Nasıldı sıralama baba? Birinci kadeh sağlık, ikincisi aşk ve zevk, üçüncüsü uyku, dördüncüsü kızgınlık ve duygu karmaşası mıydı? Bana Dionysos’u anlattığın o gece, hani senin babam… Bu gece kadehleri değil şişeleri sayıyorum ben, yok onları da saymıyorum artık. Bodrum katından sonra bu yakışır deyip aldığın çatı katının terasındayım. Önümdeki sehpada kırmızının en güzel tonu kristal bir kadehten bana bakmaya devam ediyor. Bir önceki kadeh dile geldi biraz evvel,

“Üzülme, ben de presten geçtim, yok olduğumu sandım ama bak karşındayım renklerin en güzeliyle,” dedi.

Elimin tersiyle vuruverdim, şangırtıya döndü sesi, şimdi yarısı yerde, yarısı üstümde başımda, sustu kaldı. Bu, sessizce bekliyor kendisini yudumlamamı, kaç şişe daha devirmem lazım unutmak için Dionysos ha? Sen Hera’nın zulmünden kaçarken mi keşfetmiştin şarabı, üzümü? Biliyor musun senin dilden dile dolaşan efsanen on altı yaşımdayken beni çok düşündürdü. Seni ikinci kez doğuran baban ve senin hikâyeni bana anlatan babam, benim ikinci hayatıma başlamama neden oldu. Evet, annemin mutfak masasında bulduğu gazeteyi, bir adamın resmini göstere göstere yüzüme fırlattığı günün gecesi, saçımı okşayarak, kendi kırgınlığını yüreğine gömerek, kadife gibi sesiyle,

“Sen şarap tanrısının hikâyesini biliyor musun,” diye anlatmaya başlayıp, uykuya dalmadan son söz olarak “sen benim kızımsın, bu gerçeği hiçbir şey değiştiremez, yarın sabah yeni bir gün başlayacak, rahat uyu şimdi,” diyen babam beni yeniden hayata başlattı. Yani bir bakıma seni de baban doğurmuş, beni de!

Uykumda,

“Senin gerçek baban bu şerefsiz işte! Gebermiş, hesap vermeden çekip gitmiş! Sen de iyi bak Hasan Efendi, öğrenmek istediğin gerçek bu işte,” diye tanımadığım korkunç bir sesle bağıran annemle boğuşup dursam da sabaha babamın hazırladığı omlet kokusuyla uyanmış,

 

“Annemi ziyaret edebilecek miyiz?” diye sorarak güne başlamıştım. Gazete haberini bir kez daha aklımdan geçirdim; taciz ve tecavüzle suçlanan otuz yıllık öğretmen, tutuklu bulunduğu cezaevinde öldürüldü. On iki yaşında bir kız öğrencinin velisi tarafından karakola şikâyet edilen maktul hakkında onlarca kişi daha şikâyet dilekçesi vermişti… Taciz edilen kızlardan biri de annemmiş. Demek o nedenle ortaokul son sınıfın ikinci yarısında okulu bırakmıştı, dedemin de işine gelmiş, nedenini hiç araştırmamıştı.

Tedavi olacaktı annem ve iyileşecekti, babam onun için her şeyi yapardı. Öyle düşünmüştüm.

Peki Dionysos sen o yıl elinde şarap kadehiyle bağ bozumu zamanı Ege’nin bağlarında gezerken insanlar keyifle gülüyor, eğleniyor, şarkılar söylüyor, çalışıyor, üzümleri topluyor, sepetlere doldurup bir kısmını satıyor, bir kısmını evlerinde işliyor, şaraplar, şıralar, pekmezler, pestiller yapıyorlardı değil mi?

Paraya dönen üzümler hangi hayallerini gerçekleştiriyordu o insanların kim bilir. Kendi üzümlerinin şarabı eşlik ediyordu çoğu zaman hayallerine muhtemelen. Sahi ne zaman bıraktılar şarap içmeyi? İçki kötülüklerin anası ilân edildiğinde mi?

Kötülük…
Bugün annemi gömdüm ben, beni doğurduğu gün ölen annemi. Kırk dört yaşındaydı, benden sadece on dört yaş büyüktü. Kötülüklerden kurtuldu bugün.

