Emekleyerek başlıyoruz gezmeye. Attaya gidiyoruz, haydi gezmeye gidiyoruzla
büyüyen biz yetişkinler (en azından bizim kuşak) gezerken görmeye, gördükçe
öğrenmeye, öğrendikçe düşünmeye (düşünmekten kuşkuluyum) başlıyoruz ve
gezmek yaşamımızın bir parçası olup çıkıyor bazılarımız için.
Neden geziyoruz sorusuna her birimizin vereceği yanıt, genel başlıklar altında
toplansa da farklı olacaktır. Keşfetmek için, unutmak için, öğrenmek için,
görmek için (görme engelliler ki kendilerine özgü görme yetisine sahipler), vb..
Tarih gezginlerle başlıyor dersek yanlış olmaz. İlk gezginler, dönmeyi
başarabilirlerse günahlarından arınacaklarına, dönemezlerse Allah yolunda
öleceklerine inanan, üstlerinde bir çul, sırtlarında bir çıkın, ellerinde bir sopa
yollara düşen din tutkunlarıydı. Torunlarının Ay’ı komşu kapısı yapacaklarını
nereden bilebilirlerdi.
Marco Polo meraktan yola çıkmış olsa da cesaretine hayran kaldığımız Kristof
Kolomb’un amacının masum bir merak duygusu olduğunu öne sürebilir miyiz?
Bu kadar masum bir istek için Kraliçe İsabella ona sponsor olur muydu? Bana
ne kardeş senin gezmenden demez miydi?
Her fırsatta keyifli gezi notlarına başvurduğumuz Çelebimiz bir yana, dünya
tarihini değiştiren, işgal ettikleri topraklara belalar-dertler getiren büyük kâşifler
dediğimiz gezginler bir yana.
Gezmenin çoğu zaman iyi hissettiren bir yanı vardır. Gezmenin ticareti vardır,
sektörü vardır. Euro Disneyland’a gittiğinizde, para kazanmak için kapitalizmin
yaratıcılığına şapka çıkarırsınız. Çocuklar kimin umurunda? Hangi çocuk şehrin
kilometrelerce uzağına oynamak için gider ki ebeveynleri olmadan? Bir tur
çocuk, iki tur büyükler atar tematik eğlence parkurlarında. Çocukluk
düşlerimizin kahramanları arasında dolaşır, çocuksu bir şımarıklığa kapılırız.
Ama Suriyeli çocukları, emeği sömürülen işçi çocukları görmeyiz oralarda
nedense. Onların görüldüğü yerler mendil-su sattıkları veya para dilendikleri
metrolar, metrobüslerdir ya da son nefeslerini verdikleri iki ülke arasındaki
denizlerin kıyısıdır.
İşte gezerken, görmediklerimizi de görür bazılarımız ve ânın tadı zehir mi olur
ne! Tam beynimizin kepenklerini acı gerçeklere karşı indirmişken!
Küreselleşen dünyamızda gezdikçe aslında birbirimize ne kadar çok
benzediğimizi görürüz. Aynı anne babadan doğmuşçasına bir benzerlik; bütün
insanlar acıkır, sevinir, korkar, hastalanır, doğar, ölür. Yiyecek içecek desen
hepten benzeş olmuş, her yerde herkesin damak tadına uygun bir şeyler var, sağ
olsun küreselleştiriciler her şeyi düşünmüş.
Bunca benzerlik içinde farklılıkları görebilmek için toplumların, insanların ve
birbirimizin ruhlarında gezinmeye başlarız, belki de asıl gezi o zaman başlıyor.
Görmek için her daim gezmek de gerekmiyor. Bir Behiye Aksoy şarkısı,
yaşamımıza dokunan bir tablo, bir dize, bir roman ya da bir fısıltı gezintimizi
başlatır: ücretsiz, vizesiz hayal dünyası ya da anılar turu.
Gezerken görmek istemediklerimizle, kaçtıklarımızla yüzleşmek usandırır kimi
zaman. Aklınızdan dilinize saçma sapan inciler dökülüverir “Nicedir yorgunum
Nietzsche, çıktığım bütün yollar varıyor hiçe” gibi.
Nerede olursa olsun, havada-karada, vapurda-uçakta, şurada burada gezmek
belleğin tozunu alır, parlatır. Hele cümbür cemaat “Parkta yapılan Gezi”ler
zamanı genişletir, umutları sulayıp filizlendirir.