Şok… Şok… Şok…
İşte yeni Tanrıçanız huzurlarınızda… Aslında yeni değilim elbette! Hiç yeni Tanrıça olur mu? Olmalı eski mi eski … Tarih öncesi… taa ki antik çağlardan, hatta daha ötesinden… Tabiidir ki ben de oralardanım… Hadi canım uydurma! Ne Tanrıçalar biliyoruz, Yunan, Roma, Hint, Türk, İskandinav da… seni niye duymadık ki? Hem ne biçim isim o öyle, dediğinizi duyar gibiyim. Doğrudur. Haklısınız. Bunca zaman nerelerdeydim? Madem vardım da ne diye haberiniz yok, öyle değil mi? Açıklamasam yine ruhunuz bile duymaz ya! Hadi neyse! Kimin umuru bitmez tükenmez ev işleri? Nasıl olsa yapıyor birileri… de… o birileri de her nedense hep kadın milleti… Hemen çıkıntılık yapmayın lütfen, ama ben, diye sayın baylar! İstisnalar kaideyi bozmuyor ki… İşte bu kaidenin kaidesi de tarih öncesinde çakılmış kadının kara bahtına. Nasıl bir çakmaysa çıkmıyor bir türlü… Hep bu Zeus’un işi… Ama ahdettim, bitireceğim bir gün bu pisliği…
Ne zaman ki insanlık geçmiş yerleşik düzene, keşfetmiş tarımı, sonu gelmiş Tanrıçalı anaerkil düzenin. Âdem milleti uyanınca tensel ilişkiyle bebek arasındaki muhabbete, vay be demiş, işin aslı bende. Başlamış yavaş yavaş Ataerkil, Tanrı düzeni… Sanki tarla olmasa tohum işe yarayacakmış gibi… Son bilmem kaç yüz bin yıldır canına okunmakta Havvaların, intikamı alınırcasına o geçen yılların.
O geçen yıllarda, ana, kendi kendine ürüyor ya… Amanın, şu güce bakın! Tam bir Tanrıça… Kutsal bir varlık… Baş tacı o zamanlar. Baba diye bir şey yok ki! Bebeğe en yakın erkek, kadının kardeşi, bildiğiniz dayı yani… Anladınız şimdi, di mi? Bu topraklarda kullanılan “Bir dayın olacak arkanda bu hayatta illâki!” deyişi taa nerelerden geliyor! Teyze desen “ana yarısı” ve hâlâ, anneanne, teyze, dayı daha bir sevilesi sonradan olma babaanne, amca, halaya oranla… Dede ise sadece dede… Kimin babası? Önemi yok ki… Hiç diyo musunuz, annebabam, babababam… Toplumsa avcı-toplayıcı, geziniyor bir orada bir burada. Tüketme huyunuz taa o zamanlardan başlıyor, yani. Bir yer tükenince hop başka yere… Toplum yapısı hiyerarşik değil. Analar başrolde, erkeklerse yardımcı oyuncu…
İşte, insanlık tarihinin açılan ikinci perdesinde bu roller değişip de Âdemoğlu keşfettiği yetisinin sarhoşluğu ve kas gücünün üstünlüğüyle zorbalaştıkça zorbalaşıyor. Tanrılar artık yer yüzünden yüce dağ Olympos’a çıkıyor. Ve başrolde babam olacak Zeus, anam Hera’ya diyor ki: “Hadi bakalım Hera Hanım, tanrıçalık öyle yan gelip yatma yeri değildir! Nedir bu Olympos’un hali? Toz, kir, pas içinde… Sİl… SÜpür… YIka… PAkla… Ha-ha-ha! E, karşındaki de Hera be adam, boru değil ki! Baş Tanrıça… Yedirir mi sana kendini? İlk başlarda Hebe’yi heba ediyor bu işlere anam, ablam olur kendisi… Lakin, Herkülle evlenince Hebe, statü kazanıyor, bırakıyor bu işleri. Gözünüz korktu di mi? Taa, o zamanlardan bu zamana kadın hâlâ evlenirse statü sahibi. Yoksa, yok statü, mütati… “Evde kalmış” ya da “kız kurusu” rütbesi…
Hera, bakmış olacak gibi değil, saçını süpürge etse de bu herif azgının teki. Bir çare düşünmeli. Taze bir kan gelmeli. Lakin, bu kan asla Zeus’unki değil. Mademki bunca aldattı kendisini… Çekilen acıların, maruz kalınan çapkınlıkların bir bedeli olmalı mutlaka! Kendi kızı olmadığını bilmeli ama söyleyememeli! Varmış kutsal yurt ülkesine, almış marul tarlasından yeni kan için gerekli tohumu, anam. İşte böyle gelmişim dünyaya, Hebe’den sonra heba edilmek üzre.
