Tıpkı efendisi! Geberip gitti, yetmedi! Eremediği yere takke atacak ya, ardında bu mereti bıraktı, yadigâr. Hep derler ya sahibine çekermiş bunlar. Aynen öyle! Al birini vur ötekine. O da öyle değil miydi? Öküz gibi gözünü üstüme diker -trenim ya ben- hapsederdi, adeta. Bir hata yapsam diye nasıl da beklerdi. Hata dediğin de kendinden menkul… Hem savcı, hem yargıç ya, beyefendi! Neymiş efendim, o nasıl toz almakmış öyle? Sana ne lan, sa-na-ne! Sanki hayatta bir kez bile toz almışmış da. Ne gezerrr? Varsa yoksa akıl versin. Herkes aptal, o akıllı ya?
Sen de öyle, pek akıllı sanıyorsun kendini, dil mi? Ne bakıyorsun öyle tip, tip? Sana diyorum sana! Hey! Duyuyor musun beni? Gardiyan kesildin başıma efendin gibi. Hah dolaş peşimde dolaş, ayrılma sakın kıçımdan, emi! Al bakalım işte, örtü mörtü sil-ke-le-mi-yo-rum, şöööyle bir dolandım etrafından, hoppp, oldu da bitti maşallah. Hani var mı toz moz ortada? Yok tabii ki. Ne o beğenemedin mi yoksa?
Peki, gel bakalım o zaman. Gel de sen yap. Görelim hele bir. Gel, gel, kaçma. Bundan sonra böyle, madem bakacaksın öyle öküzün trene baktığı gibi. Bir de nereme baktığın belli olsa. Biri Şam’da, diğeri Bağdat’ta maşallah! Hah ver bakalım patini, ohhh pekiyi oldu, temizlikçi güzeli. Bak ben sana öğreteyim şimdi. Patini şu bezin üstünde tut, hah tamam aynen öyle, şimdi kuvvetle bastıra, bastıra sil bakalım. Salak, öyle mi dedik? Bastır diyorum sana, daha kuvvetle. Bakma öyle dik, dik. Bundan sonra böyle, dikersen gözünü üstüme, doğru iş başına, anlaşıldı di mi? Hadi bakalım naş, naş, şimdi.
Dirinden ne hayır gördük ki ölünden görelim, zaten, di mi ha? Sana diyorum, sana. Duyuyor musun beni, Müştak Bey? Ben mahkûm, sen gardiyandın mübarek. Gözün hep üstümde! Kala kala miras, bu öküz gözlün kaldı. Yaşama hapsetmiştin beni. Gardiyanın göz hapsinden, mahkûm da neylesin, hata üstüne hata yapardım elbet. Yok efendim, ne biçim toz alıyor muşum, yok efendim ne biçim yemek yapıyor muşum, çok harcamışım, çok akıtmışım, mışım da mışım. Şimdi de bu peşimde, sanki talimatlı gibi beni takip ediyor her yerde. Kafayı yiycem ya, diye söylendi Neriman Hanım. Her yeri öfkeden tir tir titriyordu. Kendini koltuğa bıraktı.
O kafa yorgunluğuyla, sızıp kaldı oracıkta. Rüyasında Müştak Bey gelip, yanağından bir makasçık alıverdi. O heyecanla uyandı, bir de ne görsün kedi tepesinde değil mi? Yanağına değdi değecek. Ayyy, noluyoruz diye yerinden fırlamasıyla soluğu oda kapısında alması bir oldu. Kedi de korkudan öte yana fırlamış, gözlerini dikmiş, bakıyordu yine öylece. Hemen odadan çıktı, kapıyı sıkı sıkıya kapadı.
Tövbe Yarabbi, diye söyleniyordu. Yoksa ruhu buna mı kaçmıştı? Amanın, Allah korusun diye, sıkı sıkı tahtalara vurdu. Hadi kızım hadi, dedi, en iyisi sen git yat, yoksa bitmez bu gece, diyerek yatak odasının yolunu tuttu.
Yatmadan, kapıyı kontrol etti. Sımsıkı kapalıydı. Oh be dedi, şöyle rahat rahat bir uyuyayım. Herif haymana beygiri gibi yayılırdı da büzüşür kalırdım sağ tarafta. Hadi şimdi gel de yayıl bakalım diyerek attı kendini yatağın üstüne. Tam ortasına bir güzel yerleşti. Işığı kapatıp uykuya daldı.
