Yıllardır yaşadığımız sabahlardan biriydi… Mutfaktaki kızarmış ekmek ve bergamotlu çay kokusu, açık balkon kapısından apartman boşluğuna süzülüyor, küçük balkondaki çamaşır ipleri nazlı nazlı salınıyor, şehrin sokaklarında gezmeye çıkmış lodosun etkisiyle birbirine çarpıyor, çıkardıkları sesle sanki evin sabah kokusunu kucaklıyordu. Ben kızarmış ekmeği kimyon serptiğim krem peynirle yemeyi severim, Erdinç tereyağı sürerek…
Yıllar içinde birbirimizin kokularına alıştık. Mutfağa sinen kokulara da. Kim bilir ne zamandır duymuyoruz bile.
Demliği ocaktan alıp “çayları koyuyorum” diye seslendim içeri. “Beni pas geç” derken mutfak kapısının önündeydi Erdinç. Evden çıkmaya hazır. Çok şık görünüyordu. “New business şekerim. Mesai başlamadan toplantı başlayacak… Hint Okyanusu’ndan büyük bir balık.” Neden daha önce söylemediğini düşünmedim bile. Şimdi şimdi düşünüyorum. İnsanın basireti her an bağlanabilir. İnanın… Zamanla, mekânla, durumla ilgisi yoktur. Ne diyordum?.. Haaaaa o sabah. “Dua et şekerim, işi alırsak projenin tek yetkili yöneticisi kocan olacak.” “Kocamın duaya ihtiyacı yok” dedim demesine de Erdinç’i kocam Erdinç olarak ilk o sabah gördüm. Evdeki tabak – çanak ya da çoğu zaman suyu yeşillenip kokan vazo gibi. Neyse… Yanağıma alıştığım öpücüğünü kondurdu kocam (artık kocam) ve kapıyı yavaşça kapatarak çıktı evden.
Çayımı doldurdum, ekmeğe peynir sürdüm, diğer kızarmış dilimleri ne yapacağımı düşündüm. En iyisi, iyice soğuduktan sonra poşete koyup buzdolabına kaldırmaktı. Gündelik hayatın içinde önüme çıkan sorunları kafamda halletmeden rutini sürdüremem. Rahatlamıştım. Ama bu kez de lokmalar ağzımda büyüyor, çayla bile yutamıyordum. Bıraktım kahvaltıyı. Kahvaltısız da güne başlanabilir diye yatıştırdım kendimi. İşte rutin böyle böyle küçük eylemlerle bozuluyordu. Aldırmadım sanırım. Salona geçtim, pencereyi araladım, perdenin kıvrımlarını düzelttim. Büfenin orta çekmecesindeki sigara paketlerinden birini alıp ambalajını açtım. Apartman boşluğuna bakan balkona çıktım. Varlığıma alışkın kumrular güzeller güzeli gagalarını yemliğe daldırıp çıkarmayı sürdürdüler. Onları izledim. Yuvalarına uçtuklarında elimde tuttuğum sigarayı yaktım. Yıllar sonra içe çekilen o ilk nefesle başım tatlı tatlı dönmeye başladı. Kapının pervazına yaslandım. Başımdaki hoşlukla sigara tellendirmek iyiydi. Hatta çok iyi. Sabah serinliğini dalgalandıran rüzgâr saçlarımın arasında geziniyor, dilimi sıvazlayan nikotinin tadı ağzıma yayılıyordu. Sigarayı ne zaman bırakmıştım acaba?.. Anımsayamadım. Bir yılbaşı günü Erdinç’le sigarayı bırakmak mı yazmıştık yapılacaklar listesine?.. Yapmamışızdır umarım. Allahım, bazı ayrıntılar nasıl da unutuluyordu. Son nefesi de çektikten sonra musluğu açıp sigarayı söndürdüm. Islak izmarit kokusu kötü geldi. Kiler olarak kullandığım çekmeceler den iki baş soğan çıkardım. Kabuklarını soydum. İzmariti kabukların arasına koyup sararak çöp kutusuna attım. Soğanları küp küp doğrayıp poşetledim ve buzluğa kaldırdım. Şimdi düşünüyorum da o sabah epeyce “poşetle kaldır” yapmışım. Komik mi, tuhaf mı karar veremedim.
