Cuma, haftanın son iş günü. Pazartesi yılın son günü. Öğleden sonra parti yapılacak şirkette, her yıl olduğu gibi. Elimdeki işleri bu akşam bitirmeliyim ki, hafta sonunu kafamı dinleyerek geçireyim. Bir yılın tortusu iki günde eritilebilir mi? Olsun, yine de deneyeceğim. Partiye kafam dinç gitmeliyim.
Firmamıza ait dev gökdeleninin otuz üçüncü katındaki odamdayım. Yüksek işlem kapasiteli kişisel bilgisayarımın ekranındaki sayılar kalabalığına bakıyorum son iki saattir aralıksız. Gözlerimde bir batışma başladı. Normal. Gözünü kırpmadan ekrana kilitlenirsen olacağı budur. Yüzüme su çarpmak için dışarı çıktım. Çalışanlar hareketlenmeye başlamıştı. Bugün de erken kaçacaklardı, her Cuma olduğu gibi. İlk memuriyetim geldi hatırıma. Ben de böyle mi yapardım, erkenden kaçmak için. Asla. En son ben çıkardım. Kaç tane takdirname aldığımı unuttum. Sonra özel kuruluşa geçince faydasını gördüm. Patronlar akıllı adamlar. Sonunda finans müdürlüğüne kadar yükseldim. Sadece yönetim kuruluna karşı sorumluyum. Bu akşam yıl içindeki hareketliliğin dökümünü yapıp masalarına koyunca yıl sonu özel primini hak ettiğimi anlayacaklar.
Temizlik personeli bile erken başlamıştı bugün. Saate baktım, öğleni çoktan geçmiş, üç olmuş. Dörde doğru neredeyse kimse kalmayacaktı. Çalışan kızlar mutlu bir telaş içinde koridorda koşuşturuyor… Kısık sesli konuşmalar, küçük gülüşler odama kadar geliyor. Gençlik işte. Bir
saat erken çıkmayı mutluluk sayıyorlar. Kararan ekranı yeniden açtım. Tüm rakamlar üstüme hücum etti. Alışığım rakamların üstüme gelmesine de, nereye kadar diye düşündüm bir an. Yaşım geçiyor. Bir – iki küçük kaçamak dışında yuva kuramadım. Bu da benim kaderim diye katlandım. Yapacak bir şey yok. Armudun sapı, üzümün çöpü dersen sonunda olacağı bu. Bu arada işin yarısını bitirmiştim ki, kapı çalındı. Girin dedim gırtlağımı temizleyerek. Pür makyaj yönetici sekreter Ayfer hanım göründü. Bir taç gibi kabarttığı saçlarıyla başını uzatarak, iyi akşamlar Kıvanç bey, dedi; ben çıkıyorum. Bir arzunuz var mıydı? Hiçbir ricam yok diye cevap verdim. İyi akşamlar size.
Teşekkür edip çıkarken yüzündeki gülümseme içimi ısıttı. Kapıyı kapatırken son gördüğüm yüksek ökçeli siyah rugan ayakkabısı oldu. Daha sonra kararlı adımlarla uzaklaşan ayak sesleri. Arkasında hafif bir parfüm kokusu bırakmıştı. Başımı ekrandan kaldırdım. Sesleri dinledim, kısa süre sonra koridordaki telaşlı akşam gürültüsünde kayboldular. Firmadaki hiçbir kadınla gönül maceram olmamıştı. Buna özellikle dikkat ediyordum. Ama bu kadın başkaydı. Ne zaman karşılaşsak yüzündeki gülümseme farklıydı. Yoksa bana mı öyle geliyordu bilemiyorum. Bir ara patronlardan biriyle adı çıktı denmişti. Fakat bu dedikodu fazla uzun sürmedi. Aslı varsa her iki tarafı da tebrik etmeli. Alımlı, olgun bir kadın. Ortadan biraz uzun boylu, balık etinde. Erkeklerin arzu edebileceği bir tip. Ama ben,dedim ya o taraklarda bezim yok. Olsa olsa uzaktan ciğere bakan kedi misali. Erkek milleti arkadaş, olacak o kadar diyerek ekrana yoğunlaşmaya çalıştım.