Zeus, taşmış, köpürmüş bu habere. Yıldırımlar salmış denizler üstüne… Lakin vazgeçirememiş kızgın Hera’yı. O zaman demiş, tek bir şartla kabul ederim. Zaten 12 Tanrı-Tanrıça var Olympos’ta. Yer yok yeni birine, 13 desen uğursuz numara… Bu uğursuzu da bir sen bileceksin, bir de ben. Görünmez olacak aramızda. Olmaz dese de anam, yeri göğü inletmiş. Tamam demiş sonunda Hera, ama benim de bir şartım var. Ölümsüz kılacaksın yavrumu bizim zamanımız geçip gitse de. Namus belasına razı olmuş babalık… Onun için görünmez bir yerde heykelim ya da resmim. Çünkü ben bilinmezim.
El-bebek, gül-bebek büyütüldüm, kurbanlık kuzu gibi… Çocukluğum pek eğlenceliydi. Görünmezliğin verdiği keyifle yaptığım şakaların bini bir para… Lakin, yaş kemale erince gel bakalım dediler, saçını süpürge etme vakti, hem de dünya durdukça… İşte o zaman benim dünyam da durdu. Marul saçlarımla başladım Olympos’u silip süpürmeye. Sanki çok biliyormuş, bu işlerin piriymişçesine bir de karışmazlar mı işime… Efendim önce süpürülür, sonra silinir mişmiş. İşte, ilk isyan bayrağımı o zaman çektim. Silip süpürmek daha kolay, onca tozu neden yutayım ki, işinize gelirse, dedim. He, dediler.
İkinci bayrağımı da… Baktım bu Zeus olacak adam ki hiç baba demedim kendisine, bir kere bile… Ha bire beni Silsüpüryıkapakla, Silsüpüryıkapakla, diye çağırıp durmuyor mu, cinlerim tepeme çıkıyor. Daha kafadan emir kipi… Şunu yap, bunu yap da cabası. İşte o zaman tepem attı. Bana bak dedim, babalık, bu iş böyle gitmez. Motivasyonum sıfır benim. Hepinizin adları pek havalı… Onca marul saçımla benim başım kel mi? Netice itibariyle ben de bir Tanrıça kızı Tanrıça değil miyim? Ne biçim isim o öyle! Bundan gayrı adım SİSÜYIPA, dedim, kendi adımı ilan ettim. Hee, dediler.
