Birleşmiş Milletler tarafından 3 Aralık’ın Dünya Engelliler Günü olarak ilan edilmesinin üzerinden tam 43 yıl geçti. Konuyla ilgili bir basın açıklaması yapan Türkiye Sakatlar Derneği (TSD) Başkanı Şükrü Boyraz, “Devlet, engellilerin toplumsal hayata eşit ve üretken bireyler olarak katılımlarının zorunluluğuna dikkat çeken Engelliler Bildirisi’nin ruhuna ve taleplerimize uygun düzenlemeleri hayata geçirmiyor,” dedi.
İktidarın, Türkiye nüfusunun onda birinden fazlasını oluşturan 8,5 milyon engelliyi ve engellilerin sorunlarından doğrudan etkilenen aileleriyle birlikte 25 milyon kişiyi görmezden geldiğini savunan TSD Başkanı Şükrü Boyraz, konuyla ilgili şöyle konuştu:
“Türkiye tarihinin en ciddi ekonomik ve siyasi kriziyle yüz yüze bulunuyoruz. Hükümet, kendi krizinin faturasını çalışanlara, işsizlere, emeklilere, üreticilere keserken, bu olumsuz koşullar engellileri fazladan bir kat daha fazla mağdur ediyor. Günde bir buçuk doların altında bir gelirle yaşamaya mahkûm edilenlerin oranının yüzde 38’i bulduğu düşünüldüğünde, engellilerin yaşama koşullarının çok daha ağır olduğu ortadadır. Üretimi, yatırımı, istihdamı ve kamu yararını göz ardı eden politikalar, yoksulluk, işsizlik ve sefaleti derinleştiriyor. Çalışanların, üretenlerin ve engellilerin talepleri karşısında görmeyen ve duymayan iktidar, kaynaklarımızı üretmeden kazanan bir avuç azınlığa aktarmaya devam ediyor.”
Gazetedeki haberi okuyunca “Helal sana be Şükrü!” diyerek elini önündeki bankoya hızla vurdu. “Muhalefetten daha muhalefetsin Allahıma, olması gerektiği gibi…”
“Neymiş o bakalım?” dedi bir ses, “Olması gereken?”
Ödü patlamıştı. Öylesine dalmıştı ki habere, içeriye girenden haberi bile yoktu! Yüzünü al basmış, titremesini engellemeye çalışan öfke dolu sesiyle, “Engelsizlerin, engellilere kendi engellerini aşarak bakmaları!” deyip başını kaldırdığında sevimli bir yüzle karşılaştı, gülümseyen… O da gülümsedi!
“Siz de gazetenin işinize engel olmasına, engel olamamışsınız anlaşılan!” dedi, genç adam. “Baksanıza içeri daldım haberiniz bile yok!” diye de ekledi muzır bir ses tonuyla. Kız irkildi, kimdi ki şimdi, bu? Ciddileşerek “Buyurun, yardımcı olayım.” dedi, aldırmaz görünmeye çalışarak. “Ben Mahir! Yeni güvenlik görevlisi!” Elini uzatmıştı. Kız rahatladı; “Haa!” dedi, “İnsan Kaynakları söylemişti. 5. kata çıkın, Şeymanım sizi bekliyor!” İç tarafı işaret ediyordu. Adamın eli havada kaldı. Aldırmaz görünerek teşekkür edip asansörlere yöneldi.
Beklerken bir yandan da kızı kesiyordu, ne de olsa bundan böyle birlikte çalışacaklardı. ‘Hoş’ diye geçirdi içinden. En büyük takıntısı boydu, ama kestiremiyordu kapalı bankonun ardından: ‘Eh,’ dedi, ‘1.95 boy olunca…’ Nasıl takmasındı?! Zil sesiyle kendine geldi, kabine geçti.
O gidince kız adeta tuttuğu soluğunu yavaşça bıraktı. ‘İnşallah yukarda bir şeyler yumurtlamaz!’ diye endişeleniyordu. Ne de olsa bu işi çok zor bulmuştu. Engellilik her yerde karşısına çıkıyordu. Saatine baktı, neyse mesai bitimine az kalmıştı, toparlanıp çıktı bankodan akülü arabasıyla.
Mahir işi bitip aşağı indiğinde onu göremedi, nöbetçi güvenlikçiye merakla sordu, biraz evvelki arkadaş yok mu diye, gitmişti. Adını öğrendi, Ayşegül… Ne güzel isimdi, kendisi gibi… Hop oğlum hop dedi, bu ne hız, dur biraz frene bas. Yarın ilk iş günü olacaktı, heyecanlıydı.
