Kara bulutların mavi göğü kapattığı günlerden birinde, sahil kenarında oturuyordum. Böyle havalarda, denizin dalgalarından daha karışık olurdu düşüncelerim. Denizi izlerken huzur bulurdum. Yapım gereği biraz karamsar, çoğunlukla çaresizlikle umut arasında gel-git yapan biri oldum. Ama bazı anlar vardır hayatımızda, bizi değiştirir. İşte şimdi anlatmaya başlayacağım o günün, bu anlardan birinin ta kendisi olduğunu nereden bilebilirdim ki?

Bankta oturmuş, benden gidenleri düşünüyordum. Giden bazen bir sevgili, bazen en yakın arkadaşlarımdan biri oluyordu. Bazen ölüm uğrarken hayatıma, bazen de en sevdiğim karakter ölüyordu kitaplarımda. Şiirlerin mısraları, müziklerin notaları uyanmak istemediğim düşlere dönüşüyor ama her seferinde daha acı bir şekilde uyanmak zorunda kalıyordum o düşlerden. Ruhum karamsarlığa bürünmüşken sığınacak bir delik arıyordum, nefes alacak bir an.

Ben böyle kendi düşüncelerime dalmışken yanıma o oturdu işte. Yüzünde hafif gülümsemesi, elinde sıkıca tuttuğu fotoğraf makinesiyle biraz gizemli duruyordu. Gözümün ucuyla onu izlerken denize bakışını yakaladım. Bazı şairler şiirlerinde onun bakışını anlatmış, anladım. Sonra onun bana baktığını hissettim ve bu sefer direkt ona baktım, kahverengi gözlerine.  Hayatımı değiştirecek anlardan biri buydu. Ben bilmiyordum.  Sonra sesini duydum, bana söylediği ilk cümleydi bu:

-Affedersiniz, garip gelecek belki biliyorum ama korkmayın lütfen. Gözlerinizi ödünç alabilir miyim?

Böyle bir soru beklemediğimden şaşırmıştım. Bir insan başka bir insanın gözlerini nasıl ödünç alabilirdi ki?

– Gözlerimi nasıl ödünç alacaksınız, hem neden ödünç alasınız ki?

– Gözlerinizin fotoğrafını çekmeme izin verirseniz, onları ödünç almış olacağım.  Bu size daha da garip gelebilir ama ben cam göz koleksiyonu yapıyorum.  Fotoğrafını çektiğim gözleri çizer ve onlara benzeyen gözler yaparım. Sonra onları kavanoza koyar, hangi duyguyu ya da ifadeyi barındırıyorsa etiketlerim. Gülen gözler, ağlayan gözler, seven gözler…

– Peki neden benim gözlerim? Neden cam gözler yapıyorsunuz?

– Bu zamana kadar gördüğüm duyguları en yoğun olan gözlerden biri sizin gözleriniz. Neden böyle bir şey yaptığıma gelirsek bir hedefim var. Bütün duyguları barındıran gözler yapmak istiyorum. Bilirsiniz ki gözler ruhun penceresidir derler. Yaşadığımız bu dünyada hepimiz anlamlandırmaya çalışırız varoluşumuzu. Benim de varoluşumu açıklama girişimim bu, bütün gözleri topladığımda onlar da benim hikâyemi anlatacaklar göreceksiniz, görecekler!

 

Bu cevaplardan sonra ona karşı merakım daha çok artmıştı. Görebileceğim en ilginç insanlardan biri diye düşündüm. Ona gözlerimi ödünç verecektim ama karşılığı olmalıydı her şeyin. Onun hakkında merak ettiğim çok şey vardı.

 

– Sorunuzu cevapladığıma göre, siz de benimkini cevaplayacak mısınız?

– Tamam ama her şey karşılıklı olmalı benim gözümde. Size gözlerimi vereceksem eğer, siz de bana kendi hikâyenizi anlatmalısınız.

 

Benim bu sözlerimden sonra anlatmaya başladı. Size daha önce söylediğim anlardan biriydi onu dinlemek. Adının Rauf olduğunu öğrendim, çok kitap okuduğunu, çok düşündüğünü… Çok etkileyici konuşuyordu, her bir cümlesinde etkisi altına giriyordum. Kahverengi gözlerinden bir an ayırmadım gözlerimi,  o da ayırmadı.

