“Emeğin Bereketi” başlığını uygun gördük, Kiltablet’in hasat konulu 2018 Eylül
sayısına.
Çiçek çiçek dolaşıp kendi enzimleriyle karıştırarak bal üreten arıya minnetimizden,
hapur hupur dut yaprağı yiyen oburcuk tırtılın kendini hapsettiği kozasında, ipek
üretmesine hayranlığımızdan koyduk bu başlığı. Her tırtıl kelebek aşamasına
gelmeyebilir, ama minicik halkalarına yakından bakıldığında, ileride kanatlarına
yansıyacak enfes renklerin potansiyeli görülebilir. Kıpır kıpır yaprak yemesine
büyülenirsiniz. Hasada dönüşsün dönüşmesin, o potansiyel, kelebek olma potansiyeli
sadece ondadır, başkasında değil. Bu bile onun çabası karşısında saygıyla eğilmemizi
gerektirir.
Çalışanın döktüğü tere, bulandığı toza toprağa duyduğumuz saygıdan elbette seçtik bu
başlığı. Doyamadığı uykusunu, şanslıysa bulup da iliştiği koltukta sürdüren metrobüs
yolcularına üzüldüğümüzden biraz da.
Gömüldüğümüz mezar kentlerden görebildiğimiz kadarıyla, doğaya ve onun hem
katili, hem muhtacı, hem de parçası olan insana baktık. Emeğin bereketi olarak
gördüğümüz, görmek istediğimiz, sandığımız, öyle olmasını arzu ettiğimiz bu şenlikli,
umutvar çağrışımlarla dolu sözcük, edebiyatın tanıdığı evirme çevirme, çoklu
anlamlandırma olanaklarıyla geniş ufka yol aldığında, hasadımızın amacımız olduğunu
da söyleyebildik. Amaçtı hasat; beklentilerimiz, düşlediklerimiz için gösterdiğimiz
çabanın, yorgunlukların, soluk soluğa kalmanın, yüreğimiz ağzımızda atmanın,
bedbinliğe yenik düşmemenin, başımızı dik tutmanın karşılığıydı!
Emeğimizin karşılığını alabiliyor muyduk peki? Her emeğin sonu bereket mi? Her
mücadelenin, çabanın, uğraşın? Yoksa göreceli olarak koşullara mı bağlı? Külfet mi,
eziyet mi beklediğimize değer mi?
Emek, çoğucası bereket getirir ama her zaman mı? İster doğada, ister ilişkilerde, işde,
okulda, hayatın her alanında şansın, siyasetin, sosyal olguların yardımcılığını
gereksinmiyor mu?..
Entropiyi (doğada düzensizlik kuramı) ortaya atan Ludwig Boltzmann – belki intihara
eğilimliydi – çağdaşlarınca alaya alınmasa hayatı yerle yeksan edilmese, çaresizlik,
ardından yoksulluğa sürüklenmese intihar etmeyecek belki de Nobel’e hak
kazanacaktı. Çok sonra Gibbs, (Josiah Willard Gibbs) onun görüşlerini doğrulatıp
bilim dünyasına onaylattı. Ne ki o, öncü olmanın bedelini yaşamıyla ödedi, emeğinin
karşılığını hayattayken alamadı. DNA’nın yapıtaşı sarmal dizilimdeki moleküllerin
sınıflandırılmasında çok önemli aşamalar kaydeden bilim insanı Rosalind Franklin
40’ına varamadan ölmeseydi Nobel’e layık görülecekti.
Bütün bilim insanları Nobel almaz. Arada kaynayan, görmezden gelinen, buluşları
fikirleri çalınan çok olmuştur, olacaktır da, hatta bazıları Giordano Bruno gibi
yakılmadığına şükredecektir.
Sanatçıların pek çoğu hayattayken Picasso gibi deha katına çıkma lütfuna eremez. Van
Gogh’un çırpınışları, eserlerini, kendisi hayattayken değerli kılmaya yetti mi? Franz
Kafka’ya ne dersiniz? Fikret Mualla, tablolarının bugün müzayedelerde satıldığı
paraları, rüyasında görse inanır mıydı? Roden’in gölgesinde kalmaktan kurtulamayan
sevgilisi Camille Claudel, yaptığı heykellerin ekmeğini yiyebildi mi ömrünü
noktaladığı akıl hastanesinde? Korku edebiyatının öncülerinden bir kadın olarak Mary
Shelley, Frankenstein’ın ilk basımında kendi adını kullanmaya cesaret edebildi mi?
Kadın filozof Hypatia, yeni Platoncuğu savunduğunda kiliseyle ters düştüğü için derisi
yüzülerek korkunç işkencelerle öldürülmedi mi?
Bazılarının hasadı kutlama, bazılarınınki ceza!
Ama hepsi bilime, sanata birer tuğla koydular. Bu tuğlalar yok edilemez.
Ayrımsamayı, duyumsamayı bilenler bu tuğlaları görebilir, harcanmış, boşa gitmiş
emeklerin hakkını verirler iş işten geçtikten sonra olsa da.
Umutlu, bağbozumlu, gelenekli görenekli hasat sözcüğü bize, edebiyatın salıncaklı
tahterevallili, uçan balonlu yanarlı dönerli dünyasında hesap sordurur oldu!
Toprakta çalışmaktan öte, hayatımızın hasadını aramaya koyulduğumuzda, hangimiz,
adaletsizliğin gölgesinden bereket fışkırdığını söyleyebilir?
Emek verdiysen Veysel’in sadık yari kara toprağa, seni yarı yolda koymaz. İş bulup
çalıştıysan, işe yaradıysan, çevrene bir faydan dokundaysa az çok bereketi yaşarsın.
Birey olarak amaçladığımıza gelince; bırakın mutluluktan çıldırmayı, delicesine mutlu
olmayı – belki çok sağlıklı duygular da değildir – derin bir huzur, erinç gönenç
duyamadan göçer gider çoğumuz.
Hayat hasadında, var oluşsal ve doğal amaçlar uğruna harcadığımız emeklerin yarısı
boşa gider. Koşullar elvermediğinde pek bereketli olmaz hasadımız, bardağın dolu
tarafıyla yetiniriz. Başaranlar gönençli, başaramayanlar, kaybedenlerse kendi
yalnızlıklarında yol alır.
Sonu ne olursa olsun bitmez bir türlü harcanan emek.
Kan ter içinde kalsak da, arada mola versek de, yaşam sürdükçe sürer.
Hasadımız amacımızdır. Soluk alıp verdikçe sürecektir.
Hepimizin hasadı bereketli olsun, herkesin emeği karşılığını bulsun diyerek iyi okumalar.