslenmek istedi ama sesi çıkmıyordu. Nefes borusunu sıkan bir şey vardı, debelendi ama kurtulamıyordu. Trabzanlardan destek alıp doğrulmaya çalıştı, sesi çıkmıyordu. Odaya gidemiyordu. Adeta ilk basamağın oraya mıhlanmıştı. Defter elinden düştü. Açılan sayfadaki yazı babasına ait değildi.
Odanın içinde kaybolan dönmek için birini çağırır
Galip nefesini tuttu. Zincir sesleri yükseldi; bu sefer daha yakın, daha tehditkârdı. Odaya dönüp bakmak istedi ama başı dönüyor, ayakları yere çivilenmiş gibi hareket edemiyordu.
Birden o pis koku yeniden genzini doldurdu. Sandıktan geliyordu. Annesi deterjanlı sularla yerleri siler, kokuyu bastırmaya çalışırdı eskiden.
Çağla’nın sesi duyulmaz olmuştu. Koridora doğru uzanan o kurşuni duman, sanki Galip’i çağırıyordu.
Döngü başladı
Çağla’nın son cümlesi kulağında çınladı. Tüm gücüyle merdivenin kenarına tutunarak bedenini yukarı çekti. Bacakları çok ağırdı. Onları sürüyerek yürümeye çalıştı. Her adımda koridor daha da uzuyor, oda ondan uzaklaşıyordu. Tam o anda başka bir sayfa açıldı.
Seninle başladı seninle tamamlanacak
Galip dehşetle eğildi, defteri kapatmak istedi ama yapamıyordu. Elleri buz kesmişti. Defter gözleri önünde kendi kendine yeni kelimeler yazmaya başladı.
Baban senin için açtı sandığı şimdi sıra sende
Zincir sesleri kulaklarında yankılanırken Galip odanın aralanan kapısından içerideki dumanın yavaşça Çağla’yı sardığını gördü. Galip dehşet içinde nişanlısının gözlerine baktı. Ama o artık Çağla değildi; gözleri başka bir şeye aitti, bakışları simsiyahtı. Tiz sesiyle fısıldadı.
Döngü tamamlanacak
Kapı hızla kapandı. İçeriden gelen son ses, Çağla’nın çığlığı ve zincirlerin gerilme sesi oldu.
Koridor yeniden sessizliğe gömüldü. Kapının üzerinde eski, soluk bir sembol belirdi.