Son çalışanlar da gitmiş olmalıydı. Koridora derin bir sessizlik çökmüştü. Aşağıda güvenlik, yukarıda ben kalmıştık. Odamda sessizlik hâkimdi, klavye sesini saymazsak. Sıkı çalışırsam saat dokuzdan önce bitirebilirdim yıllık dökümü. Pazartesi sabahı yönetim kurulu başkanına vereceğim rapor hazır olurdu. Yaklaşık iki saattir çalışıyordum. Sırtımda bir ağrı vardı. Doğruldum oturduğum yerde. Geriye doğru vücudumu esnettim. Karnım da acıkmıştı. Telefon edip yemek söyledim. Gözlerim yanıyordu. Ayağa kalktım. Odada bir tur attım. Bacaklarım keçeleşmişti.
Yüzümü yıkamak için gittiğim lavabodan dönerken asansör sesi koridora yayıldı. Yemeğim geliyor olmalıydı. Yanılmamışım. Aldığım paketi açarak yemeye başladım. Yarısına gelince tıkandım. Herhalde hızlı yemiştim. Ara verdim. İkinci masadaki tüm sistem verilerini içeren ana bilgisayarı açtım. Muhasebedeki çocuklar iyi çalışmışlardı. Yıllık veri tabloları karşımda duruyordu. Son bilgileri kişisel bilgisayarıma aktarmak için gönder tuşuna basmak üzereyken bir ses duydum sanki. Elimi çektim klavyeden. Ne yalan söyleyeyim biraz ürpermiştim. Rüzgâr sesi, damlayan su sesi, belki bir gece kelebeğinin kanat sesi. Değildi. Hiçbiri değildi. Tam anlayamamıştım ne sesi olduğunu. Farklı bir sesti bu. Kımıldamadan oturdum. Sesi bir daha duymak istiyordum. Duyduğum sadece kendi nefes alış verişimdi. Saatime baktım. Bana oldukça uzun gelen beş dakika geçmişti sadece. Yeni bir ses gelmedi. Yanıldığımı düşünerek ana bilgisayardaki tuşa bastım. Veriler belli bir hızda kişisel bilgisayarıma akmaya başladı. Arkama yaslanıp transferin bitmesini bekleyecektim artık. Koridora çıkıp otomattan bir kahve aldım. Birkaç yudum içtim. Biraz daha bekleyip içeri girdim. Transfer tamamlanmıştı. Kişisel bilgisayarımın başına geçtim. Tüm içeriği sıkı sıkı kontrol ettim. Bir eksiklik ya da hata görünmüyordu. Mükemmel bir iş çıkarmıştım. Saat bu arada dokuzu geçmişti. Yazıcıya gönderdim. On saniye sonra yazıcı cızırtılı bir sesle çalışmaya başladı. Yüz sayfa basılacaktı. Nereden baksan on dakika sürer. Kahvemi bitirmiştim. Ayaklarımı pencere kenarındaki kalorifer peteğine uzatıp arkama yaslandım. Yazıcının sesini dinlemeye başladım.
