Müzeyyen çaktırmadan masadaki isim etiketlerini kolaçan etti. Behice Hanım kendini ve kocasını Kralın iki yanına yerleştirmişti. Tevfik Beyin adı diğer uçtaydı. Ürdün Kralıyla yakınlığı olmasa Tevfik Bey’i de davet etmezlerdi ya… Tevfik Bey, Kralın yanında İngiltere Büyükelçisiyle konuşuyordu. Kadınlar koltukların ucuna yerleştirilmiş süs eşyaları gibi görünüyorlardı. Pencerenin önünde yalnız başına, bir tek Müzeyyen dikiliyordu. Aşağıda Ankara’nın ışıkları…
“Kaçıncı kattayız?”
“Üç.”
Durduk yere Esat’taki evi hatırladı. Ah deli Müzo, futbolcudan koca mı olur insana? Bir de anasına kızıp kendini pencerelerden atıverdin. Meleklerin olmasa çoktan boylamıştın tahtalı köyü! Melekler değil, anan korudu seni. Garip anan, Göközlü şarkıcı Zehra…
Birlikte şarkı söyledikleri kına gecelerinden birine götürdü küçük Müzeyyen’i. Köyün dam denilen ahırlarından biri. Gaz lambalarının cılız ışığında anasıyla beraber göbek atıyor. Şaştım! Ayşe’nin elinde darbuka, Karabacakların Huri tef çalıyor… Bursa’nın ufak tefek taşları… Bursa’nın…
“Merhaba… Nasılsınız?”
İngiltere sefiresi Victoria’ydı konuşan. Elinde şarap kadehi, ikinci dünya savaşından kalma eldivenleri ve başından hiç eksik etmediği yapma çiçekleriyle onu tanımamak mümkün değildi.
“Teşekkür ederim efendim. Sizleri sormalı.”
Kadın rahat anlasın diye yavaş yavaş konuşmaya özen gösterdi.
“Şarkıcı olduğunuzu söyledi Behice Hanım. Ne söylüyorsunuz?”
Bu şarkıcı lafına fena takardı normalde ama kadıncağız zaten zar zor Türkçe konuşuyordu. Takılma Müzo! Geç gitsin!
“Şarkı…”
Yaşlı kadın anlayamayınca, açıkladı Müzeyyen.
“Şakıcıyım ya, şarkı söylüyorum işte!”
Sonra bastı o meşhur kahkahalarından birini. İngiliz sefiresi gülümsedi yalnızca. Şarap alması gerektiğini söyleyerek uzaklaştı yanından.
Bursa’nın ufak tefek taşları… Bursa’nın…
Gözünün ucuyla olanları izleyen Tevfik Bey, Kraldan özür dileyip yanına geldi. Ona doğru yürürken yüzündeki ifade değişmiş, sefir bakışları yumuşamış, sevgiyle aydınlanmıştı.
“Niye kıs kıs gülüyorsun… Bir işler karıştırdın yine değil mi?”
Müzeyyen omuz silkti.
“Yok vallahi… Ne okuyorsun diye sordu, şarkı dedim. Bozuldu.”
Tevfik Bey elini tutunca etrafındaki her şey, herkes kayboldu. Ziya Enişte’yle el ele yürüyorlardı Koza Han’da. Mor atlas kumaşı seçmişti Müzeyyen.
“Aferin benim kızıma. Süslü olacaksın sen. Boşuna Müzeyyen demedim ben sana. Senin hikmetin etrafına güzellik saçmak… Sesin güzel oldukça, güzelleşecek bu dünya…”
“Söyleseydin ya, dünyaca ünlü bir ses sanatkarı olduğunu.”
“Aman sen de… Elin kokanasına anlatmaya çalışsam ne olacak? İlgilendiğinden değil, ayıp olmasın diye sordu zaten!”
“Benim Kralın yanına gitmem lazım şimdi. Uslu çocuk ol!”
Müzeyyen muzip bakışlı gözlerinden birini kırptı.
“Garanti edemem!”
Tevfik Hamza elini bırakmadan önce yanağına bir öpücük kondurdu. Müzeyyen ağlayacak gibi oldu durduk yere. Küçük Müzeyyenin annesi onu bırakıp teyzesinin yanına gittiğinde içini saran kara boşluk geldi yine üzerine…
On bir yaşında… Babaannesinin cebinden çaldığı Arap harfli banknot… Arada kopukluklar. Çekirge’den Bursa’ya gelişini hatırlamıyor. Yalova’dan vapura binişi. Denizin uçsuz bucaksız maviliği. Kendini çok güçlü hissettiği bir anda patlayan fırtına. Kadınlar çığlık atarken, camlar zangırdarken gürültüyle bir kenarda derdest oluşu…
Bursa’nın ufak tefek taşları… Kalem olmuş o yârimin kaşları…
“Ah pardon Müzeyyen Hanım, istemeden döküldü!”
