Tesadüfen karşılaşmışlardı alışveriş merkezinde. Nigâr, devam etmekte olduğu psikiyatri merkezindeki randevu saatinin gelmesini beklerken düşünmeden girivermişti hiç sevmediği bu mekâna. Avare dolaşırken ünlü kahvecide kendine ısrarla el eden Türkan’ı gördüğünde anlamıştı hatasını. Az sonra kendini Türkan’ın sosyal ağına yakalanmış, çırpınırken bulacaktı. Seansta ilk bunu konuşurlardı artık. Eski okul arkadaşı, hayatı boyunca hiç çalışmak zorunda kalmamış, ev kadını türünün koca parası yiyen sınıfının tipik örneği Türkan elbette ki, Nigâr gibi sırtı bükülmüş çalışan kadının zavallı bir üyesini yemeden önce oldukça eğlendirici bir oyuna tabi tutacaktı. Bu saatlerde hep kahvesini yudumluyor olduğu, maalesef bugün ona hiç kimsenin eşlik edemediği girizgâhından sonra can alıcı sorularını sıraladı Türkan. Hala emekli ol-a-mamış mıydı? Demek hiç evlen-e-memeşti. En sonunda vurucu darbeyi indirdi. Laf aramızda Nigâr henüz ölmemişti ancak kötü yaralandı. Bugünkü sağaltım seansı zorlu geçeceğe benziyordu.
“Canım, sen de amma görünmez olmuşsun. Ne yapıyorsun, ne ediyorsun bilen yok. Bizim lise grubunda kimi sorsan biliyorum face’den, ama sen? O yüzden her şeyi sormak zorunda kalıyorum böyle. Sahi face kullanmadığına inanamıyorum. ”
Nigâr kamuda çalışmakla ilgili bir şeyler geveleyecek olsa da vazgeçti. Vurun abalıya diye geçirdi içinden.
Türkan, meşhur kahkahasını koyuverirken, fincanı tutan elindeki serçe parmağının diğerleriyle olan açısını iyice açtı. Doğal, kendiliğinden, adeta çınlar gibi çıkan kahkaha, parmaklar arasındaki gergin teli koparmış, parmak da alıp başını gitmiş gibiydi. Neyse ki tırnaklardaki bordo ojeler Nigâr’ın aklını başına getirdi. Genel de tersi olur ya neyse. Uçan serçe parmaktan bordo uzun tırnaklara, oradan kendi tırnakları yenilmiş küt parmaklarına hızlı bir geçiş yaptı düşünceleri. Aç kurtul bir hesap a benim canım, kurtul sıkıntıdan, dedi öteki. Sonra da İbrahim’i hatırlayıp hatırlamadığını sordu? Nigâr bozuntuya vermedi. İbrahim’in okulda Nigâr’dan hoşlandığını biliyor olabilir miydi? Bilse de buna ihtimal vermezdi Türkan gibileri. Bir erkek ancak kendisiyle ilgisi ve ilişkisi bağlamında önemliydi bu kadınlar için! Yirmi yıl geçse de bu böyleydi! Nigâr psikiyatristine bunu da sormaya karar verdi. Kadınlar, erkeklerle ilişki kurma biçimlerine göre mi sınıflanıyordu acaba? Az sonra kendisinden değil de Nigâr’dan hoşlanmış bir İbrahim’e olan kızgınlığın acısıyla gülümsedi Türkan. Nigâr’ın yanına biraz daha sokularak telefonunun ekranında açtığı siyah beyaz görüntüyü gösterdi.
“Sana bir sürprizim var.”
Hayır, Nigâr bakmamalıydı, ama olan olmuştu bir kere. Bir kereden bir şey olmazdı.
“Aaa. Bunu nerden buldunuz?”
Türkan’ın telefon ekranında büyütülen görüntü 4F’nin giriş merdivenlerine dizili kız ve erkek öğrencilerinin, beden öğretmeni Deli Bekir’le çekilmiş fotoğrafıydı. Bu fotoğrafın çekildiği günü çok iyi anımsamakla birlikte fotoğraf kendisinde yoktu. Onca zamandır da varlığını bile unutmuştu. Yitirdiği bir eşyasını bulmuş gibi sevindi. Ah hastalığı nüks ediyordu.
Fotoğrafın çekildiği gün sene sonu yaklaşmıştı. Sınıflar matematik, tabii bilimler ve edebiyat diye ayrılacağı için sınıf arkadaşların son beraberliklerinde beden dersini çeşitli oyunlarla ve fotoğraf çekimleriyle geçirmişlerdi. Nigâr içini çekti. O zaman şak şuk fotoğraf çekilmezdi diye düşündü. Bir tören gibiydi çekimler. Bu düşüncesini kendine sakladı. Söylese yine eleştirirdi onu okul arkadaşı. Nigâr’ı çağa ayak uyduramamakla suçlar, selfiden güzeli mi var diye eklerdi kuşkusuz. Hem o zaman bugünkü gibi sosyal medyada paylaşım hastalığına tutulmamıştı Nigârcık. Daldığı düşüncelerden Türkan’ın uyarısıyla sıyrıldı. Gördün mü İbrahim’i diye sorunca irkildi. Uzun boyu nedeniyle sondaki sıranın tam ortasında direk gibi dikiliyor, sıfır numara traşlı kafasını yana çevirmiş, tırabzana yaslanan Nigâr’a sakınmadan bakıyordu İbrahim. Demek doğruydu. Kendine güvensizliğinden bir türlü emin olamadığı, yine de hissettiği ilginin somut kanıtıydı bu fotoğraf. Kalp atışları hızlanmaya başladı. O sırada fotoğrafın diğer köşesinden İbrahim’e bakan Türkan’ı görünce dehşetle irkildi. Ama nafile görüntü kaybolmuştu. Türkan son model cep telefonuna zaferle dokundu. Kelimelerin ya da Türkan’ın üstüne basa basa (artık siz karar verin) konuştu.
