Gecenin kör karanlığında şehrin karanlık ritmi, anlam arayışındaki huzursuz ruhunu son kez şehvete davet ettiğinde, zihninde derin, kopkoyu, uçsuz bucaksız bir boşluk vardı sadece, bir de aynı melodiyi çok uzaklardan yansıtan müzik elbette.

Yüreği en sevdiği caz melodisinin tiz akorduyla uyumlu bir şekilde atarken sakince doğruldu ve silkindi zihninin dehlizlerinden.

Yüzlerce kez planlayıp da sonradan vazgeçtiği o kararı sonunda almıştı, kendi ruhunun derinliklerine doğru mistik bir yolculuğa çıkacaktı.

Zaman kaybetmeden, yarı uykulu bir halde eline geçirdiği üç beş kıyafeti, şiirlerini yazdığı not defterini, Nietzche’nin Zerdüşt’ünü küçük bir sırt çantasına gelişigüzel tıkıştırdı. Deri çantasına özenle yerleştirdiği trompetini de alarak dairesini terk etti.

Apartman girişinde park halinde duran üstü açık otomobilinin arka koltuğuna çantalarını usulca bıraktı ve yıldızların aydınlattığı gecenin dolambaçlı yollarında tuhaf bir maceraya atıldı.

Uzakta, yol kenarındaki bir barın neon ışıkları, mehtaba yükselen pusun içinde ateşböcekleri gibi titreşiyordu. Genç adam, renklerin ahenkli cazibesine karşı koyamadı ve otomobilini onu kendisine çeken büyüleyici görüntüye doğru yönlendirdi.

Araçtan indi, trompet çantasına sımsıkı sarılarak ıssız mahallenin orta yerindeki bu eski, gotik binanın önünde birkaç saniye dikildi ve sonra metruk mekânın kapısını hafifçe itti.

Sanki sis bombası atılmış gibi, karmaşık ve loş bir koridordan içeri girdiğinde, saksafonlardan ve duygulu melodilerden oluşan bir çağlayan onu kucakladı ve müziğin ritmi tutku dolu bir aşık gibi binlerce duygunun sıcaklığıyla tüm varlığını sardı.

İçeri adım atan genç adam kendi gizemli havasını da beraberinde getirmiş gibiydi; anlatılmamış öyküler barındıran gözlerini kısarak çevresini süzüyordu.

Bara doğru yürüdü, ayakkabılarının ahşap zemine yumuşak vuruşları arka plandaki saksafonun hafif notalarıyla kusursuz bir uyum içindeydi. Yıllanmış viskinin kokusu havayı dolduruyor, caz grubunun rahatlatıcı melodisine karışıyordu.

Barın arkasında okyanus kadar derin gözleri olan gizemli bir barmen duruyordu ve onu sanki uzun zamandır tanıyormuş gibi bir tavrı vardı.  Hiç konuşmadan genç adama bir bardak cesaret doldurdu ve sıvı formundaki cesaret boğazından aşağı süzülürken genç adam içinde kıpırdayan bir ejder olduğunu hissetti.

Bir anlığına, duygulu müziğin eşliğinde esrarengiz bir siluete dönüştüğünü hayal etti ve caz bar, sırların para gibi alınıp satıldığı ve müziğin evcilleşmemiş duygular dünyasının anahtarını tuttuğu bir masallar mabedi gibi hissetmesine neden oldu.

Barmen, bar tezgahının ardından öne doğru hafifçe eğilerek, “Aradığın şeyin ne olduğunu biliyorum,” diye fısıldadı.

Genç adam, şaşkın bir şekilde barmenin derin mavi gözlerinin içinde bir anlığına kaybolduğunu duyumsadı.

“Arman” diye adını fısıldadı Barmen genç adama ve kırık kalpleri onarabilecek kayıp akordu aramak için yollara düşen efsanevi caz müzisyeninin hikâyesini ruhuna üfledi.

Duyduklarından aldığı ilhamla trompetini çantasından çıkardı, sanki uzun süredir bu ana hazırlanıyormuş gibi kendinden emin bir şekilde notaların gözyaşları gibi akmasına izin vererek ruhunu müziğe döktü.

Saatlerce çaldı. İlham onu bir seviyeden başka bir seviyeye doğru sürüklerken içindeki boşluğun karmaşası ahenkli bir caz parçasına dönüşmüştü.

Duman ortadan yavaş yavaş kalktıkça, küçük yuvarlak masalarda oturan seyircileri gördü.

