Sonunda korktuğu başına gelmişti. Belediye meclisinden evinin ve bahçesinin bulunduğu adanın da kentsel dönüşüm kararı çıkmıştı. Bir söylentiydi oysa. Önceleri herkesin arsasını daha değerli göstermek için uydurduğu bir gecekondu yalanıydı işte. Şimdi kâbusu kapıdaydı. Herkesin bayram havasında karşıladığı mahalle serserilerinin Tahtakale’den aldıkları ucuz havai fişeklerle kutladığı bir karardı.

 

Birkaç ay sonra buradan aldığı yüklü kira yardımıyla bu evi ve bahçeyi terk edecek ve birkaç sonra o da bir rezidans dairesi sahibi olacaktı.

 

Peki ya cesetler? diye geçirdi içinden. Ya gömdüğüm cesetler ne olacak? Bu bahçeye ne çok ceset gömmüştü. Her cinayetinin bir çukuru vardı bu bahçede. Sadece şu karalahanaların dikili olduğu yerin altında üç tane ceset var deyip sıçradı yerinden.

 

Bir yolu olmalıydı mutlaka. Bu cesetleri kimseye sezdirmeden çıkarıp başka bir yere gömmenin bir yolu olmalıydı. Ama o cesetlerle anlamlıydı o bahçe. Onlarsız yapabilmek mümkün olsa insan ne diye evinin bahçesine gömer ki bunca cesedi.

 

İlk cesedini on yedi yaşında gömmüştü. Sanayide çalıştığı zamanlarda dalgın olduğu bir gün krikoyu arabanın altına sürerken çatlattığı yağ karteri yüzünden sağlam bir sopa yemiş, okuyup öğretmen olma hayallerinin artık gerçek olamayacağını anladığında gömmüştü kendini bu armut ağacının altına. Haftalığının dokuz katı değerinde karteri patlattı diye sinirden kendini kaybeden patronu onu önce tekme tokat benzetmiş sonra onun dokuz haftalığını birden kesemeyeceğine de iyice sinirlenip bütün Açık öğretim Lisesi kitaplarını fıçıdan bozma teneke sobanın içine atıp yakmıştı. Geleceği yanıyordu sobada. Rüzgar ateşi yukarı çektikçe soba boruları kızarıyordu. Zaten geçememişti sınavlarını. “Çay molasında kimya kitabı okuyup lise mi bitirilir birader” diyenler haklıydı belki de.

 

Ne emekler vermişti bu bahçeye. Şimdi kendini bilmez bir ekskavatör gelip bir bir açık edecekti cinayetlerini. Ceset kokuları saracaktı tüm mahalleyi. Kolay mıydı bunca cesedi taşıyıp buraya getirmek! Duvarın dibindeki güllerin altındaki cesedi altı ay taşımıştı sırtında kimseye göstermeden. Yıllarca hayal kurup beraber evlilik planları yaptığı Hanife’nin meydandaki Çağdaş Kuyumculuk’un oğluyla evlendiği haberi gelince terhis olmasına daha altı ayı vardı. Kimseye sezdirmeden cesedini sırtına alıp altı ay yanında taşımıştı. Batman Beşiri’den yirmi yedi saatlik bir otobüs yolculuğunda, cesedi kendine koka koka, irinleri yüzüne aka aka getirip o yorgunluğun üstüne uyumadan gömmüştü buraya. Bu bahçede olmalarının anlamı olmasa cesedi gömecek yer mi yoktu koca Beşiri de.

 

Ömründe belki üç belki beş kere gittiği köyde gördüğü teyze kızı ile evleneceğini öğrendiği gece cesetler birbirine yakın olmasın diye kiremitlerin yığılı olduğu yeri saatlerce değiştirip boşalan yere gömmüştü. Rot Balans ustasının verdiği beş günlük balayı iznini annesinin gündeliğe gittiği evin sahibinin Saroz’daki yazlığında yapacaklarını öğrendiğinde “başka bir ceset daha mı” diye geçirmişti içinden. Neyse ki bunu ölümden saymadı. Küçük bir yanlış anlaşılma olmuştu. Onların tatile gideceği eve nereden çıktıysa Halime Hanımların Almanya’da yaşayan yeğenleri çocuklarıyla beraber tatile gitmiş, o da karısıyla evin müştemilatında kalmak zorunda kalmıştı. Gitmişken bedavadan tatil yapmak olur muydu? Biraz bahçe işlerine bakarken karısı İrade de ev işlerine yardımcı olmuştu.

