Fanzinimizin bu ayki temasına uygun bir kitap ararken bir öyküyü incelesek nasıl olur diye düşündüm. Başak Baysallı’nın ilk baskısı 2020 yılında Everest Yayınları’ndan çıkan Fresko Apartmanı isimli öykü kitabında yer alan MATİLDA’NIN BAHÇESİ isimli öyküsü temaya çok uygundu. Bahçe metaforu birçok eserde yer alır. Büyülü, aşk dolu, kötülüklerin gizlendiği, dallanıp budaklanan ya da zenginlik sunan bahçeler anlatıyı zenginleştirir. İstanbul bu bahçeler için en uygun şehirlerden biridir. Bu hikâyede de Kuzguncuk’ta eski bir apartmanın terasına kurulan bir bahçe anlatılıyor.
MATİLDA’NIN BAHÇESİ bana göre Fresko Apartmanı’nın kurucu öyküsüdür. Kitaptaki sıralamada sondan iki önceki öykü olarak yer alsada birbirini tamamlayan öykülerden oluşan, novella olarak da okunabilecek, kitabın kurgu temelini oluşturan öykü olduğunu söyleyebilirim. Fresko Apartmanı’nın tüm öykülerinde geçen karakterler diğer hikâyelere dağılmak üzere burada buluşmuş gibiler. Ben tümünü olmasa da belli kısımlarından kısa alıntılar yaparak öyküyü incelemek istiyorum.
“Basamakları çıkarken bizimkilerle karşılaşmış olmalısınız. Neler anlattılar, kim bilir? Nefes nefese kalmışsınız. Yoruldunuz tabi. İsmail’e kalsa apartmana asansör yaptırmalıyız. Bilirim, kendisi için istemez. Dayanıklıdır o. Söylendiğini, şikâyet ettiğini hiç duymadım. Ani ile beni düşünür. Öyle kaba saba görünüşü sizi yanıltmasın, kibar çocuktur. Akıllıdır da… Üstümüze titrer. Merdivenlerde düşüp kalacağız diye korkar. Yorulmasına yorulurum da Fresko’ya kıyamam. Olduğu gibi kalsın, hiç değişmesin isterim. Bu apartman neler gördü geçirdi? Yine de sapasağlam ayakta. Avram, duramadı buralarda; oysa ne çok severdi İstanbul’u. “Bu şehirde ölmek bile güzeldir be Kirkor… Nerede doğduğun değil, nerede öldüğün mühimdir. Doğduğun anı hatırlamazsın, ama ölümüne yaklaşırken her şeyin farkındasındır. İnsan son kez seyrettiğini bildiğinde Boğaz daha da büyüleyici olmaz mı?” derdi. Bunu Matilda’ya sormak gerekir. Ölüme giderken Boğaz’ı seyretti mi acaba? Aklından neler geçti? O günden sonra Avram bu şehre sığamadı. Apartmanı sattı, Nedim’i de alıp Napoli’ye gitti.”
Hikâyenin giriş bölümünde anlatıcının görmüş geçirmiş bir karakter olduğunu hemen anlıyoruz. Kirkor’un üstüne titreyen dostları var. İstanbul’da yaşıyor. Anılarında yaşattığı, buralardan göçüp giden dostları var. “Ölüme giderken…” sözünden hüzünlü bir anlatıya girmek üzere olduğumuzu anlıyoruz. Yazar bu bölümde hikâyenin ana çatısını kuruyor. Okuyucuyu öyküye davet ediyor.
“Matilda’nın bahçesi burası. Çok güzel değil mi? Çiçekler… Ömrümü verdim ben onlara. Her birinin huyu farklıdır. Duvarın dibindeki begonyaları görüyor musunuz? Onlar rutubetli, serin toprağı sever. Yarı gölgede çiçek açar, serpilip gelişir. Çok narindir. Su verirken yaprak ve çiçeklere dikkat etmelisiniz. Onun diliyle konuşursanız yaz boyunca açar, size hiç küsmez. Şunun adı da cennet kuşu çalısı. Bulunduğu yer, güneye bakar. Güneşi sever. Birkaç haftaya tomurcuklanır. Temmuz ve ağustos aylarında öyle bir çiçeklenir ki seyretmeye doyum olmaz.
Göz alıcı kırmızıya daldınız değil mi? Ateş çiçeği… Ona baktığınız anda yüreğinize bir kor düşer. İçten içe yanarsınız da kimselere bir şey söyleyemezsiniz. Toprağın kurumasına izin vermemelisiniz, sulamayı unutursanız ne olduğunu anlayamadan onu kaybedersiniz. Su, gerçek yaşamda yangınları söndürse de ateş çiçeğine can verir. Her çiçek böyle değil tabii. Kuraklığa dayanıklı olanlar da var. Gaura çalısı… Bakımı oldukça kolaydır. Her türden bahçe toprağına uyum sağlar. Üzerinde pembe çiçekler yedi ay boyunca size eşlik eder.
