Gardırobun kapağını öyle bir hışımla itmişti ki kenara çarptığında sabahın köründe güümm diye çıkan sesten kendi bile irkildi. “Yavaş kızım yavaş! İntikam soğuk yenen bir yemektir,” dese de askılarda dolaşan elleri ne yaptığını bilmez halde sarsak hareketlerle hızla bir sağa bir sola gidip geliyor, tir tir titriyordu. Baksa da görmüyor, ne aradığını da bilmiyordu. Yatağın ayak ucuna yığılırcasına oturdu. Sicim gibi akan yaşları sildi elinin tersiyle yeniden. Kimonosunun kolu ıpıslaktı. Aynada gördüğü kendisi miydi? Yıkık, çökük, kamburu çıkmış, salya sümük… Dehşete kapıldı. “Bu halinle mi intikam alacaksın?” diye acı acı gülümsedi. “Yok, yok!” Bu böyle olmayacaktı. Hızla kalkıp banyoya geçti. En iyisi ılık bir duş almaktı. Su, kederini alır götürür aklını başına getirirdi bir an önce. Yoksa bu akşamki grand finale hüsranla bitecek, tam bir felakete sürüklenecekti. Hâlâ, “Nasıl olur da anlamam? Kaç yıldır, hem de gözümün önünde…” cümlesi beynine balyozla art arda çakılıyordu adeta! Nasıl da saklamışlardı sırlarını… Ama yoktu öyle yağma! Hırsla açtı duşun musluğunu. Su ılık ılık başından aşağı döküldükçe sinirleri yatışıyor aklı başına geliyordu. Yenileyici gücüne her zaman inanmıştı suyun… “Düşün hele! Bunu yanına bırakır mıyım hiç, Nihat Efendi? Sen Aslı’yı hiiççç tanımamışsın bunca sene. Tanısan bu haltı yemezdin zaten,” derken keyifle şarkı söylemeye bile başlamıştı:
Sardı korkular, gelecek yıllar / Düşündüm sensiz nasıl yaşanacaklar / Gözlerimde canlanınca yaptığın haksızlıklar / Güçlendim her şey bambaşka olacak
Evet, bambaşka olacak, anlayamayacaktı bile başına gelenleri… Madem onların sırrı vardı. Onun niye olmasındı? Zalim bir kahkaha attı. “Köprünün altından çok sular akacak!” diye haykırdı zafer edasıyla.
Duştan çıkar çıkmaz telefona sarıldı. Numarayı bulunca bastı kararlılıkla, el titremesi falan kalmamıştı. “Merhaba, Aslı ben! Nasılsınız? Bugün size gelmem lazım acilen… Hatta hemen! Yaa… Ama benimki çok acil, dedim ya! Erteleseniz? Canım klasik işte, cenazem var der, geçersiniz. Merak etmeyin karşılıksız bırakmam bu iyiliğinizi. Bugün benimlesiniz, tamam mı? Sonrasına da sonra bakarız! Okey? Çok teşekkürler. Hazırlanıp çıkıyorum hemen.” Telefonu kapatırken yüzüne yayılan gülümseme hain bir pırıltı saçıyordu gözlerine… Şarjını kontrol etti. Böyle hayati bir günde dolu olması elzemdi, gerçi arabada da vardı ama… zaten hayatta her şeyin bir yedeği bulunuyordu artık! Ama, o, Aslıydı, yedek olamazdı asla!
Bu sefer sakince itti kapağı. İki eli belinde şöyle bir göz gezdirdi dolaba, evet, şu kırmızı tayyör günün anlam ve önemine gayet uygun görünüyordu. Hırsla çekip aldı, yatağın üstüne attı. Kurulanırken, dilinde aynı şarkı… Mırıldanarak keyifle giyindi. Altları kırmızı siyah rugan ayakkabılarını kutusundan çıkarıp şöyle bir tuttu kıyafetinin altına. Aynadaki görüntü tamam, oldu bu iş, diyordu. Son bir rötuş… Eteğini belinden bir çıt kıvırıp kısaltıverdi. Kırmızı rujlu abartı makyaj da tamam olunca çantayı taktı koluna… haydi bakalım, herkes kendi yoluna… Salına salına çıktı odadan. Son anda fark edince, aceleyle dönüp tuvalet masasının üzerinde bekleyen anahtarı, “Gel bakalım assolist!” diyerek kaptığı gibi çantasına attı.