Gecenin bir yarısı, Müştak Bey’i gördü yine rüyasında. Uzanmış bir güzel yatıyordu yanında. Heyecanla uyandı, başucu lambasını yaktı hemen. Soluna dönüp baktı ki kedi boylu boyunca yatmıyor mu, yanında! Allah, Allah dedi kendi kendine heyecanla, ben kapıları kapatmamış mıydım? Yooo, kapatmıştım, hem de çok iyi hatırlıyorum. E, o zaman bu nesi? Nasıl girdi bu meret ta dibime, nasıl, diye söylenirken, kedi mışıl mışıl uyuyordu.
Şuna bak ya altı dönüm bostan, yan gel Osman, oh ne rahat! Uyuyacaktım güya. Nerdeee? Yediği naneye bak şunun, babasının yatağı sanki demesiyle kediyi tekmelemesi bir oldu. Kedi can havliyle fırladı. Neriman Hanımın kapıyı açmasıyla soluğu holde aldı. Kapı dannn diye üzerine kapandı. Yarın şuna da bir kilit yaptırayım da gör sen gününü diye söylenerek tekrar yattı Neriman Hanım.
Uykusunun en derin yerinde Müştak Bey karşısındaydı, yine. Gözlerini öfkeyle açmış, dik dik ona bakıyordu. Sonra birden dan diye tekmeleyip, Neriman Hanımı yataktan attı. Neriman Hanım ahhh diye uyandığında ne görsün, boylu boyunca yerde yatıyordu. Korkudan tir tir titredi. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Müştak diye seslendi gayri ihtiyari. Söyle bakalım diye bir ses geldi. Fırlayıp ışığı açtı. Kalçası da nasıl acıyordu. Bir de baktı ki kedi Müştak Bey’in yerine kurulmuş, bir güzel yatıyordu.
La havle vela dedi. Döndü kapıya baktı, kapalıydı. Nasıl girdi içeri bu meret, dedi, kendi kendine ama bir şey yapmaya da cesaret edemedi. Usulca yatağın sağ köşesine büzülüp kaldı öylece. İçinden, rahat yok bu dünyada bana anlaşılan, baksana, öte dünyadan bile yetişiyor bu herif , diye geçiriyordu.
Sabah uyandığında kedi halâ yanında yatıyordu. Pis musibet dedi içinden. Yavaşça kalktı, mutfağa geçti. Bir çay içeyim de kendime gelirim belki diyerek kahvaltıyı hazırladı alelacele. Çaydanlığı ocaktan alıp masaya dönmüştü ki ne görsün, kedi masada, Müştak Bey’in her zaman oturduğu yere kurulmuş oturuyordu. Oh maşallah, dedi, bir bu eksikti. Çayınızı nasıl alırdınız acaba diye hışımla seslendi. Tavşankanı diye bir ses geldi, anında. Neriman Hanımınsa kanı donmuştu, adeta.
Neredeyse elindeki çaydanlığı üzerine devirip yakacaktı kendini, zor toparlandı. Şaşkınlıkla gelip yerine oturdu.
Hayır olamaz, diyordu, içinden, hayır! Bana öyle geldi herhalde. Titreyen ellerle çayını doldurup yudumladı. Sakinleşmeye çalışıyordu. Limon koymadığını fark etti. Masaya da çıkartmamıştı. Kalkıp buzdolabına yöneldi. Döndüğünde çay kedinin önündeydi, üstelik de bir miktar içilmiş haliyle. Gözleri fal taşı gibi açıldı. Hiç sesini çıkaramadı. Çaydan vazgeçti. Sarsak hareketlerle kahvaltı etmeye çalıştı. Kedi karşısında oturmuş, gözünü dikmiş bakıyordu yine. Bir bir lokmalarını sayıyordu sanki. Doğru dürüst kahvaltı da edemedi. Korkudan tekrar çay koymaya da yeltenemedi.
O sırada telefon çaldı. Arayan annesiydi. Nasılsın kızım dedi. İyiyim anne dedi, kekeleyerek. Ne yapıyorsun deyince, hiç oturuyoruz Müştak Bey’le deyiverdi. Efendim, anlamadım diyordu annesi karşıdan, hayretler içinde. O ise duymadı bile, ahizeyi usulca yerine bıraktı, hipnotize olmuş gibi masaya dönüp toplamaya başladı. Müştak Beyse çoktan gazetenin spor sayfalarına dalmıştı bile.