Hepimizin beklediği bir Godot var.

Tema “Beklemek” olunca eminim birçoğumuzun ilk aklına “Godot’yu Beklerken” gelmiştir.  İrlandalı yazar Samuel Beckett tarafından kaleme alınan ve onun en çok tanınan bu eseri, döneminde tüm kuralları yıkıp geçmiş, çok değişik tepkilere yol açmış. Durağan, hikâyesi olmayan, aksiyonsuz, düğüm ve çözümün yanından geçmeyen bir oyun “Godot’yu Beklerken”. 

Paris’te ilk sahne aldığında (1953) izleyenleri oldukça şaşırtmış ve bugün de devam eden birçok yoruma, eleştiriye neden olmuş. 2. Dünya Savaşı’ndan yeni çıkmış yıkımın içinde bir dünyada, savaşın, savaş sonrasının anlamsızlığında, anlam arayışında olan insanlara bir ayna ya da bir tokat olmuş belki de. Postmodern bu eser, yıllar geçtikçe, modern tiyatroyu değiştiren “uyumsuz/absürt” eser olarak edebiyat tarihinde yerini almış, olması gerektiği gibi. 

Türkiye’de, 1955 yılında Muhsin Ertuğrul’un kurduğu Küçük Sahne’de oynanmaya başlandığında, (hatta İngiltere’de oynanmadan önce) oyunun absürtlüğünden daha absürt bir olay yaşanmış. Oyun basılarak “Godot kim?” “Komünist mi?” Niye bekliyorsunuz?” sorgu sualinden sonra yasaklanmış.  

Ne diyelim, burası Türkiye…

Tekinsiz bir oyun “Godot’yu Beklerken”. Büyük bir belirsizlik var. Bekleyiş, umutsuzluk, edilginlik ve eylemsizliğin sorgulaması yapılmakta. Beckett, karmaşıklık, belirsizlik ve karşıtlık kavramlarını beraberinde getirmiş eserinde.

Oyun, cılız bir ağacın, nereden gelip nereye gittiği belli olmayan toprak, dar bir yolun ve taşlık bir arazinin olduğu tek bir mekânda geçer. Kadrosu beş kişiden oluşmaktadır. Vladamir(Didi), Estragon(Gogo), Posso(Efendi), Lucky(Köle), çocuk (haberci). 

Fakir görünüşlü, yaşlı, hırpani, hastalıklı iki kişiyle açılır sahne. Kalmayı isteyen Vladamir ile unutkan, gitmek isteyen Estragon. Bu ikili bilinmeyen bir kişiyi, Godot’yu beklemektedir. Bekledikleri kimdir? Bir kurtarıcı mı? Güçsüzlere yardımcı olacak bir kahraman mı? Yaşamda beklemek zorunda olduğumuz her şey mi? Belki de umudun kendisi. Oyunun başından sonuna bu bilinmezliği yaşatır bize Beckett. Godot’ya birçok anlam yükleyebilir izleyen. Yıllardır halen tartışılmaktadır Godot’nun kim olduğu, varlık nedeni…

Oyunda konuşmalar ve hareketler kesik kesiktir. Bir sıralama yoktur. Gün biter Godot gelmeyeceği mesajı yollar küçük bir çocukla. Ertesi gün ya da ertesi ay ya da başka bir zamanda yine aynı yerde yine Godot beklenmektedir. Gün yine bekleyerek geçer. Çocuk o gün de gelmeyeceği haberini verir. Kısır döngüdür yaşanan. Aslında neredeyse tek amaç bekleme eylemidir. Sonrası değil. Godot geldiğinde ne olacağı belirsizdir. Edilgenliklerine bir anlam yükleme şeklidir belki de beklemek ve zamanın akıp gidişini izlemek. Bu çıkmaz içinde Vladimir ve Estragon arasında geçen konuşmalar zekâdan yoksun, anlamsız, gereksiz, yersiz konuşmalar gibi gelir ancak ince bir mizah vardır. Tuhaf kelime oyunları, ikilemeler, ucu açık sorularla iletişimsizlik içinde iletişimdedirler ya da değildirler. Belki de iletişim değildir amaç sadece zaman geçirmeye çalışırlar beklerken. Beckett bunu anlamlandırmayı izleyiciye bırakır. Konuşmalar kesit kesit alındığında içindeki anlam ve incecik, acıyla gülümseten kara mizah yakalanır;

“Ben seni hiç terk ettim mi? -Gitmeme izin verdin.” 

“Hepimiz deli doğarız. Bazılarımız öyle kalır.” 

“Neyin var? -Mutsuzum –Cidden, ne zamandır? -Unutmuşum.”

“Herkes sırtında kendi çarmıhıyla dolaşır. Kısa ya da uzun” 

“Dünyadaki gözyaşları değişmez; biri ağlarken diğeri susar, diğeri ağlayınca öteki. O yüzden kendi dönemimize eskilerden daha kötü dememeliyiz.

Oyunda zaman kavramı da belirsizdir, aynen bir şeyi beklerken yaşadığımız gibi. Beklerken bize de bir dakika bir saat, bir saat bir gün gibi gelmez mi? Uzun bekleyişin sonu gecedir. Yaşamın sonu ölüm gibi…

“Bir gün hepimiz sağır olacağız. Bir gün doğmuştuk, bir gün öleceğiz, hep  aynı gün, aynı an, bu size yetmez mi? Bir ayağımız çukurda dünyaya getirirler, güneş  parıldar bir an ve sonra tekrar gece olur.” 

Oyunun diğer iki karakteri Pozzo ve Lucky’dir. Pozzo her yaptığı hareketi törene dönüştüren bir efendi, Lucky ise efendisine ait eşyaları tek başına taşıyan köledir. Lucky tıpkı bir köpek gibi boynuna bağlanmış ucu Pozzo’da olan bir iple yürür. Pozzo ona dur derse durur, geri gel derse gelir. Efendisine ait yükü elinden bırakmaz. İki büklüm olmuştur ama Efendi’sinin sözünden dışarı çıkmaz. Pozzo sürekli saatine bakarak acelesi olduğunu söyler ama nereye gideceğini, ne yapacağını orada ne bulacağını söylemez. Lucky’nin iki yeteneği(!) vardır. Dans etmesi ve düşünmesi. İkisini de Vladamir ve Estragon’a göstermesini ister Pozzo. Ne dans danstır, ne de dile getirdiği düşünceler. Burada Lucky’nin bilinç akışı gibi uzun bir tiradı vardır. Lucky’nin neredeyse gönüllü köleliği, değiştirmek için en ufak bir çaba harcamaması da yazıldığı günden bugüne sessiz köleleri vurguluyor belki de. 

Bu oyunun her oynanışında ya da okunduğunda bambaşka bir yanı görülebilir diye düşünüyorum. Dipsiz kuyu, hatta girdap gibi. Bir değil birkaç kez okunmalı, izlenmeli. Sonunda şu da bir gerçek ki hepimizin beklediği bir Godot var. O her kimse, her neyse…

Samuel Beckett, Godot’yu Beklerken, Kabalcı Yayıncılık, İstanbul 2021, 134 sayfa