Kırmızı Saab yağ gibi kayıyordu yolda. Elmadağ’daki kavşağa vardığında saat henüz onu gösteriyordu. Gülümsedi. Epey vakti vardı. Işıklar yanınca aşağıya, Dolapdere yokuşuna vurdu arabayı. Dolana dolana arka sokaklardaki bir tamirciye vardı. Tabelada Ümit Usta yazıyordu. Altında da “Her Derde Deva” … Okuyunca belli belirsiz gülümsedi; boşuna aklına gelmemişti!
Ümit Usta, her zamanki hayran bakışlarıyla hazır ve nazır bekliyordu. Kapısını bir hamlede açtı. “Buyurunuz, hoş geldiniz Aslı Hanımcım!” derken yeri öpecekti adeta. Bacaklarını ortaya çıkaracak şuh bir hareketle indi arabadan. Tabii ustanın yardımıyla… eli elinde… Adam ağzının suyunu zor toparladı. “Günaydın Ümit Beycim!” dedi, gizemli bir şekilde sokularak “bakalım bugün ümidim olacak mısınız?” Ardından histerik bir kahkaha patlattı. Ustanın gözleri parladı. “Ne demek efendim ne demek! Elbette!” “O zaman ofise geçelim mi? Biraz esrarlı bir mesele de…” “Ooo, yeni mi başladınız siz de? Hemen yardımcı olalım,” deyince usta, Aslı, son zamanlarda üst üste yaşadığı aydınlanmalardan birini daha yaşadı o anda. “Tanrım, ne büyüksün! Demek ki doğru yoldayım!” deyip son tereddüdünü de avuç içinden üfleyerek göklere gönderirken, usta kendisine zannettiği dudaktan çıkma kalpleri yakalayıp yüreğinin üzerine koymuştu bile. “Haa, o yol da var diyosunuz! Bilelim de… Şu an ihtiyacım yok ama hayat bu, belli mi olur? Peynir ekmek gibi oldu zaten! Sır olan lakin herkesin bildiği… Dileğim gerçekleşirse bir parti yaparız kutlama niyetine…” diye adama göz kırparken, aniden kulağına eğilip “ama siz yine de temkinli olun. Yerin kulağı var ne de olsa!!” diyerek vermiş olduğu gereksiz bilgiyle gerekli ayarı çekince ustaya, adam bir irkildi… Manidar bakışlarla dönüp merdivene yürüdü… o önde, kırıtmasına hayran usta arkada, demir basamakları çıktılar bir bir…
İş bittiğinde saat dörde geliyordu. “Tamamdır!” dedi Ümit Usta, “hiç merak buyurmayın. Her şey istediğiniz gibi ayarlandı. Tereyağından kıl çeker gibi hallettim.” “Ooo, harikasınız!” dedi Aslı, baygın bakışlarla. “O zaman çok yakında görüşeceğiz demektir!”
Süratle ayrıldı oradan. Eve gelir gelmez heyecanla içeri girdi. Neyse ki daha gelen giden yoktu. Hemen soyundu. Bakımsız, üzgün görüntü verecek ne varsa geçirdi üzerine. Saçını başını dağıttı. Sabahki makyajdan eser yoktu yüzünde. Gözlerini ovalayıp kan çanağına çevirdi. Nihat geldiğinde perişan görünüyordu. Adam sessizce topladı eşyalarını. Oturduğu koltuğun yanına gelerek “Kendine iyi bak! Bir şeye ihtiyacın olursa mutlaka ara. Dost kalmayı becerebiliriz sanırım,” dedi yumuşak bir sesle yüzünü arayarak. Aslı hiç sesini çıkarmadı, başını kaldırıp yüzüne dahi bakmadı. Sadece dökük sabahlığın cebinden çıkardığı araba anahtarını şöyle bir sallayarak hışımla uzattı. “Kalsaydı,” deyince, “Senden hiçbir hatıra istemiyorum geriye,” diye cevapladı sertçe. Adam anahtarı isteksizce alıp bir gölge gibi sessizce çıkıp gitti evden. Kapının kapandığını duyunca hemen yerinden fırlayıp cama seğirtti. Arkasından son bir kez bakmak istiyordu. “Elveda sevgilim!” derken belli belirsiz el salladı ardından.
Saat gecenin onunu henüz geçmişti ki beklediği telefon geldi: “Hanımefendi çok üzgünüz!” diyordu karşıdaki ses… “eşiniz, trafik kazası, maalesef…” “Hemen geliyorum!” dedi hıçkırıklar içinde, “konum atın lütfen!” Telefonu kapadığında hıçkırıklar kesilmiş, gözler garip bir ışıltıyla yanıp sönüyordu, bambaşka…