Bakkaldan aldığım bir paket çekirdeği açıp, her zamanki yerime kuruluyorum. Çekirdek paketinin konduğu şeffaf poşete de kabuklarını atacağım. Çevreye duyarlıyım anlayacağın. Bir yandan çekirdek çitleyip, manzarama bakacağım. Karşımda öyle şairlerin mısralar dizeceği bir manzara falan yok aslında. Deniz kenarında da değilim. Etrafta yeşillik namına mahalle eşrafının azim ve gayretleriyle kesilmekten kıl payı kurtulmuş birkaç yıllanmış ağaç var. El lezzetine türlü salgılarıyla katkıda bulunan, yok satan köfteci Nihat abinin ufak dükkânı, efendime söyleyeyim Bizim Bakkal, kadrajımda. Asfaltı yer yer dökülmüş, kaldırımları park etmiş arabalardan kullanım dışı kalmış bir yol ile boynumu az uzatınca ucundan görebildiğim bir çocuk parkı da var. Bir de Aylin hanımcığımın butik kasabı var. Kas-Up Aylin yazıyor tabelasında. Neden mi? Çünkü Aylin bu, sosyetik müşterilere meraklı, dükkâna da kendi kişisel bakımına da para harcıyor. Botoks yaptırdım, geleceğim yazan bir kâğıt var yahu dükkânın camında. O kadar yani. Tik Tok’ta takılıyor. Şu, cep telefonuyla kısa videolar çekip bin bir türlü hallerini gösterenlerin mecrasında. Aylin, videolarını ilkokul dörde giden oğluna çektiriyor. Bir pozlar, bir tavırlar… Baksan, beş yüz küsur takipçisi var. Biri de benim. Mahalleli kontenjanını dolduruyorum. Aylin’i videolarda gören, o sert bakışlı halini yadırgar. Bakışları tipik bir koç lakin esas burcu yengeç.
Oğlu, okuldan geldiği gibi çantasını kasabın üst katındaki evlerine bırakıp, Aylin’in yanına iniyor. Aylin, o gelene kadar kemik sıyırmayı, kuşbaşı doğramayı, bonfile dövmeyi hallediyor. Videolar çekilirken en temiz kıyafetleri, ful makyajı ve sakız gibi kasap önlüğüyle, iç gıcıklayan müzikler eşliğinde etleri tokatlayıp, bıçaklarını bileyliyor. Hayalinde Nusret’in dişi versiyonu olmak var. Boyu desen, Nusret’ten uzunca, bir yetmiş falan. Nusret gibi esmer tenli, ondan daha sert bakışlarını mesai saatlerine saklıyor, etleri de iştahla tokatlıyor. Pişirmekten de az buçuk anlıyor.
Benim de biraz karnım acıkıyor, pişmiş etleri düşündükçe. Lafı döndürüp kendime getirmek niyetiyle, çekirdeğimi çıt çıt çıt diye çitlemekteyken, Aylin, Osman Hamdi Bey’in “Kapı Önünde Kasap” tablosundaki gibi beliriyor dükkânın kapısında.
Sanki az önce büyük satırlarla koca koca etleri, kemikleri parçalayan, üstü başı kan içinde kalıp yüzündeki haz duygusuyla bıçağını bileyen Aylin gitmiş, yerine cilt bakımından parıldayan alnı, kırmızı elbisesinin üzerindeki jilet gibi ütülü önlüğü ve kırmızı rujuyla, bir film aktristi gelmiş. Saatini sıklıkla kontrol edip mahalleyi baştanbaşa tarıyor gözleriyle. Yine de beni fark etmiyor. Her zamanki yerim, onun ve mahallelinin bakışlarından çok uzak ve kuytuda. Bu sebepten mahalleyi her gün dizi izler gibi rahatça gözlemleyebiliyorum.
Çekirdek paketi yarılanırken, telefonumun bildirim ışığı yanıp sönüyor. Aylin bu. Canlı yayın açmış. Fenomenmiş gibi bekliyor, beş yüz küsur takipçinin belki on beşi- ben dâhil- izliyoruz.
“Çok heyecanlıyım” diyor. En çok izlenen haber kanalından çekime geleceklermiş. “Kadın kasap nasıl başarır, ispatıyım” diyor. “Kralını tanımam, kraliçe zaten benim” diye bitiriyor yayını.
Seviyorum Aylin’i. Liseden tanıyorum onu. Ben üniversiteye devam ederken o babasının kasap dükkânında işlere yardım etmeye devam etti, evlendi, iç güveysi oldu kocası.
Zamanla tekniğini ilerletti. Koca koca karkasları omuzladı yapamaz diyenlere inat. “Usta Kasap” sınavlarına girdi. Başardı. Biz üniversiteyi bitirip işsizliğe adım atarken o, “ ilerde kendi dükkânımı da açarım”, diyordu. Bu hayali gerçekleşmedi. Babası ağır bir hastalığa yakalandı, sonra oğlu doğdu, “yeni dükkân açana kadar hazır işin başında dursana ” diye diretti annesi. Böylece koca dükkân ona kaldı. İçini kendi istediği gibi dekore etti, bir kasap ne kadar olabilirse işte, “süsledi”.
Babası Aylin doğduğu sene açmış dükkânı, adı Aylin Kasap’tı ya; geçen sene since 1985 yazdırıp adını da Kas-Up Aylin yaptı. Neymiş daha çok takipçisi olurmuş. Zenginler doluşurmuş. Pek umduğu gibi olmadı ya, neyse.
Bir motor gürültüsü duyuyorum, TV aracı olmalı bu. İçinden muhabir kızla, kameraman oğlan iniyor. Daha yirmilerinde var, yoklar. Sigortaları yapılıyordur inşallah diyorum. İleride yaşa takılmasalar bari. Çekim fazla uzun sürmüyor. Gün biterken, aracın arkasından el sallayan Aylin’in görüntüsünü zihnime kazıyorum. Ünlü olacağına, görünür olacağına çok inanıyor. Bir gün. Hangi gün? Bugün mü? Belirsiz… Onun adına üzülüyorum.
Sonra, “ sen kendine bak” diyorum, “sen annenlerin yanında bir sığıntı gibi yaşıyorsun hala, başkalarının çektiği videoları editleyip, kanalında yayınlıyorsun. Öykü yazıyorsun, yazdıklarını da bir avuç insan okuyor, sen önce kendine bak”. Kendi kendimin moralini bozmakta da üstüme yoktur.
Duvardan atlayıp çöp poşetimle yürümeye başlıyorum. İlk çöp kutusuna basket atar gibi bırakmayı deniyorum; başardım. Bu gece oturur biraz yazarım, bu aralar ilhamla aramız iyi sayılır. Aklıma kasap temalı bir filmdeki sahne geliyor, adamın sözleri görünür olmak için güçlü bir performans göstermek gerektiğini vurguluyor, “ ben üzgün, üzgün bir kamışım ve biraz saygı duyulmak için her zaman kalkmış olmam lazım” diyor. Bu cümlenin anlamı üzerinde düşünmeye çalışırken, telefonum çalmaya başlıyor. Arayan annem. Akşam yemeği için ekmekle yoğurt almamı söyleyip, tamam dememi beklemeden yüzüme kapatıyor. Saygı duyulma ihtiyacımı karşılamak bugün de mümkün görünmüyor. En azından Aylin görünür olsun, ona saygı duysunlar, diyorum. Aylin’i, asaletinin simgesi olan bıçağı, önünde haşmetle sallanırken hayal edebiliyorum. Bizim Bakkal tabelasının cılız ışığına doğru yöneliyorum.