Uzanmışım kumsala Güneş damlar içime Kurumuş dudaklarımda Unutulmuş bir beste Yaşıyorum aheste
– Kıssana şu müziğin sesini kızım, biraz! Herkes seni mi dinleyecek?
– Aman anne ya! Bırak da bir tatil yapalım, ilk günden başladın, daha!
– Herkes tatil yapacak, kafa dinleyecek evladım; bırakırsan tabii! Kapılmışım rüzgâra / Savrulup gidiyorum
Şimdi çok uzaklarımda / Nafile telaşlarım
Hayattan çalıyorum.
“Hayattan değil, hayatlarından çalıyorsun! Allahümme sabirin! Aç, aç! Biraz daha aç!”
– Güzel şarkı dil’ mi? Bak, sen de bayıldın!
– Ni la bombe atomique / Un amor piatonique
Umudum yarınlarda; tatildeyim.
– Sen tatildesin ya gerisini kim takar? Sana diyorum, hu! Kıs biraz kıs!
– Aman anne ya, sen de bi aç, bi kıs!
– Kuzum size okulda ne okutuyorlar, acaba? İroni mironi, hak getire!
– Testtt!
– Aaa, iyi hatırlattın. Hadi bugünü es geç de bakalım. Yarın başlarsın artık.
– Aman ya tatildeyim ben!
– Onu anladık. Baksana kulaklıklar bile tatile çıkmış, nerede unuttun yine kim bilir?
– Bir elimde ayna var / Şair beni kıskanır / Yatmışım sere serpe, sahildeyim / Ooo…
– Ooo tabii! İşimiz var seninle. Madem çözmeyecektin, ne demeye taşıttın onca kitabı bana, otobüslerde?
– İçin rahat etsin diye!
– Efendim?
– Dedim ya, için rahat etsin diye!
– Benim mi?
– Evet senin. Alma desem, yol boyu başımın etini yerdin. On iki saat zaten; langıdı langıdı. Bir de seni çekemezdim hiç!
– Terbiyesiz! Ne halin varsa gör, Odaya gidiyorum ben. Sen de çok kalma. Güneş iyice yükseldi, haşlanmayasın sonra.
– Merak etme! Sürekli haşlandığım için alışkınım ben! Bak deniz kokusunun faydaları; kafam açıldı birden, ironi çıktı dilden. Ayrıca hiç zahmet etme, terbiyesiz demiştin! Ha, ha, ha!
“Oh be! Gitti sonunda! Hiç gitmeyecek sandım! En heyecanlı yerinde kalmışım zaten. Vır vır başımda, kudurttu beni! Nerde bu kitap? Hah, gel bakalım. Evettt, nerde kalmıştık?”
Kendini o kadar kaptırmıştı ki güneşin tam tepeye yükselip, şemsiyeyi alt ettiğini fark etmedi bile. Dili damağı kurumuştu. Uzanıp şişesini aldı. Başına dikecekti ki, soldaki dağ gözüne çarptı. Soluksuz kaldı!
“Vay be! Şu bizim Musa, Hogwarts’a amma da benziyor ha! Kaç senedir gelir gideriz, ilk defa fark ediyorum. Salak olma kızım ya, kitabı da ilk defa okuyorsun zaten. Aman ya kafa mı kaldı test çözmekten. Boş ver şimdi testi mesti de en heyecanlı yerindeydik. Çek bakalım içine mis gibi iyot kokusunu, kafalar yerine gelsin, dil’ mi?. Candır iyot, can! Oh be ciğerlerim bayram etti.
Evettt, nerde kalmıştık? Nasıl da heyecanlı ya, inanılmaz! Kadının hayal gücüne pes dedim, valla! Sen tut Quidditch diye koskoca bir spor yarat. Takım oyunu kur. Ortamını belirle, kuralını kaidesini koy, bir de kadın-erkek, süpürge üstünde uçurup, uçurup, oynat! Hadi ama ya ne çok konuştun yine, anan gibi, okusana artık!
Dur bir dakika, ya! Düşünsene! Akıllı babam, şu salak Dünya Kupası yüzünden bu cenneti kaçırdı. Neymiş efendim, zaten çok görmüşmüş, maçları öyle tatil yerinde kaç- göç izleyemezmiş, çok mühimmiş! Hâlbuki okusa, dünya kupasının alası burada. Onun yüzünden otobüslerde rezil olduk, dil’ mi?
He ya! Hanımefendi de uçağa binemeyince, arabadan da bir haber zati; Adrasan yolları taştan. Bunu okusa, ne yapar acaba?! Millet süpürge üstünde fır fır; düşer bayılır kesin! Ha, ha, ha!
Hadi ya, bırak dalga geçmeyi de başla! Bir an önce bitir şu bölümü de kaçalım. Güneş cayır cayır tepemizde! Tamam ya tamam! Amma da vız vızlandın! Bir şey olmaz merak etme. Okuyoruz işte! “
“Bayanlar, baylar… hoş geldiniz! Dört yüz yirmi ikinci Quidditch Dünya Kupası finaline hoş geldiniz!”
“Oha ya! Dört yüz yirmi iki! Düşünebiliyor musun hiç?”
“Şimdi de, bayanlar ve baylar, karşınızda… Bulgaristan Quidditch Milli Takımı. İlk olarak, Dimitrov!
…
“Şimdi de karşınızda… İrlanda Quidditch Milli Takımı!”