Neyse… O sabaha dönecek olursam, mutfağın kahve şeklindeki saatine gözüm takılınca telaşlandığımı, ofis olarak kullandığım odaya koşturduğumu, biri beni işe geç başladığım için ayıplayacakmışçasına hızla düzeneği açtığımı, yazdığım masalların ses kaydını öğlene kadar bitirdiğimi bir film sahnesi gibi bugün bile görüyorum. Pandemide personel tasarrufu nedeniyle ajanstan kovulunca, kendime bu işi yarattım. Kovulmam iyi olmuştu aslında… Verdikleri tazminatla “minimum masraf” düzeyinde iki yılımı geçirebilmiştim. Allahtan o dönem Erdinç işini kaybetmeyen şanslılardandı. Artık hiç kimse birbirine gidemediğinden çizim masasını salonun baş köşesine yerleştirmiştik. Erdinç eşofmanlarıyla ferah feza çalışıyordu cânım at kestanesinin rüzgârla oynaştığı camın önünde. O dönem de öyle geçip gitmişti işte. Hayatımızdan neler götürdüğünü hiç sorgulamamıştık bile. Tüm dünya evine kapanmış, en sosyal tipler bile yalnızlığın depresyonuyla tanışmıştı oysa. Evet, masallar yazıp sesli okuyordum açtığım podcast kanalında. Zaman içinde bir yayınevi sponsorum olunca elim iyice rahatladı ve reklam sektörüne dönme seçeneğinin üstünü çizebildim. Artık öğle saatleriydi, işimi erkenden bitirmiş, ses dosyasını kanala yüklemiştim. Anneler, yatma vakti geldiğinde kanalı açıp çocuklarına masal dinletebilirlerdi. Kendi kendime küçük bir kutlama yapmayı haketmiştim doğrusu. Yine elimde sigara mutfaktaki balkona seğirttim. Kumruların yemi kalmamıştı. Sigarayı yakmadan önce yemliğe buğday koydum. Bu kez fosur fosur içtiğim sigara, sigarasız geçen yıllarımı paranteze aldı böylece. Bugün, o öğlenden sonra elimin altından kaç paket sigara geçtiğini hesaplayamıyorum bile. Yine suyun altında sigarayı söndürdüm ve doğrudan çöpe attım. Su tüketimimle birlikte epey pahalı bir sigara içtiğimi fark ettim. Kaldırdığım küllüklerden birini çıkarıp mutfak masasına koymanın zamanı geldi diye düşündüm. Kendime kahve yaptım. İki sigara eksik pakete bakarak kahvemi içiyordum ki, salona koşup büfeden bir likör şişesi kaptım. Mutfak masası enikonu kutlama masasına dönüyordu.
Kahve bitti ama likör bitmedi. Ofisten tabletimi getirip ertesi günün masallarına başladım ama baktım kafa ufaktan yalelli… Yazmayı bıraktım. Alışveriş listesi yapıp markete gittim. Dönüşte parkta oturup oyun alanındaki çocukları izledim. Koruyuculuğu abartmış anne – babalar hemen fark ediliyordu. Epeyce oturdum sanırım. Eve dönerken akşam da iniyordu. Mutfakta kendime sandviç hazırladım. Erdinç’i aradım. Açmadı telefonunu. Toplantı sürüyordu belki… Yemeğe de çıkmış olabilirlerdi. Çok beğendiğim o İskandinav dizilerinden birini açtım ofiste. Bir kadeh şarap ve birkaç fıstıkla iyi geldi film. Arada mutfağa gidip birkaç sigara daha tüttürdüm. Erdinç telefonunu açmıyordu.
Gidip yattım. Uyandığımda Erdinç’in gelmediğini gördüm. Telaşlandım tabii. İş yerini aradım hemen. Gelmemiş Erdinç. Serhat’ı istedim. Serhat, birazdan beni arayacakmış. Öyle dedi sekreter. On dakika sonra aradı gerçekten de. Akşam işten sonra da eve geldi. Hikâyenin ayrıntılarına girdi. Ağzım bir karış açık dinledim. O gün bugündür Erdinç yok hayatımda. Hatta bir yıl önce boşandık gıyabımızda, avukatlar iyi iş çıkardı. Adını öğrenmek istemediğim o kadınla evlenip evlenmediğini bilmiyorum Erdinç’in. Ama Melbourne’a yerleşmişler. Ne iyi dileklerde bulunacağım, ne de lanet okuyacağım. İyiyim ben, yaşadığım şokun arazlarıyla boğuşuyorum.