Her şeyin zıddıyla var olduğu dünyada susmak ve konuşmak da iki karşıt güç. Susmak eylemi konuşmak eylemiyle bir anlam kazanır. Biri olmadan diğeri eksik kalır. İş ne zaman konuşup ne zaman susacağını bilmekte…

İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelliği düşünmesi ve düşündüklerini ifade edebilmesidir. İnsanın kendini ifade edebilme hakkı kutsaldır ve bu eylemi istediği şekilde gerçekleştirebilir, konuşarak, susarak, yazarak, çizerek… Peki ilk akla gelen konuşmakken susmak niye? Neden susarız, ne zaman susarız ya da susmalıyız? Susmanın da bir sesi, gücü var mıdır?

Bu sorular üzerinde düşünürken aklıma yıllar önce suskun tanrılar diyarı İda Dağları’nda katıldığım bir yoga kampı geldi. Gün boyunca sessizlik orucu tutmuş, kimseyle işaret yoluyla dahi iletişim kurmamış, telefon kullanmamış, kitap okumamış, spor yapmamış sadece kendimize ve doğanın sesine odaklanmıştık. Meğer susunca ne çok şey duyuluyormuş. Ağaçlar, kuşlar, börtü böcek, rüzgar, akan su ne çok şey söylüyormuş. Sadece o değil, meğer iç sesimize ne kadar az kulak veriyormuşuz. Sürekli koşturarak bir yerlere yetişmeye çabalarken, sosyal medyada akıp giden haberleri takip etmeye çalışırken, televizyon karşısında büyülenmiş gibi otururken kendimizden nasıl da kaçıyor, iç sesimizle bağımızı kopartıyormuşuz…

Herkesin bilip bilmeden ve çok konuştuğu, konuşmanın pirim yaptığı, insanların yapmadıkları kadar anlattığı bir dönemde odak noktamız konuşmak olduğu için iç dünyamızın sesini duyamıyoruz ne yazık ki. Öncesinde susmadan yapılan konuşmalar özümüzle bağımızı gevşetiyor bir başka deyişle.

Susmak bile-isteye yapılan bir eylemse sorun yok ancak dayatılıyorsa, konuşma hakkı tanınmıyorsa iş değişiyor.

 

En çok kimler susmak zorunda kalıyor diye sorulsa benim cevabım, kadınlar olurdu. Erkeklerin dünyaya gelişi şenlikle, abartıyla karşılanırken kadınlar suskunlukla karşılanıyor çoğu zaman. Bir ortamda oluşan ani sessizliği “bir yerlerde kız doğdu” cümlesiyle izah eden bir toplumun üyesiyiz biz. Kadına yaşam boyu suskunluk yakıştırılıyor. Uysal olmak, yavaş sesle konuşmak, susmak bir değer olarak sunuluyor. Kız kısmı çok konuşmaz! Kız kısmının aklı ermez, sus! Buna benzer cümlelerle susturulan kadın her şeyi onaylıyor, kabul ediyor diyemeyiz elbette. Susarak da çok şey söylenebileceğini öğreniyor. Duygularını bazen rengârenk ipliklerle ördükleri oyalarla, bazen giydikleri kıyafetlerle, bazen hareketleriyle en çok da bakışlarıyla ifade ediyor. Ya da gerçekten susuyor, ister kabulleniş, ister isyan olsun…

Ya bir yerlerde biz sustuğumuz sürece devam edecek bir eziyet varsa… Nelere susmadı ki insanoğlu; kol kırılır yen içinde kalır diye enseste, aile içi şiddete, tecavüze… Konuşursam başıma bir iş gelir diyerek haksız tutuklamalara, işkencelere, adaletsizliklere… Konuşsam ne değişecek ki diyerek doğaya, hayvanlara verilen zararlara… Bazılarımız kendine yapılan haksızlıkları sineye çekerken başkalarının hakkını savundu. Bazılarımız ona da üşendi…

“İnsan ruhunu iki şey karartır: susulacak yerde konuşmak ve konuşulacak yerde susmak” demiş Sadi Şirazi.

Gerektiğinde konuşup gerektiğinde susacak bilgelik ve cesarete her zaman sahip olmak dileğiyle…

Kiltablet’in Mart ayı sayısına Susmak temalı öyküleriyle katkıda bulunan yazarlarımız; Arif Kamil Olgun, Aylin Tamakan, Bahar Uysal Karakuş, Birgül Ergün, Burçin Laçin, Canan Kuzuloğlu, Cenk Uras, Dilek Yılmaz, Hediye Nar Gasımova, Hüseyin Karagöz, Nurdan Atay, Nuriye Yıldız, Sevin Sezin ve Pat Barker’ın Kızların Suskunluğu adlı kitabının tanıtımıyla Sultan Deliklitaş’a çok teşekkür ediyor,

Hepinize keyifli okumalar diliyoruz…