Kucağında büyüyen şarap lekesine baktı. Paris’ten binbir zorlukla getirdiği payetli elbisesinin beyazlığında… kırmızı… kan lekesi gibi büyüyordu inadına. Behice Hanım’ın bunu özellikle yaptığını biliyordu. Nefret ediyordu hepsi ondan. Suudiler, Türkler, İngilizler… Birileri bir şartname yazmıştı bir yerlere. Büyükelçi eşi şöyle olmalıdır, böyle olmalıdır. Kutu bebeği gibi şaşkın şaşkın bakınıyorlar dünyaya. Gözlerinin önlerinde şeffaf bir perde. Hayat akıp gidiyordu onlar uzaktan izlerken. İnadına yaşaman lazım be Müzo, inadına eğlen bu hayatta…
“Ne önemi var efendim. Namus lekesi değil ya, sileriz geçer.”
Keşke savurmasaydın elini havada. Kadının yüzüne şaplak gibi indi. Aman sen de… Tokat vurmak lazımdı aslında. Şükretsin dövmediğime…
Behice Hanım vaz geçecek gibi değildi. Kalemle çizilmiş sağ kaşını kaldırdı.
“Bir şarkıcının ahlak dersi vermesi ne kadar da talihsiz, değil mi?”
Bel altı vurmaya başlamıştı Osmanlı artığı kokana. Besbelli kendini valide sultan sanıyordu, Osmanlı’dan kalma Köprülü ailesine gelin gitti diye.
“Ben işimi yapıyor, paramı kazanıyorum Behice Hanım. Başkaları gibi kocamdan para dilenmiyorum. Siz namussuzluk diyebilirsiniz ama dilencilikten daha şerefli bir hayat yaşadığım aşikâr.”
Müzeyyen zaferinden memnun, yine çarpık gülümsemesini yerleştirdi yüzüne. Tek kaşını kaldırdı rakibesi gibi. Behice Hanım sinirlenmeye başlıyordu. Bu seviyesiz kadının katıldığı her resepsiyon seviyesiz bir hâl alıyor, mahalle kavgasıyla bitiriyordu.
“Gazetelerde okuduk geçen gün Müzeyyen Hanım. Altı koca bavul giysi getirmişsiniz Paris’ten. Artık kaçakçılığa da başladınız zahir!”
“Vergilerini ödemeye hazırdım. Beyanatlarını kendim verdim…”
“O zaman ne diye Suudi Büyükelçiliğinin malıdır diye açıklama yaptınız?”
“Ben öyle bir açıklama yapmadım. Siz de biliyorsunuz, büyükelçiliğin baskıları yüzünden el kondu valizlerime.”
“Ankara’da terzi mi kalmadı? Ne işiniz var Parislerde?
“Konserim vardı efendim. Lido Gazinosu ara ara konser talep ediyor.”
“Beynelmilel çalışıyorsunuz, öyle mi?”
“Hayır efendim, ben ülkemi temsil ediyorum. Türkiye Cumhuriyeti’nin başı dik kadınlarını takdim ediyorum ecnebilere.”
“Size ihtiyacımız yok. O işi biz dış işlerindeki hanımlar layıkıyla yapıyoruz.”
Müzeyyen’in tepesi atmıştı. Burnundan soluyordu. Ağzına gelen sözleri yutmaya çalışırken Ürdün Kralı Hüseyin yanlarına geldi.
“Hanımlar nasılsınız bakalım? Neler konuşuyorsunuz kendi aranızda? Biz erkekleri ilgilendiren bir konudur umarım.”
Behice Hanım hemen atıldı: “Müzeyyen Hanım’ın sahne hayatından konuşuyorduk. Kendisi sefire olmadan önce şarkıcıydı.”
Ürdün Kralı gözlerinin içine bakarak konuştu. Şefkat ve hayranlık vardı.
“Bunu duyduğuma çok üzüldüğümü ifade etmek isterim. Ama olsun, sizi mutlu görmek bizim için kâfi. Bundan böyle eski plaklarınızla idare ederiz.”
Behice Hanım sendeleyip bindallı desenli eteğine takıldı.
“Aman Haşmetmeapları, siz Müzeyyen Senar mı dinliyorsunuz?”
“Elbette… Babamın bozulan ruh sağlığının tek ilacı Müzeyyen Hanım’ın şarkılarıdır. Onun plaklarını dinleyince sakinler.”
Tevfik Hamza elini Müzeyyen’in omzuna attı.
“Majesteleri, Müzeyyen Hanım bütün Orta Doğu’da sevilen, sayılan bir ses sanatçısıdır.”
Müzeyyen peçeteyi kucağına örttü. Göz yaşlarına engel olmak için dudaklarını ısırdı. Şu lanet olasıca duygusallığı!
Viktoria Hanım konuyu tam anlamamıştı. Kocasını kenara çekip halkaya katıldı.
“Eee… Müzeyyen Hanım ne türden şarkılar söylüyor?”
Müzeyyen çenesini hafifçe yukarıya kaldırdı.
“Ben şarkı söylemiyorum efendim, güftenin hikâyesini anlatıyorum.”