Nefes nefese girdi acil servisin kapısından Ayfer. Etrafına göz gezdirdi, danışma
masasına yürüdü. Yaşlı bir kadınla konuşan görevlinin sözünü bitirmesini
sabırsızlıkla bekledi. Sıra kendine gelince, “babam” dedi, “buraya getirmişler,
Ahmet Çetin.”
“Hemen bakıyorum” diyerek bilgisayara döndü görevli, Ayfer için bitmek bilmeyen
saniyeler sonrasında; “hastanız artık burada değil, onkoloji bölümüne havale
edilmiş, tedavisine orda devam edilecek” dedi.
Hiçbir şey düşünemedi Ayfer, hastalıklarla pek ilgisi yoktu, otuz beş yaşındaydı
ve nerdeyse hamileliği ve oğlunun doğumu dışında hastaneye yolu düşmemişti.
Onkoloji kanser hastalarının yattığı bölüm olmalıydı ve herhalde yer
bulunamadığı için babası oraya yatırılmıştı, başka ne olsundu ki?! Son derece
sağlıklı bir adamdı, yetmiş üç yaşında, iyi beslenen, sağlık kontrollerini sürekli
yaptıran biriydi. Son üç aydır geçmeyen bir gripten şikayet ediyordu. Alerjidir
herhalde diyordu. İşi, evi, kocası, çocuğu koşturmaktan çok da takip edememişti
gelişmeleri Ayfer. Bugün annesi arayıp hastaneye, acil servise gittiklerini
söylediğinde on gündür görüşemediklerini fark etti. Aynı şehirdeydiler, elbette
telefonlaşıyorlar, haberleşiyorlardı ama gözüyle görmemişti işte babasının son
durumunu. Suçluluk duygusuyla girdi onkoloji bölümünden içeri. Girişteki
sekretere durumu anlattı, içeri girmek istediğini söyledi, “babanızın yanında bir
refakatçi var zaten, siz giremezsiniz, sizi hasta yakını odasına alalım, mevcut
refakatçi gelir, siz girersiniz içeri” cevabını aldı. Şaşkınlıkla gösterilen odaya
doğru yürüdü. İçeri girdi. “Hanımefendi kapıdaki galoşları görmediniz mi, burası
özel hastaların yattığı bir bölüm. Hijyen çok önemli, galoşsuz gezemezsiniz
burada!”
Yerinde çakıldı, sinirli, bıkkın sesin sahibini aradı loş odada gözleri. Yaşlı bir
kadındı seçebildiği kadarıyla, “siz görevli misiniz?”
“Hayır, refakatçiyim ben. Oğlum hasta.”
“Eee size mi düştü buradaki düzeni sağlamak? Size ne benim ne yapıp
yapmadığım?” Sanki okuldaydı, karşısında gürültü yapan öğrenciler vardı da,
onları azarlıyordu. Susturamadı kendini, “sizin hastanız var da, bizim yok mu?
Benim de babam yatırıldı bugün buraya, insan gibi söyleyin neyse gereği
yapalım.” Konuşurken bir yandan geri dönüp galoş geçirmişti ayağına. Kadına
haksızlık yaptığının farkındaydı, kızdığı o değildi, kendine kızıyordu aslında. Ne
ara bu duruma gelmişti babası, ya burada geçici süreyle bulunmuyorsa?
Kapıdan çıkmak üzere olan kadına seslendi, “geçmiş olsun hastanıza, kusura
bakmayın, kabalık ettim.”
“Önemli değil kızım, biz alıştık, sen de alışırsın, buraya gelenler uzun süre
kalırlar, herkes birbirini tanır. Bir ihtiyacın olursa buradayım ben, beş aydır
buradayım. Babana Allah şifa versin.”
Annesi göründü kapıda, ağlamaklıydı, öğleden sonra bayılmış babası, zaten
günlerdir çok halsiz ve iştahsızmış, hastaneye gitmek istememiş, geçer demiş

hep. Komşulardan yardım istemiş, ambulans çağırmışlar, hemen gelmiş, acilde
ilgilenmişler, kanında lökosit miktarı çok fazlaymış, bir şeylerden şüphelenmişler,
dili varmıyormuş söylemeye. Ayfer’i rahatsız etmek istememiş. Babası da öyle
istermiş, kızlarının düzeni kendileri yüzünden bozulmasınmış.
Ne diyeceğini bilemedi Ayfer, sarıldı annesine sıkı sıkı…
Ertesi gün konuşabildi doktoruyla, yaşlılarda sık görülen bir kan kanseri türüymüş
babasının hastalığı… Nasıl yani, tedavisi?.. Her şeye hazırlıklı olmalılarmış, onlar
ellerinden geleni yapacaklarmış. Başka doktorlarla da konuştu Ayfer, tahlil ve test
sonuçlarını başka şehirlerdeki hatta başka ülkelerdeki doktorlara da yolladı.
