Yaşmağını açıp, çenesinin üzerinden ağzını kapatarak, gevşek bir şekilde yeniden bağladı genç kadın. Menekşe rengi gözlerini kocaman açmış, bir adım ötesindeki küçük yatakta yatan bebeğe sabitlemişti. Beyaz kundak içindeki bebeğin uzun kirpiklerle bezenmiş iri, kara gözleri kayıtsızca etrafı tarıyordu. Annenin gözlerindeki hüzün, korku karışımı yerine çocuğun gözlerinde muzipçe bir bakış vardı, henüz birkaç saat önce doğmuş demezdi kimse…Normal doğum yapmıştı, hemşirenin bebeği bacaklarından tutup baş aşağı sarkıtarak poposuna şaplak atışını, onun derin bir nefes alıp çığlığı bastığı anı görmemişti, çünkü gözlerini sımsıkı kapamıştı. “Nur topu gibi bir kız maşallah” deyip annesinin kucağına doğru bebeği uzatan hemşire, kadının gözlerini açmadan hızla başını yana çevirip, elini, “dur” der gibi yüzüne doğru uzatmasıyla dondu kaldı.

Anne dört kişilik odaya nakledildi, bebeğin ilk bakımı yapıldı, annenin çantasından çıkan tek kundağa sarıldı ve annesinin yanına getirildi. O dakikadan beri yatağın ortasında oturmuş, hafifçe ileri geri sallanarak dalgın dalgın bebeğe bakıyordu kadın. Hiç konuşmuyor, yüz ifadesi hiç değişmiyordu.
Beyninin içinde yankılanan ses giderek artıyor, kelimelerin sonuyla başı birbirine giriyordu; ölecek,ölecek, öleceköleceköleceköleceköleceköleckodaölecekodaölecekodaölecekodaölecekodaölecekötekilergibiodaölecek…

Ufak tefek, güleç yüzlü hemşire odaya girdi. Tek tek yatakları dolaştı, bebekleriyle ilgilenen annelerle selamlaştı, uyarılar, öneriler, sevgi sözcükleri uçuştu havada. Yorgun, mutlu üç anneden sonra dördüncü yatakta tuhaf bir sessizlikle karşılaştı. Önce bebeği sevdi, usluluğunu övdü, emzirmeye başlayıp başlamadığını sordu anneye. Anne cevap vermeden yatağa uzanıp hemşireye sırtını döndü. Aldırmadı hemşire, daha önce karşılaşmadığı bir durum değildi neticede. Yumuşacık bir ses tonuyla konuştu; “Yorgunsun, endişelisin anlıyorum ama bana doğru dön, bebeğin altını temizleyeceğim izle. Sonra da emzirmene yardım edeceğim. Korkma, ben buradayım. İstediğin zaman yardım edeceğim sana. Adı ne bebeğinin”
Ölecekoölecekoölecekoöleceko…
“Çok sağlıklı bir bebeğin var.”
Ölecekoölecekoölecekoöleceko…
“Ne kadar yaşam dolu bakıyor! Adı Yaşar olsun mu?”
Hemşireyi çok şaşırtan bir tepki verdi anne, yavaşça doğruldu, yaşlı gözlerle bir hemşireye bir bebeğe baktı, sonra hemşirenin eline sarıldı, “Yaşar mı gerçekten?” dedi. Ne demek istediğini anlamadı hemşire, başını salladı. “Tamam, Yaşar olsun adı o zaman” dedi anne…
Beşinci bebeğini kaybettikten sonraki hamileliklerinde bebeğin ismini hiç düşünmemişti. Altıncı bebekten sonra karnındaki bebekle konuşmayı kesmiş, yedincide bebeğe patik bile örmemişti. Her kayıptan sonra eşyaları ihtiyacı olanlara dağıtırdı zaten. Sekizinci bebeğine “Yaşar” adını öneren hemşire onun hikayesini bilmiyordu.

Yaşar anne karnındayken babası bir trafik kazasında ölmüştü. Annesi yaşıyordu ama yedi kez gömülmüştü. Kendisine Yaşar ismini veren hemşireyi annesi, annesini bakıcısı bildi yıllarca. Seval Hemşire ve kocası onlara evlerini ve kalplerini açmakla kalmamış, Yaşar’ı evlat olarak nüfuslarına da almışlardı.
Seversem ölür diye düşündüğü kızının saçını bir kez bile okşamadı Ayşe, bebekken bile kızının kendisine sarılmasına izin vermedi. Zamanla yazılı olmayan bir kural haline geldi Ayşe Teyze’ye sarılmamak. Gözleriyle, bakışlarıyla belli ederdi sevgisini, Yaşar onu hem çok sever hem de acırdı. Hayatını merak eder, neden kimsesi yok diye sorgular, hiç gülmemesine üzülür, onu konuşturmaya çalışır, mutlu olsun isterdi. Büyüdükçe ona olan ihtiyacı azaldı, Seval ve kocası Hasan iyi eğitim alması için ellerinden geleni yaptı. Hasan gibi tıp okumayı seçti Yaşar. Mezun olduğunda ailesinin yanına döndü, aynı şehirde işe başladı. Evini ayırmak istediğinde Ayşe’de onunla gitmek istedi işlerine yardımcı olmak için. Yaşar kabul etmedi. Mesleğine aşık bir hekimdi, zaten bütün gün hastanedeydi, akşamları sık sık baba evine uğruyor, artık emekli olan anne-babası ve Ayşe’yi yokluyor sonra evine gidiyordu. Hayatında değer verdiği üç kişinin birbirlerine bağlılıkları, Seval ve Hasan’ın Ayşe’ye yanlarında çalışan biri olmaktan çok evin ferdi, kıymetlisi muamelesi yapmaları onu çok mutlu ediyordu.

Üç gün öncesine kadar…
Masasının üzerindeki menekşe saksısına dalgın dalgın bakarken tırnaklarını hırsla kemiriyordu Yaşar. Üç gündür, koridorun sonundaki odada gözleri kapalı yatan Ayşe’nin annesi olduğunu öğrendiği andan beri gönlüne bir kor düşmüş, üçüne olan sevgi ve güvenini tutuşturmuş, alev alev yakıyordu. Bunca yıl bir yalanı yaşatmışlardı kendisine, üçünü de affetmeyecekti. En çok da Ayşe’nin kendisine hiç sarılmamasına anlam veremiyordu.
Bir yandan kafasındaki yüzlerce soruyla baş edemiyor, üçüne de öfkesi giderek artıyor, diğer yandan Ayşe iyileşsin, bir cümle de olsa anne-kız olarak konuşsunlar istiyordu, onun ağzından çıkacak o cümleye ömür boyu yaslanabilmek, onu affetme gerekçesi yaratabilmek için… İmkansızı istediğini bile bile…
Zihninde sürekli yankılanan; ölecek, ölecek, ölecekoölecekbenimleyüzleşemedenölecekkonuşamadanöleceksorularımacevapveremedenölecek cümlelerini hırsla kopartıp kanattığı tırnak etlerinin acısı bile bastıramıyordu.