Sahnedeydi. Ardında bir piyano ve kontrbas vardı. Mekân tıklım tıklımdı. Sigara dumanları, alkol, güzel giyimli erkekler ve kadınlar, neşeli kahkahalar ve alkışlar eşliğinde donakaldı.

Kırık kalpler kalesindeki esareti anlık da olsa son bulmuş gibiydi.

O anı zihninde durdurdu, karelere böldü, yavaşlattı ve sonra müzik duyuldu.

Müzik onun korunaklı kalesiydi ve o kalenin yegâne, yalnız ve muzaffer komutanıydı.

*

Bir şehirden başka bir şehre doğru, süslü, zengin, kalburüstü kulüplerden, küçük ama nezih caz barlara sürüklenmeye devam etti.

Yolculuğundaki her durak sıra dışı karakterlerle, yorgun yüzlerine adeta kazınmış öyküleri olan yabancılarla karşılaşmasına neden oldu. Çöl ortasında bir bedevi kasabasında geçmişiyle hesaplaşmaya girişen yalnız yaşlı bir blues müzisyeninden, dolunay çıktığında Eyfel kulesinin gölgesinde varoluşçu dizeler okuyan mülteci bir şaire kadar, her bir karakterin öz yaşam öyküsünü bir sünger gibi emdi ve deneyimlerinin kendi deneyimlerini şekillendirmesine izin verdi.

Yol sonsuza dek uzanıyor gibiydi ve Arman kendini müziğin içinde kaybolmuş buldu. Aslında bu kayboluş halinden öte bir iç içe geçmeydi. Yaşamın melodisinin inişler ve çıkışlardan, kahkahalardan ve gözyaşlarından oluşan acı-tatlı bir senfoni olduğunu keşfetti.

Bu kendini keşfetme serüveninde Arman, insanın kendisini gerçekten bulması için nesneler ve şeyler dünyasının konforlu zincirlerinden kurtulması gerektiğini öğrendi.

Kahkaha dolu geceler ve melankoli dolu günler boyunca Arman’ın ruhu büyük bir dönüşüme uğradı. Yaşamın net bir varış noktası değil, kendine has bir ritmi olan, çoklu sonuçlara gebe, içsel bir yolculuk olduğunu fark etti. Bilinmeyenin kalbine doğru ilerledikçe, kusurlu varoluşunun göz alıcı biricikliğini kucakladı.

Her bir notayı mükemmel bir uyumun eşsiz öğeleri olarak görmeye başladı.

Yol sonunda Arman’ı başlangıç noktasına geri götürdüğünde, genç adam kendini yeniden doğmuş gibi hissetti. Kendi kayıp akordunu bulmuştu: onu evrene, yolculuğu sırasında tanıştığı insanların ruhlarına bağlayan akordu.

İçinde kıpırdayan, kamaşan, bir sarmaşık gibi ruhunu sarıp sarmalayan bir varoluş aydınlanması yaşayan Arman, arayışına sebep olan şehre, başlangıç noktasına geri döndü. Yolculuğunun asla gerçekten sona ermeyeceğini biliyordu, çünkü sonsuza kadar iç içe geçmiş iki akraba “yolda olma fikri” ve “caz” ruhunu kucaklamıştı.

Ve böylece, güneş şehrin üzerinde batarken, Arman elinde trompeti, yaşadığı apartmanın çatısındaki verandadan çevreyi izledi ve kırık kalpleri davet eden bir parça çaldı. Yoldan geçen insanlar onun müziğinin eşsiz güzelliği karşısında büyülenmiş bir halde kalakaldılar.

Son nota gizemli bir şekilde havada asılı kalırken gülümsedi, Arman. Yol hikayesinin bitmediğini biliyordu, çünkü yaşamın kendine has bir ritmi vardı ve sonsuzdu. Üstelik kayıp bir ruhun yolculuğu asla gerçekten bitmezdi.

Arman bir kez daha gecenin içine doğru sürdü, rüzgârın onu yeni maceralara, yeni hikayelere ve henüz bestelenmemiş yeni melodilere doğru taşımasına izin verdi.

Şehrin ışıkları arkasında kaybolduğunda, Arman kendisini derinden gelen bir caz ritmiyle kırsalın kalbine doğru yol alırken buldu. Yollar onun ilham perisiydi ve onu cazın ruhunun derinden aktığı karanlık kasabalara ve gizemli karakterlerin evrenine götürüyordu.

Sonuçta Arman’ın öyküsü sadece yolculuğa çıkan genç bir adamla ilgili değildi; yaşam denen büyük orkestra eşliğinde birlikte dans eden, kalplerini cazın ritmine uyduran uyumsuz ruhların bir senfonisiydi.