Terasta bahçe mi olur, diyenleri umursamam. Bu bahçeyi korumak için Fresko’ya geldim ben. İşim gücüm bu. Matilda’nın bahçesinde birbirinden güzel çiçekler yetiştirmek… Nadia, yıldız çiçeğini çok sever. Her gelişinde ona şarkılar söyler. İnanmayacaksınız ama o söyledikçe çiçek daha bir güzelleşir. Şuradaki bodur çalıya bakın. Ağaç minesi… İtalyan bahçelerinde ona sıkça rastlanır. Üzerindeki sarı, pembe çiçekler birkaç gün önce açtı; zamanla kırmızı ya da turuncuya dönecek. Onu seyrettikçe lise yıllarını, okul bahçesindeki davetleri anımsarım. Avram’la Matilda saatlerce dans ederdi. Ne günlerdi… Gençlik… Nasıl da geçip gitti, hiç anlamadım. Ağaç minesi, yaz başından sonbaharın bitimine kadar çiçeklerini dökmez. Begonya gibi yarı gölgeyi sever. Susuzluğa dayanır, hemen solmaz…”
Diye devam eden bölümde terasta kurulan bahçeyi tanıtıyor bize yazar. Ancak çiçeklerin özellikleriyle hikâyede geçen karakterlerin kişilikleri de özdeşleşiyor. Çiçeklere şarkı söyleyen Nadia’nın şarkıcı olduğunu daha önceki sayfalarda yer alan öyküsünden biliyoruz. Bunun yanı sıra geçmişe dair ipuçları da bahçe tasvirinin içine yerleştirilmiş. Anlatıcı anılarına gidip gelerek okuyucuya geçmişte kalmış hikâye parçalarını verip bize bunları birleştirme fırsatı sunuyor. Matilda ile Avram’ın aşkının gençlik yıllarında başladığını öğreniyoruz örneğin.
“Renk şöleni… Öyle değil mi? Cam güzeli… Su delisidir, bıraksak yüzmeye başlayacak. Gölgede mest olur, kendinden geçer. Sabah güneş doğmadan ve akşam saatlerinde suladınız mı keyfine diyecek olmaz. Onun gözünde sizden iyisi yoktur. Su vermeyi hele bir unutun… O zaman yandınız. Öyle bir asar ki suratını doğduğunuza pişman olursunuz.”
Yazar çiçekleri kişileştirmeyi sürdürüyor. Buradan yaşamın içindeki her canlının kendi has özellikleri olduğunu, ilgiye muhtaç oldukları duygusunu işliyor okuyucuya inceden inceye. Aynı zamanda Kirkor’un karakteri hakkında da bilgi sahibi oluyoruz. Kibar, sevgi dolu, ince düşünceli görmüş geçirmiş bir adam canlanıyor gözlerimizin önünde.
“Akşamsefalarını görüyor musunuz? Demir korkulukların hemen önünde. Matilda’nın kendini boşluğa bıraktığı yerde. Tam şurada. Böyle durduğuna bakmayın, gün batımında öyle bir canlanır ki şaşıp kalırsınız. Hava kararmaya yüz tuttuğunda çiçekler usul usul açmaya başlar. Onları seyretmenin keyfi bir başkadır. Hoş koku yayılır etrafa. Çiçeklerin üzerindeki tohumlar toprağa düşer, toprak yeni sürgünler verir. Hiçbir şey yapmasanız da akşamsefası çoğalmaya devam eder. Tüm kötülükleri örtmek istercesine yayılır.”
Ölüm ve yaşam ilişkisi burada akşamsefalarının kendi kendine çoğalmasıyla betimleniyor. Matilda’nın hüzünlü sonuna dair bir şeyler de hayal etmeye başlıyoruz. Anlıyoruz ki Matilda intihar etmiş. Nedenini merak ediyoruz. Ancak son cümlede yazar “Tüm kötülükleri örtmek istercesine…” derken bize Matilda’yı intihara sürükleyen şeyin başına gelen bir kötülük olduğunu da söylüyor.
“Çektiğim acı son bulmaz ya… Buna rağmen… Yaz da geldi. Yıldızlı gökyüzünün altında onlarla yan yana otururken çözülse dilim… Ne varsa ortalığa saçılsa… Burada, Matilda’nın bahçesinde… Sonra, kapatsam gözlerimi… Huzur içinde ölsem… “Doğduğun yer değil, öldüğün yer mühimdir,” derdi Avram. Napoli’de, ölüm döşeğinde İstanbul’u düşündü mü acaba? Ben de Matilda’nın bahçesinde son nefesimi versem… Boğaz’a baksam son kez… Boğaz, daha büyüleyici görünür mü dersiniz?”
Diyerek anlatısını sonlandırıyor Kirkor. Bu bölümle de Kirkor’un bir sır sakladığını ancak bunu artık içinde tutmak istemediğini anlıyoruz. Zorunlu bir göçün ardından Napoli’de sevdiği şehir İstanbul’a özlem duyarak ölen Avram’ı düşünüyoruz. Birçok şeyi bilerek daha birçoğunu da merak ederek öyküyü tamamlıyoruz. Kirkor’un sevgiyle baktığı Matilda’nın Bahçesi’nde yaşanan tüm acı olaylara rağmen birbirinden renkli çiçekler yetişmeye devam ediyor.
Keyifli okumalar,
Fresko Apartmanı, Başak Baysallı, 2020, Everest Yayınları, 110 sayfa