Uygulanan tedavileri anlattı. Hepsinden; “teşhis doğru, gereken neyse yapılmış”
cevabını aldı.
Annesiyle nöbetleşe refakat ettiler babasına. On yaşındaki oğluyla gündüzleri
kayınvalidesi, geceleri kocası ilgilendi. Ayfer işinden izin almadı, her gece
hastanede kaldı, sabah annesi gelince çalıştığı okula gitti. Babası uyumuyordu
çoğunlukla, gündüz uyudum diyordu ama annesi öyle olmadığını söylüyordu.
Yazılı kâğıtlarını onun yanında okudu, ertesi gün anlatacağı dersleri onun
yanında hazırladı. İyi olduğu zamanlar sohbet ediyorlardı, genellikle geçmişle
ilgili. Bir de torununu soruyordu sık sık, iyi diyordu Ayfer, sen biraz iyileş,
ziyaretine gelecek… Oğlunu bu hastanede dünyaya getirmişti Ayfer, on yedi saat
sancı çektikten sonra bembeyaz giysiler içinde kucağına vermişlerdi oğlunu.
Koklamaya doyamamıştı. Şimdi babası şifa arıyordu aynı yerde….Yoksa o da
beyaz… Hayır! İyi olacak o!
Ama günden güne kötüye gidiyor durumu. “Uyumuyorsun ondan diyordu Ayfer,
hem yemek de yemiyorsun.” Susuyordu babası o zaman.
Çok ağrısı olduğu bir gün uyur uyanık bir vaziyetteyken sayıklar gibi “babam
olsaydı beni kurtarırdı” dediğini duydu. Ağlayarak koridora çıktı, yetmiş üç
yaşındaki babası, on üç yaşında kaybettiği babasının sağ olsaydı kendini
kurtarabileceğini düşünüyordu. Bir başka akşam, hastanede gasilhane var mı”
diye sordu. “Bilmiyorum, herhalde vardır, nerden aklına geldi şimdi” dedi Ayfer,
sustu babası yine… Anlıyordu, zeki adamdı babası, ah keşke anlamasa diye
düşündü. “Yetmiş üç yaşındayım” dedi bir başka gün, “on yıl daha
yaşayabilirdim.” Bu kez Ayfer sustu.
O gece koridorda bir koşturma hissetti, dışarı çıktı. Üç ay önce onkoloji bölümüne
ilk geldiği gün tatsız bir şekilde karşılaştığı, sonradan dert ortağı olan Neriman
teyzenin oğlunun yattığı odanın önünde bir kalabalık vardı. Yaklaştı yanlarına,
Neriman teyzeyi gördü, “bitti” diyordu sürekli, “bitti, buraya kadarmış!” Son
günlerde sürekli trombosit takviyesi yapılıyordu yirmi iki yaşındaki gence. Bir – iki
kez Ayfer de kan vermişti. Çok ızdırabı vardı delikanlının. Neriman Teyze’nin
“Allahım, yardım et oğluma ya o tarafa, ya bu tarafa” diye dua ettiğini
duyduğunda ne düşüneceğimi bilememişti Ayfer.
Şimdi o tarafa yolcu edecekti oğlunu. O gece bir yazısız kural daha öğrendi
Ayfer, gencin çarşafla örtülmüş cesedi odadan çıkarılırken yüksek sesle
hıçkırınca, bir başka hasta yakını “sus” dedi ona, “içerde hepimizin hastası var,
birinin öldüğünü anlamasınlar, moralleri bozulur. Bu bölümde acılar sessiz
yaşanır!”
Neriman teyze oğlunun arkasından gitti, hasta yakınları odalarına döndü. İlk kez

böyle bir olayla karşılaşan Ayfer koridorda çömeldi, tembihlendiği gibi sessiz
sesiz ağlamaya başladı.
Sabaha karşı hemşire odasında bir hareket başladı. Dün gece hepsi çok
koşturmuştu, çok da üzgün olduklarını görmüştü Ayfer. Babası nasıl olduysa
deliksiz uyumuştu bu arada. Arada onu kontrol ederek geceyi koridorda
geçirmişti Ayfer.
Hemşire odasına doğru yürüdü. Babasının bu kadar derin uyuması normal mi
diye soracaktı.
“Acıktım ben” dedi bir ses.
“Tost yapalım mı, çay demledim ben” dedi bir başka ses…
Odaya, babasının yanına döndü Ayfer.
Üç gün sürdü babasının derin uykusu.