Üzerinden elli yıl geçmiş. Onuncu doğum günümü kutlamak için toplanmıştık bu bahçede. O yıl cumartesiye rastlamıştı. Mahalleden, okuldan arkadaşlarım cıvıl cıvıl yapmıştı bahçeyi. Annem köşeye bir masa kurmuştu. Mavi pötikareli örtünün üzerinde limonata ve büyükannemin tarifiyle hazırlanmış vişne suyu sürahileri, tatlı tuzlu kurabiyeler, çikolatalı kekler ve yine çikolatalı iki katlı doğum günü pastam vardı. Haziran başı ağaçlar en sevdiğim yeşile bürünmüş, hanımeli ve iğde kokuları birbirine karışmıştı o ikindi vakti. Bense mutluluktan  sarhoştum adeta.  Yedi ve üç yaşındaki kardeşlerim de bizlere ayak uydurmaya çalışıyor. Büyük olan kardeşim Ayhan aramızda kaynayıp gitse de, küçük olan Elif oyunumuzu bozuyor, koşarken ona çarpıp yere düşürüyoruz. Başlıyor ağlamaya, sonra arkasından annemin içerden gelen talimatları; “Ağlatmayın kardeşinizi!” “Göz kulak olun kardeşinize ben çok meşgulüm görüyorsunuz”

Canımız sıkılarak oyuna ara verip, onun üstünü başını düzeltiyorduk. Sonra iğde ağacının altına kurulmuş tahta sedirin üzerindeki kilime oturtup biz tekrar oyuna dalıyorduk. Neden sonra dikkatimizi çekecek  kadar yüksek tonda bir suya düşme sesiyle irkildik.  Ne oldu diye birbirimize şaşkınlıkla bakarken ben Elif’in oturttuğumuz yerde olmadığını fark ettim.

Sonra sesin geldiği tarafa koştum. Masanın arka tarafında kalan kuyunun genelde kapalı olan kapağının tam kapanmamış olduğunu gördüm. Annem sabah bahçeyi yıkarken açık bırakmış olmalı. İyice yaklaştığımda aralık bölümden ayna gibi parlayan suyun üzerinde Elif’in pembe elbisesiyle yatıyor olduğunu gördüm.

“Anne, anne” diye bağırmaya başladım ve iki üç adım gerileyerek olduğum yere çöktüm. Annem koşarak geldi ve durumu gördüğünde benden daha fazla bağırmaya başlayıp yardım istedi. Biraz sonra bütün komşular ve itfaiye bahçemizdeydi ama artık Elif yoktu.

Annemi  sedire oturtmuşlar annem göğsüne vurarak ağlıyor ve kendine kızan sözler sarf ediyordu. Ben masanın arkasında kulaklarımı kapatarak kaç saat oturdum bilmiyorum. Sonra Ayhan’ı kucağına alıp yanıma gelen komşumuz Ayşe teyze benim de elimden tutarak bizi kendi evine götürdü. Bir hafta sonra da okula yakın bahçesi olmayan bir eve taşınmıştık. Annem kendinden sonra daha büyük olduğum için en çok beni suçlamış, bir daha eski evimizin yanından bile geçmemize müsaade etmemişti.  Yaşadığı sürece bir daha doğum günümün kutlanmasına da izin vermedi. Üniversite okumak için gittiğim şehir geçmişimle bağımı koparmış yeni evim olmuştu. Orada evlenip çoluk çocuğa karışmıştım. Kardeşim Ayhan’da bir başka şehire yerleşmiş babamı da yanına almıştı. Yıllar sonra evlat acısına dayanamayıp kırklı yaşlarında bizi terk eden annemin Elif’in mezarı yanındaki mezarını ziyaret ettim. Doğduğum şehirden ayrılana kadar babamla gittiğimiz her bayram ziyaretinde içimden söylediğimi bu sefer yüksek sesle ve ağlayarak “Ben de kendimi hiç affetmedim biliyor musun Anne?” diye söyledikten sonra kendimi burada buldum üstü demirlerle kapatılmış bu kuyunun başında, bu bahçede…