Ne gözünü açıyor ne de konuşuyor velet! Yakasına yapıştığım gibi ortada yanan ateşe sürükleyiverdim. Akşamın karanlığında gaz tenekesinde yanan öteberinin alevleri meşale gibi yükseliyordu. Yaklaştıkça ısısı vurmaya başladı yüzümüze. “Hadi bakalım! Şimdi, ötme de görelim!” Kafasını ateşe sokup çıkarınca gelen sıcağın harıyla kıvranmaya başladı elimin altında. İster istemez açtı gözlerini. Sıra çenesinde… “Hah şöyle, adam ol bakalım! Otur karşıma!” Köprü altının briketten yapılma muhteşem koltuklarına çökertiverdim Allahsızı. “Ötsene lan!” Gürleyen sesimle korkudan gözleri yuvalarından fırladı fırlayacak. Korku dolu gözlerine hunhar bakışlarımla yüklendim. Tünedim tepesine. “Belli, hiç beni tanıyamamışsın daha! Hatırla bakalım, bu alemde ne derler bana?” “Haşmet Abi…” “Geç onu! Sonunda ne var, onu söyle esas? “Soyadını bilmem ki abi!” “Ne soyadı lan? Dalga mı geçiyon, adam mı seçiyon? Bu alemde kim ne etsin soyadını oğlum? Çenen gibi kafan da durdu, ha! Seni ne diye çığırıyorlar?” “Çolak!” “E, gördün mü bak! Peki, bana ne diyorlar?” “Haa!” “Haa, ya! Söyle de kulakların bi de senden işitsin. Unutmayasın artık!” “Külyutmaz!” “Ne o öyle lan, pısırık pısırık. Doğru dürüst söyle şunu! Çınlasın köprü altı! Sesin çıksın be!” “Külyutmazzzz…” “Hah şöyle, aferin! Peki ne demek külyutmaz? Onu da söyle bakalım.” “Bilmem,” derken ortada yanan ateşe rağmen tir tir titriyordu korkudan incecik bedeni. Gözleri yanan alevlerin ışığına düşen dev gölgeme kaydı. Beti benzi attı. “Bilmezsin tabii! Bacak kadar boyunla nerden bileceksin? Onun için bana kül yutturacağını sandın di mi, ahmak? Hiç, kül yutacak göz var mı lan, bende? Gelelim dersimize… Teneke dibindeki külden bahsetmiyoruz elbette. Demem o ki numara çekemezsin, ayak yapamazsın bana… Ezcümle ihanet edemezsin… etmez, değil! Şunu o kalın kafana sok! Bana ihanet edeni dünyaya geldiğine pişman ederim! Bastı mı şimdi kıt beynin?” Çıtırtılar arasında köprünün altına vurup dönen sesim kulağında çınlayınca ateşe rağmen tir tir titremeye devam etti, süt beyaz suratıyla… “Ne o? İki karış boyunla, iki gram aklınla bana kül yutturacağını mı sandın, salak? Daha fazla sabrımı taşırma. Tekrar soruyorum. Bugünkü hasılat ne-re-de?” “Yok, bende yok!” demesiyle kendini havada bulması bir oldu. Ben de sabır taşı değilim ya! Pıs pıs bi şeyler söylüyor. Otoyolun gürültüsünden anlamak ne mümkün. Kulak kabarttım, hala, “Bugün yok!” diyor namussuz. “Nasıl yok lan?” diye üzerine yürüyüp havalandırdığım gibi silkeleyiverdim veledi, baş aşağıya… Ne var ne yok dökülür nasıl olsa! Tek metelik düşmez mi yaa? Yok! Allah allah! Doğru söylüyor olabilir mi lan bu ezik? Ama olamaz ki… onu bıraktığım nokta şehrin en hareketli, en civcivli yeri… Onca insan gelip geçiyor, Taksimin göbeği… Millete cehennem bize cennet… Üç beş mutlaka atarlar yani. Yok, yok, başka bir iş var bunun içinde.
Bir çuval gibi fırlattım. Acıyla kıvranıyor. Aaa, şuna bakın hele! Sürüne sürüne kaçmaya çalışmaz mı, bi de? Artık beni kimse tutamaz! Gırtlağına yapışmamla havalandırmam bir oldu. Velet, tekrar ateşin ortasında, yüreği körük misali inip kalkıyor. “Bana bak! Çabuk öt. Yoksa halin duman. Daha da uğraşmam seninle. Geberip gidersin bu kuytuda. Kimseciklerin ruhu bile duymaz! Zaten kimin var ki şu düttürü dünyada? Birazdan bütün veletler damlar… Allah’ıma, kitabıma, onlar gelmeden konuş, yoksa hepinize ibret, yakarım alimallah neren olursa… Çolak değil, yanık derler sonra! Görürsün ondan sonra neymiş Haşmet külyutmaza ihanet etmek? “Tamam, tamam Haşmet Abi! Kulun kölen olayım bırak beni! Yarın iki misli getiririm sana.” “Lan, oğlum dalga mı geçiyon sen benle? Yarını, marını yok! Şimdi! Çalışmadın mı lan sen bugün?” “Çalıştıımmm…” “Eee, nerde paralarım, o zaman?” “Eee, şeyde…” “Evet!” “Şey, abi ya…” “Başlatma lan şeyine de meyine de… Doğru dürüst söylesene şunu… Nerde paralarım?” “Şeyyy…” “Bak yine şey diyor. Kes lan şu şeyi de dökül artık yoksa bakmam gözünün yaşına, yakarım çıranı. Hadi!!!” “Şey… Nemo’da…” “Nemo mu? Nemo da kim lan? Yeni yetmelerden biri mi yoksa? Kırarım bacaklarını onun ben.” “Yok, Haşmet Abi, yok! Kayıp Balık Nemo o…” “Kayıp Balık mı? Lan, bi de dalga mı geçiyon benle, şu halinle? Şimdi öbür kolunu da kırıcam, çifte çolak olucan. Sen bana sabır ver yarabbi. Bi altına mıçmadığın kaldı, hala geveliyon lan! Şimdi tokadı ye de aklın başına gelsin.” “Dur abi dur, yapma Allah aşkına. Filmdeki balığın adı o…” “Neee? Vay soysuz! Benim paramla bi de sinemaya mı gittin lan, utanmadan sıkılmadan? Sinema kim sen kim, lan? Senin filme ihtiyacın mı var? Hayatın film zaten!” “Söz, Külyutmaz Abi, valla Nemo’nun üstüne yemin ederim bir daha ayağımı basmam sinemaya.”
“Haşmet Abiii!!! Haşmet Abiii!!! Aç keseni… Geliyo Bitirimler Çetesi…”
“Tamam lan, kes şu zırvalamayı da uza hemen burdan! Çocuklara ne gözükeyim ne de yediğin haltı anlatayım, de… Yakarım çıranı… Yarın iki katı unutma! Kaybol şimdi!” “Tamam Haşmet Abi, tamam. Sen ne dersen o… Tövbe valla!” “Hah şöyle! Cin olmadan adam mı çarpcan lan? Yok öyle sinema minema. Bak, bi gittin hemen hayınlık ettin. Zehrin üstüne zehir iyi gelmez adama. Yürü git!”
Ne söylense ne yapılsa, Nemo kanına girmişti bir kere… İhanet, vızır vızır… beyninde, yüreğinde…