Peki sen o akşam üstü bağlar arasında gezerken, dedemlerin çalıştığı evde, annemin kapı arkasında, bağırmamak için ağzına aldığı bez bebeği ısırarak, kan, ter içinde bir başına ikimizi doğurduğuna şahit olmadın mı? Zeus’un sana yaptığını yapıp benimle birlikte ölü doğan erkek kardeşimi alıp, baldırlarına yerleştirip, yeniden doğuramaz mıydın? Biz de yedi aylıkmışız senin gibi. Dedikleri doğruymuş, sen hiç bir zaman kurtarıcı rolüne bürünmemişsin, insanların acılarına karşı kibirli bir kayıtsızlık göstermişsin. Ama Sefil Hasan senin yapmadığını yapmış. Oradan tesadüfen geçerken, Zeus’un düşmanı Titanların seni kaçırmadan önce aynayla dikkatini çekmeleri gibi, ya camın parlamasıyla dikkati çekilmiş, ya da benim ağlamamla ve eve girmiş.

Ben babamı Hasan Efendi diye bildim. O gece anlattı bana bunları, hem senin, hem annemle kendisinin öyküsünü. Yoksulmuş babam, kimsesizmiş, ümitsizmiş, o yöre senin bu yöre benim dolaşırmış, mevsimlik işçi olarak çalışırmış. Otuzuna yakınmış bizimle karşılaştığında. Çekip alıvermiş öfkeli dedemin elinden beni ve annemi, İstanbul’a getirmiş. Nüfus kâğıdım çıkmış:

 

Adı Soyadı; Kısmet Demir
Baba Adı; Hasan
Anne Adı; Safiye
Doğum Yeri; Bozcaada
Doğum Tarihi; 1 Eylül.

“Kısmetimsiniz siz benim, uğurumsunuz, yaşama sebebimsiniz.” Ne çok duydum bu sözleri onun ağzından.
Annee! Burdasın! Bırak o bezi elinden, gel otur yanıma, dünyanın pisliğini sen temizleyemezsin. Yıllarca, “çok pis, çok pis” diye dolandın durdun ortalıkta. Otur, dinlen artık. Ne vardı o gazeteyi yüzüme fırlatacak, ben Hasan Efendi’yi babam bildim, öyle de kalaydı ya. Yıllarca yanına yanaşmadığın, yüzüne bakmadığın o adam, senin için, benim için ömrünü verdi. Gece gündüz çalıştı, seni hastane hastane gezdirdi. Sen aylarca hastanede yatarken o bana annelik yaptı. Bir gün ona gülümseyeceğini düşünmekten hiç vazgeçmedi. Kırmayaydın ya kalbini. Ne o, ağlıyor musun? Ben seni hiç ağlarken görmemiştim, babamıysa çok sık. Ota, boka ağlardı o. Sana ağlardı, bana ağlardı, kendine ağlardı, yere düşen komşu çocuğuna ağlardı, yaralı kuşa ağlardı… Dönme sırtını bana, nereye gidiyorsun? Gitmeyeydin keşke, laflardık, belki iki kelimeden uzun cümleler kurardın, “kızım” derdin, sıcacık bakardın…

Nafile, gitti bile! Hadi bir kadeh daha… Senin ölüler diyarıyla ilintili olduğun söyleniyor Dionysos, söylesene bana annemle babam o diyarda buluştu mu? Ama sen de artık bir ölüsün değil mi, cevap veremezsin. İnananı olmayan ama hatırlayanı çok olan ölü bir tanrısın sen! Nelere sebep olmuşsun, senin adına yapılan şenlikler tiyatroyu doğurmuş, ne de iyi olmuş. Belki de senin sayende çıkıyorum sahneye her gece, başka başka kimliklerle…

Bak sana bir sır vereyim, “Kısmet aç kapıyı” diye dellenmiş kapıyı yumruklayan şu adam var ya, bir doktor o, çok insanı hayata döndürmüş biri. Benim sevdiğim adam. Ben ona Zeus’um diyorum. Şu anda sonumun Giritli Prenses Ariadne gibi olmasından korkuyor galiba. Sahi, onun intihar ettiği doğru mu? Sen şarap,

aşk, zevk tanrısı nasıl engel olamadın ona?

 

Dur dur! Kırma kapıyı, az kaldı geliyorum, koridor çok uzun, git git bitmiyor! Ama merak etme, yarın nikâh salonunun koridorunda seninle birlikte salınmadan bir yere gitmeye niyetim yok!