-Ula günlük saa diyrum, ha bu yazdiklarum aramizdadur. Yok, bu uymadı. Ortaokuldan
hatırlıyorum, diyalek mi ne? Düz gideyim en iyisi.
Erdi Hasan. Terhisine altı gün kala ceberut lakaplı Özdemir Başçavuş’un ‘istersen
gelmeyebilirsin’ demesine karşın son operasyona katılıp arkadaşlarını yalnız, topraklarını sahipsiz
bırakmamıştı.
Avcı kolunda ilerliyorlardı. Solhan – Genç yol ayrımına kadar sorunsuz gelmişlerdi. Yerler
karlıydı. Birinci manevra unsurunun üç avcı erinden biriyken astsubayı onu destek unsurunun sonuna
artçı olarak göndermişti, elindeki çalı süpürgesiyle kardaki ayak izlerini yok ediyordu.
‘Altı gün de böyle geçer’ dedi kendi kendine. Altı gün neydi ki? Yaz Operasyonu’nda otuz üç gün
arazide kalmıştı. Postallarını bir gün bile çıkarmamıştı. Otuz üç gün ayaklarını görmemiş, ayak
tırnaklarını kesmemişti.
Taktik intikalin üçüncü kilometresinde yol kenarında yaralı bir köpek gördü Hasan. Gayri ihtiyari
köpeğin yanına gitti. O da bir candı. Avcı kolundan ayrıldı. Elini uzattı. Gördüğü hatırladığı son şey
gelme diyen bir çift gözdü; zeytinden siyah, geceden kara. Av olmuştu.
-Günlüüük, öyle sevgili mevgili demem sana, baştan anlaşalım. Karadeniz uşağıyım ben. Ayrıca
sen çok şanslı bir günlüksün, kıymetimi bil. Geçen gün paşa geldi onunla bile konuşmadım. Sana
dökülüyorum, daha ne istiyorsun? Bak şimdi avcı kolunda ilerliyoruz….
-Ah be günlük akşam ne güzel yazıyordum. Palamba hemşire geldi. Esmer. Onunla da
konuşmam. O çok konuşur. Neymiş elinde yunan tanrısı varmış, morpeyusmu ne? Senin anlayacağın
morfin, başta biraz yakıyor ama sonra ağrılarım geçiyor, rahat bir uyku çekiyorum. Yoksa dün gece
daha yazacaktım. Ben askerdim. Mayına bastım. Sağ ayağımın topuktan ötesi yok biliyor musun?
Nerden bileceksin, benimki de laf işte. Gözümü açtığımda bir çift mavi göz gördüm, son hatırladığım
gözler renkli değildi, ıssızlık kadar da büyüktü, şey işte yol kenarında yardım etmek istediğim o
köpeğin gözleri, onun yüzünden oldu zaten. Bir de acayip gürültü vardı. Meğer helikopterdeymişim,
hemşire pansuman yapıyormuş. Ankara’ya getirdiler beni. GATA’ya. Ameliyat oldum. Sağ ayağımın
baş parmağının ağrısına uyandım. Elimi uzattım, parmak yerinde yok, ne parmağı, ayak toptan gitmiş.
Hayalet ağrısıymış. Fantom diyorlar.
Servis hemşiresi Hasan’ı kontrole gelmişti. Hislerinin yerine gelip gelmediği anlamak için her
sabah kalan bacak parçasında bakıyorlardı; nafile. Hasan Bingöl’den Ankara’ya ne kadar dağ varsa
küsmüştü. Kafasında bitiremediği olaylar vardı. Komodinin yanındaki protez ayağı görmemek için
üzerini örtmüştü. Ayağım sen değilsin diyordu ona; her gün binlerce kez, içinden.
-Biliyor musun komodinin yanında sahte ayak var. Geçen gün acık ovaladım, bir şey
hissetmedim, benim değil , iyi gelmedi ki. Aynacılar geliyor, sonra devam ederiz.
