Gecenin bir saatinde evden çıktı. Nemli kaldırımları geçerek sinemanın yanındaki parka geldi. Uykusunun kaçtığı bazı geceler hep yapardı bunu. Sinemanın kapıları çoktan kapanmıştı. Kuytu bir köşede kör bir ışığın altındaki bir banka sığınmış, evsiz bir kadından başka etrafta kimse yoktu. Işık nedeniyle o da kadının yanındaki diğer bir banka geçip oturdu. Kara kapaklı ince bir kitabı cebinden çıkararak okumaktan ziyade karıştırmaya başladı. Kadın onu oturduğu andan itibaren izlemeye başlamıştı. Adam kitaptaki çizgi-resimlere uzun uzun bakıyor ve altlarındaki yazıları sokak lambasının kör ışığında okumaya çalışıyordu. Kadın, “İyi geceler beyefendi” diyerek sessizliği bozdu. Kitaptan kafasını kaldıran adam, “iyi geceler” diyerek onu isteksizce yanıtladı. Gecenin bu saatinde sokakta yatmak durumunda kalan bu pejmürde kılıklı kadına bulaşmaktan çekinmişti. Ama kadın söze devam etti.

  • Okuduğunuz ilginç bir kitap olmalı…

Adam gözlüklerinin üzerinden bakarak, “Kitaplardan anlar mısınız?”

  • Çok okudum, ‘Agartha – Yer Altı Karanlıklar Uygarlığı’ değil mi o?
  • Fakat siz?
  • Ben felsefe tahsil ettim.
  • Ciddi olamazsınız.
  • Neden olmasın ki? Dünya halini benimsemezseniz o da sizi benimsemez.

Adam bir an şaşakaldı. Sonrasında kontrolsüz bir şekilde kekeleyerek.

  • . ben de yazarım dedi.
  • Belli, aklı başında hiçbir insan gecenin bu saatinde, bu şekilde, burada olmaz.
  • Evet, ikimizin de aklı yok, galiba.
  • Ama neye ve kime göre?
  • ………..

İkisi de acı bir tebessümle birbirlerinin gözlerine baktılar. Kadın devamla,

  • Para-psikoloji’den hoşlanır mısınız?
  • Pek değil, ama son zamanlarda ilgimi çeker oldu. Siz de ilgilenir misiniz?
  • Neden olmasın, o da insan düşünce ve sezgi evreninin bir parçası sonuçta.

Kadının yaklaşımları adamın ilgi ve merakını kamçılıyordu adeta. Soracağı çok şey vardı.

  • Burada mı yaşıyorsun?
  • Burada bulunuyorum.
  • Bunu nasıl anlamalıyım?
  • Aklına ilk gelen gibi değil.
  • Aklıma ilk gelenin ne olduğunu nereden biliyorsun?
  • Aslında bulunmakla yaşamak varoluş açısından aynı kapıya çıkar. Ama benimkisi biraz farklı.
  • Ne yani, var olmadığını mı söylemek istiyorsun?
  • Bunu nasıl söyleyebilirim ki? Varoluşun dışında başka bir şey yok.
  • Başka varoluşların da mevcut olabileceğini mi düşünmeliyim?
  • Neden düşünülmesin ki, var oluşu algılardan ibaret sanıyoruz.
  • Bu mümkün mü?
  • Algıladığımız kadar varız. Ya algılayamadıklarımız?

Adam, bir an ne diyeceğini bilemedi. Bir müddet içine kapanıp düşündü. Sonra boşanırcasına,

  • Peki, senin algıların daha mı farklı?
  • Biraz öyle.
  • Soyut evrenlerin olduğunu mu söylemek istiyorsunuz?
  • Neden olmasın ki? O da var oluşun içinde olabilir ve her şeyde olduğu gibi somut evrenle aralarında da bir diyalekt bulunabilir.
  • Nasıl yani, ruhlarımız gibi mi?
  • Onun gibi bir şey. Ne olduğu pek bilinmez. Bazı insanlar bunu sezinler. Pek azı her ikisinde de olabilir.
  • İçe yolculuk gibi mi?
  • Yunus bunu çok güzel dile getirir. “Bir ben vardır bende, benden içeru”
  • Yani, soyutla somut iç içedir mi demek istiyorsunuz?
  • Neden olmasın? Sonuçta varlık sonsuzdur. Olup biten sadece bir şekil değişikliğidir.
  • Ölüm de mi?
  • Peki, ölüm ne?
  • İnsan için bu dünyadaki her şeyin sonu.
  • Bu dünyadaki! Ama biliyoruz ki, varlık sonsuz. Ölüm, bunun dışında kalabilir mi?
  • Ölüm de bir değişim mi yani?
  • Öyle değil mi?
  • İç yolculuğun başlangıcı olabilir mi ölüm?
  • Bilmem, belki de öyle.

Adam, koca bir buzdağı gibi hissetti kendini. Sanki onun içine hapsedilmişti. Kadına bir başka gözle bakmaya başladı. Evsiz yurtsuz bir kadındı. Gecenin bu saatinde bir banka sığınmıştı. Sırtında soluk kirli bir hırka, altında rengi uçmuş kalın bir etek, ayaklarında da yıpranmış botlar vardı. Başını örten kara desenli bir eşarp kırçıl ve kıtıklaşmış saçlarının çoğunu dışarıda bırakmıştı. Ancak iri siyah gözleri ışık saçıyordu. Adam kadının bir meczup olduğunu düşündü bir an ama bunu kendine kabul ettiremiyordu. Bir boşluğun içinde yüzüyordu. Kendini toparlayarak,

  • Senin bu iç yolculuğu konusunda hiç deneyimin oldu mu?
  • Evet, yaşamak ve bulunmak. Söze böyle başlamıştık değil mi?
  • Evet öyle.
  • Dediğim gibi ben burada ‘gerekirlik’ gereği bulunuyorum ama yaşadığım âlem farklı.
  • Bunu pek anlayamadım. Gerekirlik nedir ki, öte âlemlerden bir görevli misiniz yoksa? diye sordu adam ve gülmemek için kendini zor tuttu. Kadın gayet sakin ve duru bir sesle,
  • Lütfen gülünüz, kendinizi tutmayınız. Bilinç zafiyetidir bu sonuçta.

Adam, kulaklarına kadar kızardığını duyumsadı. Bir anda içi daralmaya başladı. İşi tadında bırakmak istedi. Müsaade isteyip kalkmaya yeltendi ama yerinden kalkamadı. Güneşin ilk ışıkları dünyayı aydınlatırken, parkın kuytu köşesindeki bankın üzerinde yumulup kalmıştı adam. Ve etrafta kimsecikler yoktu.