…
Harry, Envaigöz’ünün yan tarafındaki bir ayar düğmesini çevirerek oyuncuları yavaşlattı ve hepsinin süpürgelerinin üzerindeki “Ateşoku” yazısını ve sırtlarına gümüşle işlenmiş isimlerini gördü.
Potter, birden, locadaki yerinden ayaklanarak pelerininin altından çıkardığı asasını havada iki kere hızla, garip hareketlerle salladı. Ortalığı bir ışık seli kapladı. Bittiğinde süpürgesi zınk diye önüne gelivermişti. Atladığı gibi, aşağıya, aaa, plaja doğru süzülmeye başladı.”
Özge şaşkınlıklar içindeydi. Harry elini uzatmış, arabasına davet eder gibi onu süpürgesine davet ediyordu. Nutku tutulmuştu. Birden kararını verdi, ama böyle bikiniyle de uçulmazdı ki!
Hemen uzanıp pare osunu aldı. Sarındığı gibi, Harry’nin uzattığı eli tutup arkasına atladı. Birlikte Musa pardon Hogwarts’ın tepesine doğru uçmaya başladılar. Zirveye varıp, ardına dolandıklarında, yüz bin kişilik Quidditch sahası, yemyeşil uzanıyordu, altlarında. Özge hayretle bakakaldı. Meğer dünya kupası finali burnunun dibinde oynanıyordu da haberi yoktu.
Boşuna ‘Musa’yı Hogwart’sa benzetmemişim’ diye kıkırdadı. Tam o sırada başlarının üzerinden geçen bir Bludger’dan kurtulmak için Harry öyle ani bir dalış yaptı ki Özge az daha ateş okundan düşüyordu, zor toparlandı. Sıkı sıkı Harry’e sarıldı.
Rüyasında görse inanmazdı! Harry Potter’la süpürgesinde uçtuğu gibi bir de dünya kupası finalinin göbeğinde top koşturuyordu. “Peh, peh!” dedi “Şansa bak!”
Şöyle bir etrafına, daha doğrusu, gökyüzüne bakındı ki, aynen kitapta olduğu gibi, yedişer kişilik iki takım koşturur… “Ne koşturması canım, uçuyorlardı.”
Üç, üç, altı Kovalayıcı, Quaffle denen topu üç çemberin birinden geçirerek sayı yapmak için kıyasıya mücadele içindeydiler. Bir, bir, iki Tutucu yani kaleciler, Quaffle’ın çemberlerinden geçmemesi için dikkat kesilmişlerdi. İki, iki, dört Vurucu ise ellerindeki beysbol sopasına benzer sopalarla takımlarını Bludger’lardan korumaya ve var güçleriyle onları rakiplerine atmaya çalışıyorlardı. Özge, bu iki topun kendi iradesiyle uçup, elinden geldiğince fazla oyuncuyu süpürgesinden düşürmeye çalıştıklarını hatırlayınca, “Vauvv! Demek demin ucuz atlatmışız!” dedi.
En önemli pozisyon ise bir, bir, iki Arayıcı’nındı. Rakibinden önce Snitch’i görüp yakalamak ve maçı bitirmek için çılgınca inip çıkıyorlardı.
Özge, ilk başlarda kullanılan Sinicit denilen sarı renkli küçük kuşların nasıl kurban olduklarını anımsayınca içi burkuldu. Neyse ki Sihir Bakanlığı yasaklamıştı da artık Snitch denilen bu kanatlı toplar kullanılıyordu.
“Aman Allahım! Olamaz” diye bağırdı, birden Özge. Kanatlı altıntop yakalanamazsa, oyunun sonsuza dek sürebileceği gelmişti aklına. ‘Sonsuza dek!’ Bu kadarı da fazlaydı artık… Sanki bir kadehten başına ateşler dökülüyor, etraf fır fır dönüyordu kafasında. Midesi fena halde bulanmaya başlamıştı. Neredeyse kusacaktı. Kımıldamak istedi, her tarafı tutulmuştu.
Hızla Potter’ı dürtüp, avazı çıktığı kadar “Beni indirrr!” diye bağırdı. Harry duymuyordu bile! Kanatlı Top’u görmüş, heyecanla, “Orada işte, orada!” diye bağırarak, göğe doğru hızla yükselmeye devam ediyordu ki, Özge daha fazla dayanamadı, kendini bıraktı. Hızla aşağı doğru süzülürken, çıkan rüzgârın etkisiyle ferahladığını hissetti. Birden annesi göründü. Süpürge tepesinde hızla kendisine doğru yaklaşıyordu. Gözlerine inanamadı! Annesi ve süpürge! Olacak iş değildi.
Tam yere çakılacakken, tuttuğu gibi onu yere, sahanın ortasına doğru yavaşça indirip, uzattı annesi. “İyi misin, iyi misin yavrum!” diye sürekli kolunu dürtüklüyordu. Alnında bir serinlik hissetti. Gözlerini araladığında annesi alı al moru mor, ikiye açılmış bir kitapla onu yelpazelemeye çalışıyordu. Hayal meyal “Ateş Kadehi” yazısını okudu. Bu mu çarpmıştı yoksa başına? Oysaki üzerinde yemyeşil bir ağaç gölgesi, hafif esen rüzgârla tatlı tatlı salınıyordu.
Uzaklardan bir ses duydu; “Gelin, gelin! Çok şükür, gözlerini açtı!” diyordu annesi, ağlamaklı…