Neredeyse duyduğumu sandığım sesi unutmuştum. Bu defa daha net duydum. Birisi yürüyordu. Oturuşumu bozmadan dinlemeye başladım. Bu ses topuklu bir kadın ayakkabısından geliyordu. Yavaş yavaş hatta dura dura yürüyordu. Ayak sesleri gittikçe daha net duyulmaya başladı. Yaklaşıyordu. Tam yerimden kalkacaktım ki, ses birden kesildi. Oturmaya devam ettim. Az sonra benim odama yakın bir ofisin kapısı açılıp kapandı. Koltuğumda çakılı kalmıştım. Bu saatte kim olabilirdi? Merakımın yerini tedirginlik alıyordu. Güvenliği arasa mıydım? Vazgeçtim. Kıvanç bey sizden başka kimse yok ki binada, diyeceklerini biliyordum. Öyleyse duyduğum bu ses neydi? Ne olursa olsun diyerek kalktım yerimden. Koridora çıktım. Kimse yoktu. Odama döndüm. Basılmış kâğıtları yazıcıdan çıkarıp ayrı ayrı zımbaladım. Dosyalarken ayak seslerini yine duydum. Odama doğru yaklaşıyordu. Acaba kimdi bu ayak seslerinin sahibi? Gecenin bu geç vakti ne arıyordu binada?
Merakım korkuya dönüştü bir anda. Son zamanlarda okuduğum polisiye kitaplar ve izlediğim filmler geldi aklıma. Yok canım dedim kendi kendime. Gülmeye çalıştım. Olmadı. Ne olursa olsun diye yerimden fırladım. Kapıya gelmeden ayak sesleri yine kesildi. Durdum, odadan çıkamadım. Biraz bekledim. Yerime otururken kararlı adımlar atan ayak seslerini yeniden duydum. Evet, bu tarafa doğru ilerlediği kesindi. Her kimse o, burada odamda karşılayacaktım. Önümdeki işe yoğunlaştım. Kapıya bakmayacaktım. Raporları dosyalamaya devam ettim. Ellerim titriyordu. Ağzım kurumuştu. Bir yudum su içtim. Ayak sesleri iyice yaklaştı. Şimdi tam kapının önündeydi. Başımı kaldırıp yüzüne bakamıyordum gelenin. Fakat siyah rugan ayakkabıları görüyordum. Bu oydu: Ayfer hanım! Ne işi vardı bu saatte? Nasıl girmişti içeriye? Güvenlik hiçbir bilgi vermemişti. Oysa cin gibi çocuklardı hepsi.
Hâlâ yüzüne bakamıyordum. Masama yaklaştı. Kokusunu tanımıştım. Giderken odamda bıraktığı koku. Bu ne çalışkanlık Kıvanç bey, dedi; çok yoruyorsunuz kendinizi. Sesim çıkmıyordu. Artık oturduğum koltuğun yanındaydı. Soluğunu duyabiliyordum. Elini omuzuma koydu. Eğilmiş olmalı ki, ılık nefesi ensemdeydi. İçim bir tuhaf oldu. Yüreğimde birkaç yıldır ona karşı duyup da bastırdığım hisler birden canlandı. Ayfer hanım bu saatte çalışmak için gelmemişti. Unuttuğu bir şeyi almak için de. Acaba onun bana karşı şimdiye kadar söyleyemediği hisleri vardı da fırsatını bu akşam mı bulmuştu? Tedirginliğim tatlı bir heyecana dönüştü. Şimdi masanın üzerindeki evrakları elimin tersiyle yere atıp yıllar önce seyrettiğim Postacı Kapıyı İki Kere Çalar filminde olduğu gibi bir çılgınlık yaşayabilir miyiz, diye düşündüm bir an. Halâ yüzüne bakmamıştım. Burun deliklerinin ihtirasla açılıp kapandığına eminim. Ağzı da yarı aralık olmalı, dudakları ıslak. Hiç beklemediğim, fakat zaman zaman hayal etmekten de geri durmadığım bir fırsat yanı başımdaydı. Artık geri dönüşü yoktu bu ânın. Gittiği yere kadar gidecekti. Anlaşılan bizim yeni yıl kutlamamız erkene alınmıştı. Yavaşça oturduğum sandalyeden kalktım. Tam arkamda duruyordu. Ayfer hanım beni çok mutlu ettiniz bu gece diyerek sarılmak üzere döndüm.
Aman Allah’ım o da ne!? İçeride kimse yoktu.