Bugün büyük gün, sen hep aklımdasın annem.

Yıllar öce senin ellerinle diktiğin asma ağacı çardak oldu artık. Altında oturuyorum şu an, her sabah gün doğumunda yaptığım gibi. Ön bahçemiz sayende her daim şenlikli. Hele yaz aylarında…Yemeğimizi genellikle burada yiyoruz. Çayımızı, kahvemizi asmanın  gölgesinde içiyoruz. Bağdan, bahçeden dönen komşular burada soluklanıyor. Filiz  topladığı körpe asma yapraklarından sarmalar sarıyor altında… Çocuklar koşuşturuyor etrafında, üzümünden yiyorlar olgunlaştığında. Fasulyesini, bezelyesini kapan komşu geliyor, burada bir yandan ayıklıyor, bir yandan laflıyorlar. Laf aramızda en  güzel dedikoduları burada yapıyorlar… Ben kahveye gitmeye üşendiğimde burada tavla oynuyorum arkadaşlarımla. Yani asman bahçeyi, bahçe bizi şenlendiriyor kısaca…

Keşke tanıyabilseydin karımı. O da resimlerine bakıp , “keşke tanısaydım anneni” diyor sık sık. Anlaşır mıydınız acaba? Filiz de senin gibi dik başlı, biraz da dediğim dedik. O yüzden çok emin değilim anlaşacağınızdan ama severdiniz birbirinizi ondan eminim.

Çocuklarımız, yani torunların büyüdü. Meral doktor, Metin öğretmen oldu. Meral’in saçları ve gözleri aynı sen. Bir de gülüşünü görsen, aynadaki aksin sanırsın.  Metin daha çok Filiz’in ailesine benziyor ama ayak baş parmağı seninki gibi uzun, burnu hokka gibi, tıpkı babam.

Meral hafta sonu evleniyor. Düğünü burada, bahçemizde yapılacak. Damat Karadenizli. Tesadüfe bak ki babamla adaş. Kimseye belli etmedim ama Mustafa derken zorlandım önceleri, sonra alıştım. İyi yetiştirilmiş bir evlat. Ailesini kızımızı istemeye geldiklerinde tanıdık. Ortak noktalarımız çok. Ha Ege ha Karadeniz ne fark eder. Onlar da bizim gibi toprağa bağımlı.  Rakılı, balıklı  sofralarda uzun sohbetler ettik, zeytini, çayı konuştuk. Sorunlarımızın, kaygılarımızın, geleceğe dair beklentilerimizin aynı olduğunu gördük, anladık birbirimizi. Mustafa gibi ailesini de sevdik kısacası.

Filiz havalara uçuyor iyi insanlara rastladık diye. Benim bir yanım hüzünlü ne yalan söyleyeyim. Kızım, gözümün nuru, okumak için yıllar önce ayrıldı bu evden ama bu başka. Şimdi temelli gidecek, bağımız kopacak gibi geliyor bana. Babacım diye etrafımda dolaşan, gözümün içine bakan kızım artık “aşkım, aşkım” diye diye elin adamının peşinde koşuyor! Önemli kararlarını ona danışarak alıyor. Gel de dayan!

Trabzon’a yerleşecekler biliyor musun? Sık sık gelir gideriz diyorlar ama… Hayat bu yarın ne olacağı belli mi?

 

Yıllar önce babam, ardından da sen ahrete göçünce ben mesleğimi bırakıp buraya döndüm.

Filiz’i de sürükledim ardımdan, bir bakıma ben de onu kopardım ailesinden, burada, bu bahçede evlendik biz de.  Çocuklarımızı bu evde  büyüttük. Asker olarak kalsaydım kim bilir Anadolu’nun hangi köşesindeydim şimdi. Belli mi olur, onlar da belki yakınımıza gelirler bir gün…

 

Bahçe düğün için hazırlanıyor dünden beri, nikah masası çardakta kurulacak. Birazdan doluşurlar buraya. Her kafadan bir ses çıkar.

Meral, Mustafa ve Metin üç gün önce, arkadaşları dün geldi. Evin her tarafında bir yatak serili. Her köşeden biri  çıkıyor. Yiyor, içiyor, gülüşüyorlar. Arı gibi de çalışıyorlar. Bahçeyi ölçüp biçiyorlar. Koli koli malzeme taşıyorlar eve bütün gün. Sandalyeler, masalar, çiçekler, tabaklar, yapma çiçekler. Bu ne bitmeyen enerji… Yarın damadın akrabaları geliyor, iki gün sonra düğün… Konu komşu misafir edecek artık bundan sonra gelenleri. Filiz ne kadar hazırmış bu işe şaşırıyorum. Her işe yetişiyor maşallah. Koşturmaktan benimle konuşmaya bile vakit bulamıyor. Bir de neşeli ki sorma… Ne varmış ki, yıllar önce kendisi de ailesini bırakıp benim peşimden gelmemiş mi?

Sürekli yemek pişiriyor, baklava  bile açtı komşuları yardıma çağırıp. Karadeniz’de damada fındıklı baklava ikram edilirmiş. Hazır alsa olmuyordu sanki. Bana da sürekli direktifler veriyor, “davulcuyu ara, ses sistemiyle ilgilen, içecekleri sipariş et, bozuk para ayarla, takım elbiseni dene, müzisyenleri aramayı unutma, berbere tembihle düğün günü erken açsın dükkanı…” Ne çok detay varmış, bitmiyor…

 

Ev hareketlenmeye başladı. Kahvaltı telaşı başlamadan kahvehaneye mi gitsem acaba? Nasıl olsa kimsenin beni gördüğü yok!

Ne yapıyor o delikanlı bahçe duvarının arkasında “günaydın” bile demeden…

-Delikanlı bir şey mi aradın?

-Yok amca, havai fişekleri ateşleyeceğim yeri tespit ediyorum. Bu duvarın arkası uygun gibi, ne dersin?

-Yok artık! Orada dur! Havai fişek eksik olsun. Çevreye zararlı hiçbir faaliyet istemiyorum! Havayı zehirliyor, sesinden hayvanlar ürküyor, kuşları telef ediyor, hem benim de kulaklarımı çınlatıyor, gözlerimi yakıyor, geriliyorum bir de… O da eksik olsun canım, başka bir eğlence bulun kendinize!

 

Çatma kaşlarını anacığım, evet ayıp ettim biraz… Filiz de söylenir şimdi “ne bağırıyorsun, ayıp değil  mi” diye. Tutamadım dilimi işte… Sözümün geçmeyeceği yerde lafımı niye israf ediyorum ki…

En iyisi ortadan yok olmak…Sakar Ahmet kahvehaneyi açmış olsa bari…