Sonunda yaz gelmişti işte, nazlı bir gelin edasıyla olsa da. Ne çetin bir kıştı bu geçen: İş tatminsizlikleri, geleceğe karşı güvensizlik, kalp kırıklıkları, toptan bir umutsuzluk, vazgeçmişlik, bezginlik…
Tek başına, kendini dinlemek ya da belki de hiç dinlememek için kaçar gibi vurmuştu kendisini Egenin yollarına İnci. Yol arkadaşları ise az giysi, bol kitap ve emektar otomobili. Küçük bir sahil köyünde şirin, temiz bir pansiyona yerleşti. Sabahları erken kalkıp, sahilde yürüyüş sonrası, el değmemiş denizin kollarına kendini bırakmak ve Ege mahsulü ürünlerle hazırlanmış kahvaltı ve çayla tazelenmekti niyeti.
Öğleye kadar, denizin kokusu ve güneşin henüz ısırmayan sıcaklığı altında, sahilde kitap tutkusunu cilalayacaktı. Öğle vakti pansiyonun güneşe darılmış bir kuytu köşesinde şekerleme… Uyku ertesi, yine sığınacaktı deniz, güneş, kum ve kitaplarına.
Yazın ilk demleri… Henüz okullar da kapanmamış, köy, şehirlilerin akınına uğramamıştı. Etraf tam da istediği gibi sessiz ve huzurluydu kendi içinde fırtınalar kopsa da… Köy esnafı ve halkı da onun bu halinden haberdar gibi, rastladıklarında, samimi sıcak bir selamlaşma dışında anlayışla gülümseyip onu sohbete çekmiyorlar, kendi uğraşlarına dönüyorlardı.
Akşamüstü sahile bakan, koca çınarlar altındaki köy kahvesinde sade kahvesini yudumlarken, cıvıl cıvıl çocuk sesleriyle irkildi. Sahile yanaşan bir balıkçı teknesini sevinçle bekleyen 8-10 yaşlarında bir grup öğrenciydi bu seslerin sahipleri. Çocuklara doğru el sallayan yaşlıca bir kadını seçebildi teknenin üzerinde. Çocuklar tekneden inen kadının etrafını sarıp sevinçle çantalarındaki kitapları kadına doğru uzatıyorlardı. Yaşlı kadın tekrar tekneye doğru yöneldiğinde, İnci, teknenin içindeki ahşaptan cam kapaklı dolabı fark etti.
Dikkatle izlemeye başladı sahildeki heyecanlı, kıpır kıpır kalabalığı. Yaşlı kadın ahşap dolabın içinden çıkardığı kitaplarla çocukların elindekileri değiş tokuş ediyordu. Balıkçı teknesi yüzen bir kütüphaneydi adeta.
Kitap alışverişi bittiğinde hep birlikte kumların üzerine oturdular. Yaşlı kadın eline aldığı kitabı çocuklara okumaya başladı. Denizin kokusunu soluyarak kitap tutkusuyla birleşmiş bir grup çocuk, annelerinin yuvalarına yemek getirmiş kuş yavruları gibi neşe içindeydi. Yüzünde bir gülümsemeyle öylece seyre daldı mutluluk tablosunu İnci.
“Çay alır mıydın güzel kızım? Yeni demledim” diyen emektar çaycının sesiyle güzel bir rüyadan uyandırılmış gibi istemeyerek çevirdi başını. “Evet, isterim” dediğinde gördü dikkatle baktığı yeri çaycı ve başladı anlatmaya:
“Derya Ana deriz ona. Bir iki koy ilerde oturur. Öğretmenmiş büyük şehirde. Emekli. Sahil çevresindeki köy çocuklarına kitap getirir okumaları için, haftada bir. Her gelişinde seçtikleri bir kitabı okur onlara, sohbet ederek.”