Hasan yemeğe şöyle bir baktı. Mercimek çorbasından iki kaşık aldı, pilavdan bir. Et yemeğinin
yüzüne bakmadı, tatlıya dudak büktü. Oysa eskiden tam tersini yapardı, bambaşka biri olmuştu.
Lavaboda elini yıkarken aynadaki aksine takıldı. Ben Hasansam bu kim, bu Hasansa ben kimim?

-Ayna tedavisi oluyorum biliyor musun? Bana kalsa palambadan morfin isterim. Her gün öğle
yemeğinden sonra geliyorlar. İki ayağımın arasına ayna koyup hareket ettirmemi istiyorlar. Bi dee
bakmamı istiyorlar, çok meraklıydım anasını satayım.
Ayna yardımıyla eksik uzvun orada varmış gibi görünmesini sağlıyordu rehabilitasyon ekibi.
Beyne giden sinyalin beyindeki stresi azaltacağına inanıyor, olmayan organdaki hayalet ağrının
kısmen ya da tamamen geçmesini umuyorlardı. Hastalar inanmasa da, hastane personeli yılmadan
tedaviye devam ediyorlardı.
Hasan eline kalemi aldı, yeni dert ortağıyla kalem üzerinden konuşacaktı ki, Palamba’nın Grek
Tanrısı’nın etkisine daha fazla dayanamadı.
-Günaydın hemşerim, toprağım, akşam seni gördüm rüyamda ama böyle defter değilsin ha her
yazdığım harf, rakam, sana el olmuş, ayak olmuş, dil olmuş bacakların kalın (I) harfi gibiydi, gövden
vardı büyük (U) harfinden, kafan küçük (o), gözler yanlamasına sekiz, kolların bir tuhaftı, katlanan
küçük (I)’ye benziyordu, kulakların soru işareti gibiydi, sırtında kambur vardı ters kocaman bir (C),
‘keşke olmasaydı’ dedim, sen dedin ki ‘olsun olsun, kambur sırtta güzel duruyor, kalbe yakışmaz!’
Ulan günlük, konuştun lan benimle.
Hasan’ın içi içine sığmıyordu. Günlüğüne müjde verir gibiydi. Aylardan Haziran, günlerden
mutluluktu.
-Bana dedinki. ‘Bak’ dedin ‘sen bana içini döktün, bende sana ilgisiz kalamam’ dedin. ‘Hasanım,
sen vatanını koruyordun. Bu cennet vatanı. Şehit olsan öbür cennete gidecektin. İki cennetin kıyısında
aylarca dolaştın durdun, görevinle ödülün iki gözünün arasındaydı. Bu dünya bizim değil sade, börtü-
böcek hepsinin payı var. O renksiz, ıssızlık kadar büyük gözlerin sahibi sen hayata küsersen üzülür.
Hayat topuğundan ötesini almış, topuğundan yukarısını da sen verme. Hadi yarın sabah bu rüyadan
uyanınca şu protezi, tak ayağına, ‘benim ayağım sensin’ de. De ki, kabustan da uyanasın, kafanda
bitiresin, köyüne gidesin, sıvasız evinin sıvasını yapasın, muşambadan camları camdan camla
değiştiresin. Anacığın yolunu gözler, babacığın yardım bekler. İsmigül parmağına yüzük bekler. Hadi
yiğidim, hadi koç aslanım’ dedin.
Hasan satırları bitirince döndü, haftalardır örtünün altında duran protez ayağına baktı. Aldı onu.
Kundaktaki bebeye sarılır gibi sarıldı. ‘Tamam ulan’ dedi, ‘benim ayağım sensin, sensin benim
ayağım.’
Protez ayağını eliyle sevdi, anasını sever gibi. Başıyla selam verdi, babasını sayar gibi. Öptü.
İsmigül’ü öper gibi. Üzerine kahvaltıdan kalan bir ekmek kırıntısı koydu, kara ıssız gözlerin sahibini
besler gibi.
