Bu onunla aynı seansta on yedinci karşılaşmamızdı. Kazablanka filminde ise beşinci karşılaşmamızdı. İkimiz de ilk dönem filmler bölümündeki salonları seviyorduk. Platin sarısı saçlarını hep farklı şekillerde toplardı ve ben hep gri giyinirken o rengârenk giyinirdi. Gidip yanına oturdum yine görmezlikten geldi. Koltuğun kolçağında kalan ceketini çekti. İlk karşılaşmamızda da aynı hareketi yapmıştı. Dün gibi hatırlıyorum Asi Gençlik filmine girmiştim salon ışıkları çoktan sönmüştü. Ceketini çekerken ilk defa görmüştüm gözlerini ve o gözlerde beni ona çeken bir şey vardı. Filmin tanışma arasında kendimi takdim ettim, kısık bir sesle “ismim Nil, memnun oldum” dedi. Sonra bir sürü şey anlattım dinler gibi oldu bir şey söylemeden yerine döndü. Ondan sonra hep denedim. Her zaman dinliyordu ama bir dilsiz kadar sessizdi. Ben bunları düşünürken tanışma arası verildi. Tanışma arası salonunda kokteyl masasında beni beklerken buldum onu.
“Yeni bir ara bölüm sinema açıyorlar. İki bin otuz ve iki bin kırk filmlerini ayırmışlar.”
Dinliyormuş gibi gözlerime baktı.
“Çok iyi oldu iki bin otuz sinemasını sevmiyordum. Hep aksiyon ya da kara veba salgını konulu filmler. Kırklar öyle mi oysa sürrealist sinema çok etkileyici.”
Ceketinin içine elini uzattı, elbise griden yeşile döndü. Artık gözleri gri gözüküyordu.
“Benimle gelir misin?”
Yine sessizlik.
“Biliyor musun her işi yapan robot yaptılar ama senin yerine konuşacak hiçbir şey yok.”
Sessizce sinema salonuna döndü.
“Bak buna tanışma arası diyorlar” diye mırıldandım ardından.
Ertesi gün Cennetin Doğusu’ndaydı. Pek James Dean sayılmazdım ama yakışıklı olduğumu düşünüyordum. İki sıra önüne oturdum. Gelip yanıma oturdu. “Elden ele” arasında çikolata sepetini elimden alıp arka sıraya uzattı. O kadar sessiz davranıyordu ki. Bütün bu sosyal ilişki araları bir işe yaramıyordu işte, filmi bölmekten başka. Her etkinliğin içine tanışma arası konulması zorunlu olmuştu ama hiç tanışıp bir ilişkiye giren görmemiştim. Her işi robotların yaptığı bir dünyada insanlar yalnızlıklarını da robotlarıyla paylaşıyordu. Benim de evimde dişi robotlarım vardı. Asyalısı, siyahisi her türünü almıştım. Cinsel yönden işe yarıyor olabilirdi ama insanın bir robota dertlerini anlatması ya da gözlerine bakarak şiir okuması mümkün değildi kendimce. Tanışma arasında yanıma geldi.
“Özledin mi?”
Bön bön baktı gözlerime cevap vermedi. Konuşmadık, ellerini tuttum, kaçırmayı denemedi.
“Niye cevap vermiyorsun?”
Her gün olduğu gibi üç film seyredip çıktım. Kitap-okuma-hanelerden birine gittim. Salonlardan birine rastgele girdim. Colette’in Avare Kadın kitabını okuyorlardı. Bana düşen bölümü okuyup çıktım. Dinlemek istemiyordum, tek derdim birilerine seslenmekti. Belki birilerine hitap ederken kendi sesimi duymak istiyordum. Nezaketsiz bir davranıştı. Belki bir daha salona almazlardı.
Göl kenarında bir enstrüman merkezi vardı. Keman alıp gölün kenarında çaldım biraz. Enstrümanların sesleri birbirine karışmasın diye azaltılmıştı. Vakit geçmiyordu bir türlü; eve-gitme saatine kadar ne yapacağımı bilmiyordum. Eskiden insanların işleri vardı oysa. Şimdi zorunlu ev dışı saatlerimiz. Yirmi yıl kadar önce herkes ölene kadar sanal dünya kasklarına kendilerini hapis edince dünyadaki tüm devletler benzeri yasalar çıkarmıştı. Sanal dünya insanı kendine hapis etti mi, insan kendi pisliği içinde açlık ve susuzluktan ölünceye kadar çıkmıyordu. İşte böylesine bağımlı olmaya zaafımız vardı. Vakit geçsin diye yürüye yürüye evime döndüm. Sanal kaskım ve ev içi robotlarım beni bekliyordu. Sabaha kadar sanal dünyaya girip sabaha doğru uyudum. Yeni gün günlerden pazardı. Koşar adım sinema yerleşkesine gittim. İlk dönem filmleri salonlarından üç tanesini karanlıkta gezdikten sonra buldum onu. Yastık Sohbeti filmini seyrediyordu. Daha önce kaç kere seyrettiğimi bilmiyordum ben de ekranı değil onu seyrettim yine. Tanışma arasında yine yanıma geldi.
Konuşmadım. Birbirimizin gözlerine baktık. Yalan yok hiç kaçırmadım gözlerimi ne de o kaçırdı.
Sonraki birkaç gün böyle geçti.
Sonra bir gün durup dururken “Konuşmayacak mısın artık?” dedi.
Sesini duyduğumda ilk defa insan sesi duyan bir sağır gibi hissettim. Gözlerimi görmüyordum ama parladıklarından emindim. Gülümsedim, gülümsedi.
“Sesini duymak, güzel.”
“Benden ne bekliyorsun?”
“Arkadaş olmak.”
“Kendine bir robot almalısın.”
“Ben seni istiyorum.”
“Robotum da istiyor!”
“Robotun sen istediğinde istiyor. Ben istemediğin de, kendini kötü hissettiğinde de isterim. Ben senin hoşlandığın şeyler ezberletilmiş bir yapay zeka değilim. Belki de hoşlanmadığını düşündüğün şeyleri denemen için bir fırsatım” dedim, güldü.
“Bence sadece sevişmeliyiz” dedi.
“Ben konuşmak da istiyorum” dedim.
“Konuşunca alışıyorsun. Bağımlı hale geliyorsun ama yine de yorulunca konuşuruz” dedi.
Elbisesini maviye ayarladı. Daha yeşil gözüküyordu artık gözleri. Birlikte evinin kapısında eve-gitme saatini bekledik.