İçi çok uzun zaman sonra ilk kez gülümsedi. “Ne güzel bir düşünce ne asil bir insan” dedi, “Denizin kokusuyla gelen kitap tutkusu”
Çaycı, gülümseyen yüzünde şaşkınlığın asılı kaldığı bir ifadeyle: “Derya Ana da böyle söyler ya güzel kızım” diyerek devam etti. “Sayesinde köy çocukları hiç ulaşamayacakları kitaplara ulaşır, bilmedikleri diyarlara gider oldu. Güneş oldu aydınlattı bunca yavrucağızı. Gel gör ki onun kendi hikâyesi bulutlu be kızım” dedi.
Sohbete, insana, etrafa dargın geldiği bu köyde; yaşlı kadının cömertçe zamanını ayırıp, yüzen kütüphanesini, kitaba susamış çocuklara ulaştırmasının ardındaki hikâye, merakını iyice cezp etmişti. Bir şey sormasına gerek kalmadan anlatmaya başladı Çaycı: “Derya Ana’nın torunu Deniz bir kitap tutkunuymuş. Her yaz tatilinde anneannesiyle kalırmış yazlık evlerinde. Deprem gecesi Derya Ana kurtulmuş da ecelden, Deniz, elinde kitabı uyuyakalmış halde çıkarılmış göçük altından. Önce küsmüş hayata, isyan etmiş, kaçmış herkesten, kızından bile Derya Ana. Biz onu köyümüze gelince tanıdık. Sessizliği dokunurdu bize. Çok zaman bilmedik onu buralara sürükleyeni. Ama içindeki Deniz kokusu ve kitap tutkusu ne deryaymış görür müsün can kızım? Kendi acısını, bu yavrucakların okuma sevgisi, kitap tutkusuyla dolu gözlerinde eritti, kendinden artırdığını bizim çocuklara yeni kitaplar için harcar oldu.”
Bir yumruk oturdu boğazının ortasına İnci’nin, dinledikçe büyüdü büyüdü. Utandı kendinden… Onu küstürüp böyle kaçarcasına buralara sürükleyen her şey manasız geldi. Anlam aramak için çıktığı yolculuğunda, her şeye rağmen yaşama tutunulacağının, başkasının gözünde görülecek mutluluğun insanı nasıl da ayakta tutabileceğinin farkına vardı. Umut vardı her şey için, herkes için. Nazım’ın dediği gibi ‘Umut güneşte saklı’ dedi kendi kendine.
Emektar Çaycıya teşekkür edip, sahile Derya Ana ve çocuklara doğru yöneldi. Derya Ana okuduğu kitaptan kaldırıp başını ona doğru gülümseyen gözlerle bakınca, Oğuz Atay’ın ‘Tutunamayanlar’ kitabındaki şu sözleri mırıldandı İnci yaşlı kadına doğru:
‘Kitapçı dükkânlarının özel bir kokusu vardır der Olric’. Nev- i şahsına münhasır derler eskiler, işte ondan.’ Derya Ana’nın gülümsemesi büyüdü kitap tutkunu yeni birisine rastladığı için.
“Sizin kitapçınızda da deniz kokusu var, benim gibi kitap tutkusu bol olanları kendine çeken” diye devam etti İnci.
Derya Ana’nın gözleri buğulandı ama çocuklara belli etmeden, “Biz de ‘Alis Harikalar Diyarı’nda’ kitabını okuyorduk.” dedi.
Gözleri ışıldayarak çocuklara döndü. “Ne dersiniz bize katılmaya?” diye sordu İnci’ye. “Şimdi bir maceraya hazır mısın, yoksa?” diye sorunca çocuklar hep bir ağızdan “İlk önce çaylarımızı mı içelim?” diye gülümseyerek bağırdılar.
Çok güzel bir hikaye, elinize sağlık.
Eline sağlık Esra’cığım, yeni öykülerini hevesle bekleyeceğim…
Esra’cım çok güzel yazmışsın, çok tebrik ediyorum. Senin kitapları çok sevdiğini, çok okuduğunu biliyordum ama yazdığını hiç bilmiyordum, çok hoşuma gitti Tekrar tekrar tebrikler
Esra hanim çok sıcak bir öykü olmuş. Yine yazın olur mu