Öyküde “ MEKÂN “ ; olay, karakter, kurgu, dil kadar önemlidir. Yazma atölyelerinden hatırlayın. Eğitmen bir öykünün analizini yapmamızı istediğinde MEKÂN ile başlardı. Bu öykü ne tür bir mekânda geçiyor? Sonra diğer ayrıntılar irdelenirdi. Bu mekân zihnimizdeki hayali, duygusal soyut bir yer olabileceği gibi; ev, işyeri, deniz kıyısı yahut bahçe gibi somut bir yer de olabilir.
“Haz insana mutluluk, acı elem verir” diyen kadim filozoflardan Epikuros (MÖ 341-271) derslerini bahçede, açık havada verirdi. Bu okuldan yetişenlere “ Bahçe Filozofları “ denmiştir. Epikuros’un çalışmalarına (sanırım!?) ilk defa köleler ve kadınlar kabul edilmiştir. Filozof bahçedeki temiz havanın, kokuların ve renklerin insanın zihnini açtığını düşünmüş olmalı.
“ Diğer meslektaşlarım gibi gazetede okuduğum haberlerden yola çıkarak bir hikaye yaratmam. Onlar hikâyeyi bir mekâna yerleştirerek eserlerini oluştururlar. Aksine benim için öncelikli olan mekândır. İlk planda mekânı bulurum. Hikayemi o mekâna yerleştiririm. Hikayenin yakıştığı mekân hikayenin belkemiğini de oluşturur. “ (Wim Wenders, film yönetmeni, 2011)
İnsanların yerleşik düzene geçmesinden sonra ev ve bahçe yaşam alanında önemli bir yer tutmuştur. Çay bahçesi, meyve bahçesi, fındık bahçesi, gül bahçesi, sebze bahçesi. Krallar, sultanlar sarayları kadar saray bahçelerine de önem vermişlerdir. Bahçeler dolaşıp temiz hava almak, serin bir ağaç gölgesinde dinlenmek, devlete ait gizli bir bilgiyi danışmanı ile paylaşmak için ideal yerlerdir. 18. ci asırda Osmanlı Devletindeki Lale Devri ve Lale Bahçeleri en güzel örnektir. Hatta en güzel laleyi kim yetiştirecek diye Hollanda ile girişilen efsanevi rekabet, romanlara konu olmuştur. İstanbul günümüzde her bahar Lale Festivaline sahne olmaktadır.
İnsanın gözünü, gönlünü dinlendiren bahçeler terk edilip harap ve bakımsız kalırsa, sevdiği güzelliklerin değişip yok olduğu tahmin edilirse, o eski bahçeleri yeniden gidip gezmek hüzün verir. Sonbahar güneşinde ısındığımız, dalından bir meyve kopardığımız, sevdiklerimizle huzurlu zamanlar geçirdiğimiz o bahçeleri bir daha görmek istemeyebiliriz.
Ya da tam tersi; o harap bahçeyi, özlemini çektiğiniz eski haline kavuşturmak için dört elle işi koyulur; ağaçları budar, çimenleri biçer, yeni fidanlar, çiçekler dikebilirsiniz. Hissettiğiniz yorgunluğu unutursunuz. Bahçeyi eski haline getirmek için harcadığınız çaba size yaşama sevinci verebilir.
Bahçe sadece yaşamda değil şiirlerde, şarkılarda, öykü ve romanlarda kendini gösterir. Faruk Nafiz Çamlıbel’in “ Artık bu solan bahçede bülbüllere yer yok “ , Karacaoğlan’ın “ Viran ettin bahçem ile bağımı, Tomurcuk gülleri der diye diye “ , Necdet Ataman’ın “ Bahçenizde sümbül olsam, gelir beni koklar mısın “ , Yaşar Kemal’in “ Bin bir çiçekli bahçe “ dediği ülkemizi anlatan eserleri sadece bir kaç örnektir.
Oturduğum evin arkasında genişçe bir bahçe var. Giriş katındaki güney doğulu aile; çoluk çocuk, akraba, ahbap bütün yaz mevsimi boyunca akşam yemeklerini bahçede yerler. Neşe içinde bahçenin tadını çıkarırlar. Ben de rast geldiğim bazı akşamlar çatı katındaki dairemde salata yaparken onları mutfak penceresinden imrenerek seyrederim.
Yaşamımızda önemli bir yer tutan BAHÇE, kendisiyle ilgili bir öykü yazmayı hak ediyor. Herkesin yaşamının bir devresinde bahçeyle ilgili bir anısı, ya da anlatılan bir öyküyü dinlemiş olması mümkündür. O halde zihnimizdeki BAHÇE, yazılarımızda hayat bulsun.
Bu sayımıza öyküleriyle katkı verenlere teşekkür eder, başka tema ve öykülerde buluşmak üzere iyi okumalar dileriz.