Yasemin Pforr
Doktor Fehmi, hemşirenin kolunda yavaş adımlarla, yaşına göre bakımlı, saçları düzgünce taranmış, hastane odasında yattığı geceliğiyle değil de – çoğu hasta gecelik veya pijamasıyla gelirdi odasına – sanki dış hastaymış gibi giyinmiş giren hastasına baktı. Önündeki bilgiye göre hasta, yetmiş bir yaşındaydı, on iki sene evvel sol gözünün optik sinirine pıhtı attığı için sol göz görme yetisini kaybetmişti. Bir hafta evvel de aniden sağ gözünün de optik sinirine pıhtı attığı için hastanın sağ göz görme yetisi %5 sınırlarına düşmüştü. Hasta ressamdı ve ikinci gözünü de kaybedince şoku göğüsleyemeyip sinir krizi geçirince hastaneye yatırmışlardı. Karşısında sakince oturan kadın hiç sinir krizi geçiren bir hastaya benzemiyordu. Çökmüş omuzları ve sürekli başı öne eğik yere bakması dışında herhangi bir rahatsızlık belirtisi gözlenmiyordu. Vücudunda mağrur bir duruş var bile denebilirdi. Karşısında oturan kadın tam bir İstanbul hanımefendisiydi.
- Merhaba Emel Hanım, ben Doktor Fehmi. Bir süre sizinle sohbet edeceğiz ve yaşadığınız şoku atlatıp normal hayatınıza dönmenizi sağlamaya çalışacağız. Benimle çalışmaya hazır mısınız?
Emel Hanım, sakinliğine tezat, aniden başını kaldırıp isyan edercesine,
- Merhaba Doktor Bey, ne yapabilirsiniz ki? Gözlerimi geri getirebilir misiniz? Tekrar resim yapmamı sağlayabilir misiniz? Işığım söndü Doktor Bey, anlıyor musunuz? Işığım söndü!
Sustu, yutkundu ve devam etti,
- Bundan sonra neye tutunacağım Doktor Bey? İki görmeyen gözle bırakın resim yapmayı, yalnız başına sokağa bile çıkamayacağım. Ben ki tek başıma dünyaları devirirken, bağımlı olmak… Ölsem daha iyiydi!
- Elbette gözünüzü geri getiremeyiz ama yaşam isteğinizi kaybetmeden hayata devam edebilmenizi sağlamayı umuyorum. Belki başka yeni bir hobi edinebilirsiniz. Müzik mesela…
Emel Hanım eliyle doktoru susturarak sinirle,
- Resim benim için asla hobi değildi! Vasfi yani kocam hep öyle gördüyse de benim yaşam suyumdu. Susuz yaşanabilir mi Doktor Bey? Söyleyin bana susuz yaşayabilir misiniz?
Hastanın yere bakan bakışları artık Doktor Fehmi’ye dik dik bakıyordu. Yetmişli yaşlarda, elini eteğini hayattan çoktan çekmiş birçok hastadan sonra Emel Hanım’ın hayal kırıklığı, öfkesi, yaşama bağlılığı şaşırtıcı olduğu kadar sevindiriciydi de. Üzerinde çalışılabilirdi. Ancak resim hassas konuydu. Şimdilik onu bir kenara bırakarak hastayı sakinleştirme yolunu seçti Doktor Fehmi.
- Resim yapma dışında hayatınızdan biraz bahseder misiniz? Nasıl geçer gününüz?
- Üç çocuğum ve kocam var, kocaman da bir ev. Hepsinin bakımı, düzeni, tüm sorumluluğu benim üzerimde. Kocam benden başka kimsenin yemeğini yemez – sesinde biraz gurur mu vardı?- Tüm yemekleri ben yaparım, kimseye bırakmam. Bundan sonra iki görmez göz ile yemek bile yapamam!
Doktor Fehmi sesi düşen Emel Hanım’ı başka yöne çekmek için,
- Çocuklarınız büyük sanırım.
- Büyük müyük! Çocuk çocuktur, onları yönetmek de benim işim!
Kontrolcü, mükemmeliyetçi diye not düştü Doktor Fehmi.
- Ayrıca evin düzeni var. Her ne kadar yardımcılar olsa da ben onları düzgün bir şekilde eğitmezsem bir şey yapamazlar, her şey karışır. Bir sürü dostum var, gezmeyi severim. Sergi hazırlıkları da çok vaktimi alır. Birçok kişisel sergi açtım bugün kadar. Hiç boş geçmez vaktim. Geçmezdi yani. Bundan sonra bunlar ne olacak, nasıl olacak, olacak mı? Varlığımın hiçbir anlamı kalmadı.
Sesi çok hafif titremiş, dimdik doktora bakan gözleri yeniden yere inmişti. Gözyaşları gözlerini yakıyordu ama hayır, ağlamayacaktı. Hayatının hiçbir döneminde ağlamamış, gözyaşlarını hep içine akıtmıştı.