Gece hemşiresi Palamba o hafta sabah vardiyasındaydı. Odaya girdiğinde Hasan yeni ayağını
kuşanmış hayat mücadelesine hazırdı, omuzunda bir sembol, iki kılıç, beş de yıldız vardı; hürgeneraldi.
Palamba hemşire rutin kontrole başlar başlamaz irkildi. Tıpta utanmak yoktu. Ama sevinç ve
şaşkınlık vardı. Çığlık atarcasına bağırdı.
-Hasaaannn!
-Uuuyy?!

Hemşire Palamba’nın doktoru bilgilendirmesiyle bir dizi test başlattılar. Dönüşüm başlamıştı.
Testlerin çoğu pozitifti, değerler normale yakın moraller dağlar kadardı. Palamba Hemşire Hasan’ın
yanına geldi, iki güne taburcu olacağını buruk bir sevinçle bildirdi. Hasan artık susmuyordu, hemen
sordu.
-Hemşire bacım sana niye Palamba diyorlar?
-Niye mi? Bir hasta vardı, televizyonda Kongo’yla ilgili bir belgesel izlerken Palamba denilen
yerleşim merkezinde şeker kamışı tarlalarında çalışan kadın işçileri gördü, bana da Palamba dedi,
üstüme yapıştı kaldı. Şermin benim adım. Sudan aslım, ama Türküm senin kadar. Benim atalarımı
Smyrna (İzmir) Limanı’nda, pamuk tarlalarında çalıştırmak için 1700’lerde getirmişler, bazılarımızı
saray çevresine vermişler Hasan. Bize Afro Türk diyen var, Çingenelerle karıştıran var, negro diyen
var. Var oğlu var. Hepsi bir. Aynı vardan var olmuşuz. Sen altınsan, ben tunç muyum?
-Ben bir şey demem ablacığım.
– Yok yok güzel kardeşim, demiyor mu Aşık Veysel diyecektim. Hepimiz gideceğimiz yerden
geldik, yalnız bizim toprak biraz daha kara. Kambur sırtta güzel Hasan kardeşim, kalbe yüktür.
-Sen benim günlüğümü mü okudun Şermin abla?
-Sen günlük mü tutuyorsun?
-Bir ara bir iki sayfa yazdıydım sonra bıraktım abla.
Şermin hemşire bıyık altından gülümsedi ama üstüne gitmedi Hasan’ın. Psikiyatri kliniği servisi
şefi Tabip Binbaşı hastane komutanı ve büyük bir grupla içeri girmişti.
-Komutanım işte ayna tedavisiyle iyileştirdiğimiz er Hasan Püskül.
Hasan’ın tedavisini sürdürebilmek için tezkeresini vermemişlerdi. Ayağa kalktı, başıyla selam
verdi.
-Hasan Püskül, Samsun. Emret komutanım.
-Geçmiş olsun asker.
-Sağ olun komutanım.
– Bir isteğin var mı evladım?
– Sağ olun komutanım.
Şermin hemşire günlükten kimseye bahsetmedi. İş hayatı birkaç günden ibaret değildi. Grek
Tanrısı Hypnos’tu bu kez gelen.
Hasan yalnızlığını paylaşmıştı günlüğüyle. Sırlarını açmış, hüznünü anlatmıştı. Günlük duymak
istemediklerini sormamış, Hasan’ın verdiği kadarını almıştı. Onu adeta olmak istemediği yerden almış
kendi dünyasını kurmasını sağlamıştı. Hasan günlük üzerinden kendisiyle bağlantı kurup iç
yolculuğuna çıkmıştı.
Sır saklamak beynin çalışma düzenini bozuyordu. Düzenli olarak günlük tutmanın bağışıklık
hücrelerini güçlendirdiği kanıtlanmış bir gerçekti.
Buradan Hasan’ın payına murat, okuyana kerevete çıkmak düştü.