Ayşegül’ün kafası serviste allak bullaktı, ya bir şey söylediyse diye epey bir kaygılandı. Eve yaklaştıklarında toparlan kızım, sonunda ölüm yok ya, amannn, sen ne badireler atlattın, bi tüysüz oğlanı mı halledemiycen diye kendini moralledi. Sabahı zor etti.
Neyseki ertesi sabah servis erkenden varmıştı şirkete. Ayşegül oyalanmadan bankodaki yerini aldı. Mesai saati yaklaşıyordu. Bakındı oğlan ortalıklarda yoktu. ‘Hah!’ dedi ‘daha ilk günden gecikti beyefendi!’ ‘Sana ne kızım, sen kendi işine bak, hem öyle ilk günden senli benli olmak yok, bi anla bi dinle bakalım neyin nesi, kimin fesi, pek sağlam ayağa benzemiyor ya, yok canım, dün pek beğenmiştin oğlanı, yakalanmasaydın, saçmalama, tamam sağlam ayak olmasa, işe alırlar mıydı hiç? Ne çok araştırıyorlar sen biliyon,’ diye dalmış saydırırken:
“Günaydın Ayşegül Hanım” sesiyle yerinden hopladı. ‘Hadsize bakın hele, adımı da öğrenmiş bi de!’ “Afedersiniz, korkuttum galiba?” diyerek, muzır bir edayla, devam etti “Ama bundan sonra korkmanıza gerek yok, yanınızda hep ben varım!” demez mi?! ‘Boşuna hadsiz dememişim, düpedüz hem de...’ Ayşegül’ün tepesi atmıştı: “Siz olmadan da şimdiye kadar kendimi koruyabildim, bundan sonrası için de şüpheniz olmasın, hatta sizden bile!” diyerek cevabı yapıştırdı. Oğlan neye uğradığını şaşırmıştı. “Şaka ya…” derken içeri gelenlerle yerine geçmek zorunda kaldı. Ayşegül sinirden tir tir titriyordu, ama gayet cool hiç belli etmedi. Bütün gün bir daha da muhatap olmadı oğlanla.
Yoğun bir hafta olmuştu, gelen giden, giren çıkan, ama Allah için daha ilk günlerden Mahir, yardımseverlik, iş birliği konularında Ayşegül’ün gönlünde yer etmişti. Sadece o konularda mı? Yavaş ol diyordu kendine, kendine gel, kendine gelmezsen, getirirler bi güzel diye ne kadar uyarsa da kalbi balon balon, köpük köpük akıyordu Mahir’e… Kelebekler uçuşuyordu midesinde…
Mahir de hiç boş değildi ama acı gerçeğin farkına vardığında neler olacaktı? Şimdiye kadar aksi mi desek yoksa iyi tesadüf mü, bilinmez, onu hep bankonun arkasında görmüştü. Cuma akşamı ilk nöbeti başlıyordu. Mesai bitimine yakın, “Akşam nöbetteyim, çıkamam, bi sigara kapıp geliyorum!” diye fırlayıp çıktı. Ayşegül hızla toparlanmaya başladı. O gelmeden gitmek istiyordu. Son kez etrafına bakındı unuttuğum bir şey var mı diye, ve arabasını geri geri hareket ettirerek, bankonun kapısını ittirip çıkmaya çalışıyordu ki, “Hop ne yapıyorsun orada?” diyen Mahir’in sesiyle yine yerinden hopladı, telaşla arabayı çevireyim derken, dengesini kaybetti. Yüzükoyun yere kapaklandı. Kendini nasıl yerde bulduğunu anlamamıştı bile. Mahir koştu geldi, “Çok afedersiniz, korkutmak istememiştim!” diyerek onu kendine çevirdiğinde ağzından ve gözlerinden şaşkınlığı tavan yapmış bir “Ayşegülll!!!” yükseldi. “Hanım” diye de ekledi hemen… Ayşegül, ‘Kahretsin!’ diyordu içinden, ‘şu muhtaçlığıma bak!’ Yine de körünü öldürmedi, “Ne bakıyorsun öyle aval aval, ilk defa mı bir sakat görüyorsun?” diye söylendi hışımla, “kaldırsana beni!” O cümleyle Mahir silkinip kendine gelmişti sanki. Durmadan “Çok afedersin, çok afedersin, korkutmak istememiştim, istememiştim!” diyordu. “Anladık, kes artık!” diye tersledi Ayşegül. Oğlan, kızı havalandırdığı gibi kucağına aldı, şaşkın şaşkın hüzünlü gözlerle yüzüne bakıyordu.
Ayşegül, “Böyle mi duracağız sonsuza kadar?” diye alaylı konuştu. “Evet, dedi Mahir, evet!”