“Gördün mü şekerim, ne tatlı? Ayyy! Ne kadar da genciz. Ay hayır, çocuğuz çocuk!”
“Evet çok yaşlandık, neredeyse yirmi sene geçti” dedi Nigâr ciddiyetle.
Zamanın akrebinin Türkan’ı daha sık ısırdığı belliydi. O da hamlesini yapmıştı işte. Türkan’ın mazideki günün okul sıralarına dönmüş gibi bir hal almış olan nazenin, şımarık kız çocuğu sesi büzülmüş dudaklarından yeniden döküldü. Omuzların silkinme hareketiyle devam etti Türkan. “Yaaa, yine buluşsak ya.” Gayret etti ama o ay’lar, of’lar, ya’lar kendi ağzından bir türlü dökülmek bilmiyordu Nigâr’ın. Belki de her şeyin sebebi buydu. Seansın diğer konusu da bu olabilirdi. Yani bazılarının geçmişe yolculuğu bedensel olarak da nasıl mümkün olabiliyordu?! Nigâr dayanamadı, bir kahkaha patlattı. Artık bu kadarı onun için fazlaydı. Şimdi yani sınıf buluşması diye her biri on iki – on üç yaşının duygu ve davranışlarına ışınlanmış gibi bir hal alacak kadın ve erkeklerin tam ortasında dikilen İbrahim’le kendini hayal etti. İkisini ebe yaparlardı kesin. Türkan timsah gözyaşlarıyla Deli Bekir’e şikâyete giderdi. O da bu ikisini denge aletinden takla atmaya zorlar, tam aletin önüne gelip zıplayamadan kafasını toslayınca da bütün sınıf ona gülerdi.
“Bari Deli Bekir’i de çağırsaydınız?”
“Olur mu kızım hiç. Çoktan mevta olmuştur zavallı…”
“Olsun canım. Ruhların face kullanmadığı ne malum?”
Sinirli sinirli güldü. Türkan duraklamıştı. Bu kadarı fazlaydı. Bozuntuya vermeden yanıtladı.
“Âlemsin canım! Ama keşke öyle olsa. Her neyse fotoğrafı İbrahim bana gönderdi. Sınıftakiler birbirimizi feys’den yeni bulduk. Seni bugün buraya hangi mucize gönderdi bilmem. Sınıftan ulaşamadığımız bir sen kaldıydın. Hemen bana numaranı söyle. Face kullanmıyorsan da vatsap kullanırsın. Ben bir grup kuracağım. Orada kararlaştırırız.”
Nigâr bütün tüylerinin diken diken olduğunu hissederek kendi kendine sakin ol telkinin de bulundu.
Her şey böyle başlamıştı… Ota boka grup kurarak… Kimlerle hangi gruplarda hangi ortaklıklarda bile bulunduğunu unutmuştu. En son dâhil olduğu otuz kırk kadar vatsap grubuna müdahil olmaya, yazmaya, günaydın demeye, kendiyle ve ruh durumuyla çelişen emojiler göndermeye, tebrik ve teşekkür etmeye, baş sağlığı dilemeye… O kadar kaptırmıştı ki kendini sonunda kilo vermiş ve uykusuzluktan muzdarip halde soluğu bu ünlü psikiyatri hocasının muayenehanesinde almıştı. Aldığı tanı F bilmem kaç, “sosyal mecralarda bulunma zaruriyetinden doğan moral bozukluğu ve paranoya”ydı. Az önce Türkan’la karşılaşana kadar seanslar iyi gidiyordu. Bugün de seansın gelmesini bekliyordu. Bir süredir hocayla birlikte teknoloji detoksu kararı almışlar, böylece kendini çok hafiflemiş hissetmişti. Zaten hastalık kaynağından uzaklaşmak, tıpta bilinen en eski tedavi yöntemi değil mi diye ikna etmişti hoca. Evet yanılmadınız, bütün sosyal hesaplarını kapatmış, gruplardan ayrılmıştı. Tüy gibi hafiflemişti doğrusu. Ah evet o kurtarılmış biriydi. Ya diğer milyarlar.
Az sonra hocanın ofisinden caddeye bakarken ellerindeki cep telefonu ekranına bakan, cep telefonuyla konuşan insanlara bakıp başını düşünceli düşünceli salladı.
“Yapay zeka hepsini ele geçirdi. İnsan ona biat ediyor. Tek bir fotoğraf beni eski bağımlılık günlerime geri götürebilirdi, neyse ki seans saati geldi de ayrıldık. Sizce diğer kullanıcılar da kurtarabilecek mi kendilerini?“
Hoca top sakalını sıvazladıktan sonra sakin bir sesle yanıtladı:
“Bütün iş çocuklukta. Orada yaşananların paylaşımı, bilinçaltını tekrardan devreye sokuyor. Böylece ele geçirdikleri bilinçaltı ise et peşinde koşan aç bir yırtıcının davranışından farksız. Ama merak etmeyin. Biz de zaten oraya gideceğiz. Hadi kapayın gözlerinizi!”
Ama siz ne yapıyorsunuz Nigâr Hanım o telefonla. Hani detokstaydık. Üstelik seansta.
Nigâr yalvaran gözlerle hocaya baktı. Son bir şey… Türkan’a şu “randomu atayım tamam.”
Ha ha ha!..