Anlatmayı bitirdikten sonra, artık fotoğrafı çekebilir miyim diye sorduğunda gözlerimi oyup ona veresim gelmişti. İzin verdim çekti. Ama ondan ayrılmak istemiyordum, hem yapacağı cam gözü ve yapıştıracağı etiketi de merak ediyordum. Ona, onunla gidip gidemeyeceğimi sorduğumda şaşırdı, daha önce kimse ona böyle bir şey sormamış. İnsanlar ondan uzaklaşmış hep. Oysa kitap okuyan ve onun gibi bakan bir insandan korkulur muydu ki? İlk başta hayır dese de ısrarıma dayanamadı ve kabul etti. Kalkıp yürümeye başladığında peşine takıldım. İtiraf etmek gerekirse kenar mahallelerin birinde biraz derme çatma bir yer bekliyordum. Ama o benim oturduğum mahalleden çok daha iyi bir yere geldi. Evine girdiğimizde bir kütüphane dışında ilk defa bu kadar kitabı bir arada gördüğümü söylemeliyim. Bu kadar çok kitabın evi boğmasını beklerdiniz ama o kadar ferah bir evdi ki…

Rauf ilerledi ve bir odaya girdi. Bu oda evin biraz iç kısmında kalıyordu. İç kısmında diyorum çünkü kitaplarla dolu olan bu evin göründüğünden daha fazla odası var gibiydi. Kendimi sihirli labirentlerin birindeymiş gibi hissediyordum. Peşinden odaya girdiğimde küçük çaplı bir çığlık attım. Diğer odalardan farkı hiç kitap olmaması ve biraz daha karanlık olmasıydı. Burada ışık çoğunlukla raflar arasındaki aydınlatmalardan geliyordu ve evet, raflarda kavanozlar vardı. Kendimi bir masal dünyasındaymışım gibi hissettiğimden gülümsedim ve kavanozlara dokunmaya başladım.Burada öyle gözler vardı ki, iyi bir hikâye yazarıysanız her bir gözden onlarca hikâye çıkarıp yazabilirdiniz. Ben böylesine dalmışken gözlere, Rauf beni izliyordu. Korkup korkmadığımı sorduğunda ne diyebilirdim ki? Evet, ilk başta biraz korkmuştum ama şimdi kendimi bir masalda gibi hissediyorum. İyilerin tarafında mıyım yoksa kötülerin tarafında mı bilmiyorum. Ama o kahverengi gözlerin hatırına kaybedecek kötülerin yanında da kalabilirdim. Odada rafları saymazsanız,  oturacak iki sandalye ve üstü biraz karışık olan masadan başka mobilya yoktu. Sandalyesine oturdu ve gözlerimi çizmek için çalışmalarına başladı. Ben de onu izliyordum, o bu odada ki her şeyden daha çok ilgimi çekiyordu. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Olmuyor, yapamıyorum diye bağırdığında ona biraz ara vermesini söyledim. Bir şeyler içmek kafasının dağılmasını sağlayabilir ve onu rahatlatabilirdi değil mi? Bana gülümsedi ve haklısın dedi. Gülümsediği o an zaman benim için durmuştu. İleri ya da geri hareket etmiyor, bu kutsal anda öylece durmuş bizi seyrediyordu sanki.  Sonra içecek bir şeyler getirmeye gitti ve ben oturmaya devam ettim. Bu an gün içinde her şeyi değiştirebilecek anlardan biriydi. Kalkıp gitseydim şimdi her şey çok daha farklı olabilirdi.

Ayak seslerini duyduğumda gülümsemeye başlamıştım bile ama birden gülümsemem dondu dudaklarımda. Keskin bir acı hissettim, bedenime bir bıçak saplanıyor gibiydi ve aynı anda ben çığlık atamadan ağzım kapatılmıştı. Bu olamazdı, olmamalıydı. Böyle düşünürken Rauf’un fısıldamasını duydum kulaklarımda:

-Özür dilerim, özür dilerim. Ama gözlerin… Onları olduğu gibi çizemiyorum. Sonsuza kadar benimle kalmalarını istiyorum ama benim değiller. Çizemediğimi görünce sen de gidecektin zaten değil mi? En azından nefes alamadığım şu dünyada ormanlardan daha yeşil ve ferah gözlerin kalmalı benimle.

Gözyaşlarım akarken, ağzımı kapattığından ona istese sonsuza kadar kalabileceğimi söyleyemedim, sadece gözlerimle değil üstelik tüm varlığımla yanında olacağımı

Evet söyleyemedim, o da anlamadı. Beni öldürdü. Cesedimi nereye koydu, nasıl sakladı bilmiyorum. Beni arayacak, öldüğümü fark edecek kimsem yoktu zaten. Şimdi bana özel yaptığını söylediği etiketi olmayan o kavanozun içinden her günümü ona bakarak, onu izleyerek geçiriyorum. Tıpkı onun da bana baktığı gibi…