Doktor Fehmi hastasının iç dünyasında gezindiğini fark etmiş, bir şey demeden hastasının devam etmesini bekledi. İyi gidiyordu Doktor Fehmi’ye göre. Hastanın sesindeki iniş çıkışlar, kimi zaman öfke kimi zaman hüzünle konuşması ruhunun hâlâ canlı olduğunu gösteriyordu. Biraz ilaç ve kısa bir terapiyle şokun atlatılabileceğini öngördüğünü ekledi notlarına. Emel Hanım devam etmeyip susunca seansı bitirdi, hemşireyi çağırıp hastayı odasına götürmesini ve ertesi gün aynı saatte getirmesini rica etti.
Ertesi gün gülümseyerek karşıladı hastasını. Dünden çok daha şık ve özenli gelmişti Emel Hanım.
- Merhaba Emel Hanım, çok iyi görünüyorsunuz.
- Teşekkür ederim Doktor Bey. Kızım geldi de bugün, beni giydirdi, saçımı taradı. Kendime geldim biraz. Dağınık olmayı sevmem de.
- Ressamları dağınık bilirdim. Ne kadar önyargılıymışım, dedi Doktor Fehmi gülerek.
- Resim başka! Orası benim alanım, sadece benim. Kendi kendime kaldığım, kimseye karşı sorumlu olmadığım tek alan. Dağıtırım da, toplarım da, bozarım, yeniden yaparım, yapmam, vazgeçerim. Hepsi benim kararım, sadece benim!
Doktor Fehmi bu adımı planlı atmamıştı ama iyi olmuştu. Hiç yorum yapmadan hastasının devam etmesini bekledi.
- Biliyor musunuz Doktor Bey, ben çok genç evlendim. Eşimle on beş yaşında sinemada tanıştım. Nasıl yakışıklı bir gençti. Aklım uçup gitmişti. Lise 1’deydim daha. Görür görmez aşktı bizimkisi. Liseyi bitirmemi bekledik evlenmek için.
Yüzüne aşık bir kadının rengi oturmuş, pembe pembe olmuştu yanakları.
- On dokuz yaşında da anne oldum. Ana evini bilmeden koca evini bildim. Eşimin görevi nedeniyle hemen Anadolu’ya gittik. Daha kendimi bilmeden eş-anne oldum. Sorumluluklarımın bilincindeydim ama kendimi bulacak bir şeyler yapmam gerekiyordu. İçim enerji doluydu.
- Resim o zaman mı girdi hayatınıza?
- Hayır, önce dikiş-nakış kurslarına katıldım. Gittiğimiz küçük Anadolu şehirlerinde o vardı sadece. Bir de bizim devirde kadınlar böyle işlerle uğraşırdı. Sonra eşimin askerliği İzmir’e çıktı. Üç yıl askerlik! İzmir Amerikan Koleji’nin İngilizce kurslarına katıldım o sürede. Resim, üçüncü çocuğumu da doğurduktan sonra kesin dönüş yaptığımız İstanbul’da başladı.
- Neden resim?
- Bilinçli bir seçim değildi aslında. Elim becerikliydi. İstanbul’a döndüğümüzde eşim Bandırma’ya çalışmaya gitti. Üç dört ayda bir belki gelirdi. O zamanlar sağı solu bomboş, sazlığın ortasında ama önü uzadıya deniz bir evde üç çocuk ve bir köpekle kocaman bir yalnızlık. Kendimi oyalamaya, kocama özlemimi bastırmaya ve en çok da kendimi duymaya ihtiyacım vardı. Önce ahşap oymacılığına gittim ama sevmedim. Yakın bir arkadaşımın önerisiyle resim kursuna başladım. Başlayış o başlayış! Aldı götürdü beni. Aradığımı bulmuştum.
Resimden bahsederken, Emel Hanım’ın ne kadar canlandığını fark etti Doktor Fehmi. Düşük omuzları dikleşiyor, sesinin tonu yumuşuyordu. Sanki gözlerindeki kaybı unutuyor gibiydi. Biraz daha resimden devam etmeye karar verdi.
- Tam olarak aradığınız neydi Emel Hanım?
- Dedim ya, kendime ait bir alan. Eş ve anne olmanın ötesinde bir mevcudiyet. Aşırı disiplinli, sert, asker bir babanın evinden çıktım. Her erkek gibi düzenli bir ev ve çocuklarını güvenle emanet edebileceği bir eşe sahip olmak isteyen bir kocanın evine girdim. Bizim gençliğimizde kadınların işi evi ve çocukları idare etmekti. Bunun dışında bir hayatımız olabileceğini aklımıza bile getirmezdik. Ancak ruhum bununla yetinmiyordu. Fıkır fıkırdı içim. Eşim görevi nedeniyle sık sık ve uzun süreli gittiğinde özlem dolu bir yalnızlıkla baş başa kalıyordum. Günlük görevlerimi aksatmadan yerine getirirken bu yalnızlığın altından kalkamayacağım diye çok korkuyordum. İçimde fırtınalar eserdi ama kimseyle konuşamazdım. Konuşulmazdı böyle şeyler. Yalnızlık ben kimim eş ve anne olmanın dışında sorularını taşırdı yanında. Bir çıkış yolu bulmam gerekiyordu. Resim yaparken her şeyden arınıp sadece kendim olabiliyordum. Birçok sorumluluğun altında kalmış renkli ruhumu tablolarıma yansıtıyordum.