Üçüncü ve son isyan bayrağını da kendime çektim. Hoppala, o da nesi, diyecekseniz, aynen şöyle ki tüm kadınlar niye çekmez, o da ayrı bir muamma ya… ne kadar Tanrıça olsam da bu kör olası ev işleri marul saçlarımı mahvetti. Tanrıçayım diye her işe yetişmek zorunda mıyım? Heee, dedim, akıllı olmak lazım! Zorundaysam da bak babalığına, ne yapıyor. Maşa kullanıyor. E, senin aklın yok mu? Sen de bul maşalarını. Bak, genç yaşta ne kadar ölümsüz olsan da öldün geberdin, yahu! Kafayı çalıştır, üç köfte fazla ye… Di mi! Önce saçımı süpürge etmekten vazgeçtim. Bakındım sağa sola, Doğa Ana ne bahşetmiş? Bir sürü çalı var ortalıkta… Hemen yaptım bir çalı süpürgesi, ilk önce saçları kurtardım. Koyuncukların yünü ne güne duruyor, onlardan da yer bezi dokutuverdim. Lakin bu toz denen şey ne menem bir şeyse sil süpür yine yeniden başa ceza. Yok dedim, bu böyle olmayacak araya set çekmeli. Dört taştan duvar, yazın serin, kışın ılık, tepeye de bir dam. Kestim yakın muhabbeti tozulan. Lakin içim sıkıldı bu sefer de karanlıktan. Keşfettirdim cam denen malzemeyi… Kış bahçesi gibi oldu mu ev, ışık içinde her yeri…
Ay, bu buluşlarım bir ilham kaynağı olmasın mı yeryüzüne, geldi keşif keşif üstüne! Aha dedim işte geliyor yeni Tanrı “Teknoloji” Yeni maşam ve yeni yaşam huzurlarınızda. Buluş yapmaya pek meraklı bilim adamlarının beyinciklerine keşif tozları ekiverdim geceleri, uykularında… rüyalarını ilham kaynağı sansınlar diye.
Önce çalı süpürgesinden kurtuldum. Verdim gitti Pamuk Prensesin cadısına. Ho-ho gelsin Hooverli elektrik süpürgeleri ama öncesinde gır-gır da gırgırlar… Süpürüversin yerleri, yalasın yutsun tozları. Sonra bin bir türlü silme aleti, yok süngerli, yok moplu, olmadı viledalı, ayak basmalı. Toz bezleri de cabası, ıslak-kuru biraradası… Yeni nesil kullan at sleepyler… Otomatikleşti çamaşır-bulaşık makineleri. Mazi ettim merdane denen o hergeleyi. Az el-parmak kapmadıydı.
Lakin ne keşfettirirsem keşfettireyim yetmiyor bu cezadan kurtuluşa, paylaşılmadıkça eloğluyla, kendi oğlunla. Hadi ben ölümsüzüm! Ya siz kadınlar? Gelmişsiniz bir kerecik şu koca yalan dünyaya, al biraz da sen oyalan diye düşe düşe silsüpüryıkapakla mı düşmüş payınıza? Ama yooo, yok öyle yağma… Yine buldum bir buluşçuk. Yaşasın süpüren silen robotlar… Adı, her evde farklı. Kiminde hamarat, kiminde Düriye ya da Remziye. Valla bu kadın milleti hâlâ uyuyor. Ayol koysana Mehmet çavuş ya da Hasan onbaşı… Çakılmış bir kere bilinçaltlarına. Sökün o çivileri, atın gitsin gayrı.
Şimdilerdeyse hedefim kirlenmeyen camla, buruşmayan kumaşlar… Onları da hallettim miydi, yaşasın:
“Ey Özgürlük
Okulda defterime
Sırama, ağaçlara
Yazarım adını
Okunmuş yapraklara
Bembeyaz sayfalara
Yazarım adını
Yaldızlı imgelere
Toplara, tüfeklere
Kralların tacına
En güzel gecelere
Günün ak ekmeğine
Yazarım adını
Tarlalara ve ufka
Kuşların kanadına
Gölgede değirmene yazarım
Uyanmış patikaya
Serilip, giden yola
Hınca hınç meydanlara adını
Ey özgürlük
Kapımın eşiğine
Kabıma, kacağıma
İçimdeki aleve
Camların oyununa
Uyanık dudaklara
Yazarım adını
Yıkılmış evlerime
Sönmüş fenerlerime
Derdimin duvarına
Arzu duymaz yokluğa
Çırçıplak yalnızlığa
Yazarım adını
Geri gelen sağlığa
Geçen her tehlikeye
Yazarım ben adını, yazarım
Bir sözün coşkusuyla
Dönüyorum hayata
Senin için doğmuşum haykırmaya
Ey özgürlük
Ey özgürlük
Ey özgürlük
Ey özgürlük
Ey özgürlük
Ey özgürlük
Ey özgürlük
Ey özgürlük
Ey özgürlük”