 

İlk çocuğu Ömer Osman bütün bu öyküyü tersine çevirecekti. İlkokulda dersleri çok iyiydi çünkü. Ortaokulda biraz notları biraz düşmüştü ama o bu ailenin en büyük umuduydu. Neticede ergenlikteydi. Ergenlik döneminde herkes pekala sıkıntılar yaşayabilirdi. Meselenin ergenlik olmadığı okulun hafta sonları sınıflarda düzenlediği özel derslere katılamamak olduğu lisedeyken ortaya çıkmıştı. Lisenin ilk sınıfında çakmıştı Ömer Osman. İkinci senenin Mart ayında soğuk bir Salı günü işyerine gelen telefonla dünyası yıkılmıştı. İşten izin alıp okula değil karakola gideceğini öğrendiğindeyse artık ölümü gelmişti. Nasılsa bahçesi vardı. Nasılsa gömdüğü onca cesedi saklıyordu toprak. Ne olacaktı sanki. Bir ölüyü daha gömmekten mi yüksünecekti. Ama bu başkaydı. Bayramlar hariç son dört yılın bütün pazarlarında öğleden sonraları dükkanı açmış ve yarıcı olarak çalışmıştı. Hepsi Ömer Osman içindi. Bu sadece bir cinayet değildi. Bir ihanetti. Ailenin hikayesini değiştirecekti. Okula gitmek yerine torbacı olmuş ve kodesi boylamıştı. İşin acı tarafı kitap parası diye pazarları açtığı rot balans dükkanını artık Maltepe Çocuk ve Gençlik Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’na göndermek üzere yani oğluna içeride bakmak için açacaktı.

 

Hafize öyle miydi. Gözünün nuru kızı. Yüzüne bakmaya nazar değer diye korkacak kadar güzel Hafize. O okuyacak, anasınıfı öğretmeni olacaktı. Üniversiteyi ilk sene kazanamayıp bir hastaneye hostes olarak işe girdi. Bir galericinin ikinci evliliğini onunla yapmayı istemesi bu anasınıfı planını yerle bir etti. Gönül bu tabii. Kime vurulacağı belli olmaz. Kızı da vurulmuştu bir kere işte. Ama adamın yaşı ne olacaktı? Kızını kendisinden beş yaş küçük bir damatla evlendireceği gerçeğiyle yüzleştiğinde bir çukur daha kazılacaktı belli ki. Bir daha dönmedi Hafize o bahçeye. Kocasının ondan tek bir isteği vardı. Evini, ailesini ve çocuklarını o müptezellerden, o torbacılardan, o bataklıktan uzak tutmasıydı. Tabii ya, nereye bassan bir ceset. Nereye bassan bir çukur.

 

Haklıydı damat. Bir bataklıktı burası. On yedi yaşından elli yaşına kadar ölülerini gömen bir rot balans ustasının gizli bataklığı.

 

Babasının 1987 yılında yerleştiği bu gecekondu arsası evin tek erkeği olması nedeniyle eviyle beraber ona kalmıştı. Zamanla kız kardeşlerinin hisselerini ödeyecekti ama ne çare. Ömer Osman’ın okul masraflarından ev geçindirme derdinden para mı kalıyordu geriye. Neyse ki belediye meclisi üçer sene arayla ölen anne babasının mirasının bölünmesine en kökten çözümü bulmuştu. Üç kardeşe üç rezidans daire düşüyordu 416 metrekare arsadan. Bir tane de dükkân.

 

Gelen bildirimde evin en geç 31 Mayıs tarihinde boşaltılması gerektiği yazıyordu. Başlarına devlet kuşu konmuştu. Artık onlar da rezidans dairesi sahibi olacaklardı.

 

Peki ölüler ne olacaktı bahçeye gömdüğü?