- Siz kimsiniz Emel Hanım?
Daldı gitti Emel Hanım. Sorunun cevabını düşünüyor gibiydi. Doktor Fehmi seansı bitirip ertesi gün devam edeceklerini söyledi. Emel Hanım rahatlamıştı. Ertesi sabah hemşirelerden Emel Hanım’ın dün seanstan sonra odasında boşluğa bakıp yattığını ve kimseyle pek konuşmadığını öğrendi Doktor Fehmi. Çok zorlamış olmalıydı hastayı.
Hemşire Emel Hanım’ı her zamanki saatinde getirdi. Düşünceli gibiydi.
- Bugün nasılsınız Emel Hanım?
- Dün sorduğunuz soruyu çok düşündüm Doktor Bey, diyerek direk konuya girdi Emel Hanım. Ben Uğur’um Doktor Bey
- Uğur?
- Evet Uğur. Evde beslediğimiz kuşumuz. Öldü çoktan. Özgürce gökyüzünde uçması gerekirken kafese kapanmış bir kuş. Zaman zaman onun gibi hisseder, onunla konuşurdum. Tablosunu bile yapmıştım. Biliyor musunuz ödül aldı o tablom, dedi buruk bir gülümsemeyle. Şimdi ise tam Uğur gibiyim. Gözlerimin karanlığında hapsoldum. O tabloda iki kuş iş içedir. Herkesin gördüğü kuşun içinde belli belirsiz bir kuş daha yapmıştım. Çok dikkatli bakmak gerekir görmek için. İşte ben de Uğur gibi içinde ruhunu özgürce uçuramamış bir ben saklayan bir kadınım Doktor Bey.
- Neden böyle düşünüyorsunuz? Sergiler açmışsınız, ödüller almışsınız.
- Eşim resim yapmama hep zararsız, seviyeli bir hobi olarak baktı. Çok seviyeli! O uzaklardayken beni oyalayacak bir uğraş sadece. Evde olduğu zamanlar düzeninden asla feragat etmedi, resim tutkumu hiçbir zaman tam anlamadı. Benden bekleneni vermeye çalışırken uçamadım. Oysa Bedri Rahmi ilk sergimde bana “fırtına kadın, senin heyecanın birçok akademiliyi geçer” demişti. Gözüm de kafesime parmaklık oldu. Tek gözle de olsa resim yapmaya devam ettim ama şimdi… Şimdi bittim!
İlk defa ağlıyordu Emel Hanım. Yıllardır içinde tuttuğu yalnızlığı, yorgunluğu, acıyı, özlemi üzerinden atmak istercesine hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Doktor Fehmi kâğıt mendil uzattı. Ağlamasının dinmesini beklerken hafifçe kapıyı tıklatıp içeriye bir hemşire girdi. Doktorun önüne bir not bıraktı. Notu okuyunca hâlâ ağlamakta olan Emel Hanım’a endişeyle baktı Doktor Fehmi. Emel Hanım’ın eşi odada eşinin dönmesini beklerken rahatsızlanmış onu da başka bir odaya yatırmışlardı. Bu hiç iyi bir haber değildi. Hastayı tekrar başa döndürebilirdi. Emel Hanım’ın gözyaşlarının dinmesini bekledi.
- Emel hanım bugünlük bu kadar. Yalnız size söylemem gereken bir şey var. Eşiniz biraz rahatsızlanmış, onu da yanınızdaki odaya yatırmışlar. Çok geçmiş olsun.
Emel Hanım kendisine refakat edecek hemşireyi beklemeden hemen kocasının yanına koşmak için yerinden fırladı. Sandalyeye çarptı. Hemşire düşmeden koluna girdiğinde hemen kocasının yanına gitmek istediğini söyledi.
Ne ertesi gün ne de sonraki günler Emel Hanım randevusuna gelmedi. Doktor Fehmi onu ziyarete gittiğinde de konuşmadı. Kocasından altı ay sonraki ölümüne kadar elinden, gözünden geldiğince evin düzenini aksatmadı, kocasıyla birlikte mümkün olduğunca sosyal hayatta yer almaya çalıştı. Ancak hastaneden eve döner dönmez eskiz defterlerini, tuvallerini, boyalarını, fırçalarını kaldırttı.
Bir daha hiç resim yapmadı.
Yasemin Hocam yine duygusal bir öykü.Elinize saglik