“(…) [R]ejim; tangoyu gündemden düşürmek ve yurtdışından müzik ithalini özendirmek, ‘Rock and Roll’ müziğini ve yeni dünyanın gençlik kültürünü Buenos Aires gençliğine aşılamak gibi bir dizi karşıt uygulama getirir. Bununla kalmaz, politik tahrikçilik korkusuyla üçten fazla kişinin toplanmasını yasaklar. Halkın dans salonlarında kulüplerde bir araya gelerek aleni olarak dans etmesi neredeyse imkânsız hale gelince, tango yeraltına iner… Sonraki birkaç yıl içinde tango, Buenos Aires nüfusunun çok büyük oranda bir bölümünün katılımını içeren bir kitle hareketi olmaktan uzaklaşır, zulmedilen, baskılanan bir uç aktiviteye taşınır, pek çok ünlü müzisyen ve sanatçı kara listeye alınır, Peronist bağlantıları nedeniyle hapse atılırlar.”

Herhangi bir toplumsal edim (sözgelimi gündelik politikayla içli dışlı olmamış, daha çok sosyolojik bir zemin üstünde yükselmiş bir sanatsal etkinlik) Arjantin’de olduğu gibi kimi dönem politik çalışma olarak yorumlanır. Tango yapan Arjantinlilerin 1955’lerde yaşadığı budur. Askeri rejim, populizmle sivrilen, ülkeyi tek elden yöneten Peron’u devirir. Ardından tango dansına ironik bir kimlik yükler: Milliyetçilik ve Peronculuk.

Gerçekten öyle midir?

Yeşim Narter, kulağımıza epey uzaktan gelen tangonun hoş tınısını anlatıyor Tango Böyle Bir Şey!” adlı kitabında. Kitap, neredeyse akademik bir titizlikle yazılmış. Buna karşın akıcı, kıvrak öykücü dili, altı çizilmesi gereken önemli ayrıntılardan. Okuru hemen içine çekiyor.

Yazar, tango dansının peşinde tarihsel bir yolculuğa çıkarıyor bizi. Yolculuk boyunca tangonun “şehrin kenar mahallerinin ve marjinal yerlerin, kapalı, küçük çevrelerin ayıplanan ve hor görülen” statüsünden, ironik biçimde Arjantin’in üst sosyo ekonomik sınıflarınca kucaklanarak ‘saygın basamaklara’ tırmanışının hüzünlü evrimine tanık oluyoruz…

Buenos Aires. 1910’larda büyük ölçekli göç dalgasıyla karşılaşır. Kırsal bölgelerden gelen sığır çobanları, arabacılar, Avrupa’nın değişik kentlerinden inşaat, liman, mezbaha işçileri, kaçaklar ve melezler oluşturmaktadır göçün demografik yapısını. Göçler kentin nüfusunu yaklaşık altı kat artırır. Anayurtlarını geride bırakan “göçmenler ve kendi ülkelerinde köklerinden sökülen yerli halk, yeni bir kentte bir araya gelir ve çok geçmeden harmanlanmaya başlar. Hep birlikte yarattıkları dil, -müziğin ve dansın dili- geçmişe duyulan özlemin, kayboluşa, yok oluşa karşı direncin ve derin bir ait olma ihtiyacının ifadesidir.” Göçün bu demografik yapısından yola çıkarak tangonun müziğinin; Endülüs flemenkosu, Güney İtalyanların melodileri, Küba habenerası, Afrikalıların candombe ritimleri ve vurguları, Avrupalıların polka ve mazurkaları gibi bir dizi müzikal etkiyle şekillendiğini söylemek yanlış olmasa gerek. Avrupalıların, eski kuşak işçilerin torunları olan“criollo”ların, siyahların ve yerlilerin “göçmen tarihiyle aşılanmış” müziğidir tango. Bu müziğin kökleri öylesine evrenseldir ki ona “ruhunu veren” çalgı, bandoneon bile, Almanya’nın yoksul bir kömür madeni köyünden çıkıp gelmiştir göçmenlerin koltuğunun altında. Arjantin’de üretilmez.

Göçmenlerin kendi topraklarından Arjantin’e taşıdıkları kültürel renkler, burada alt toplumsal sınıfların var olma kavgasının simgesi olur. Yeni bir müzik-dans diline dönüşür. Arjantin tangonun karanlık sokaklarda, genelevlerde başlayan, Avrupa vals salonlarına uzanan yolculuğu, onu dünyanın her yöresinde müzikal-görsel estetiğin ortak bir dili durumuna getirir.

Yeşim Narter’in kitabının birbirinden ilginç bölümlerinden biri de dünyanın en ünlü tangosu olan La cumparsita’nın öyküsünün yer aldığı sayfalar. Şarkı, 1917 yılında yazılır. 17 yaşındaki bestecinin adı Gerardo Mathos Rodriguez’dir. Bir üniversite öğrencisidir. Tango Böyle Bir Şey!” bizi, şarkının nefes nefese gelişen tanınma serüvenine, bestecisinin uzun yıllar süren yapıt yayınlanma hakkını elde etme çabasına tanık ediyor. Ülkemizde de düğün törenlerinde çalınan La cumparsita’nın; Arjantin’de ve dünyanın her yerinde tango dans edilen mekânlarda yani “milongalarda”, gecenin başında açılış parçası ve sonunda ‘kapanış tangosu’ olarak iki kez çalınmasının bir ritüel olduğunu öğreniyoruz. Bu ayrıntıyı, “milongalarda” müzik yapan DJ’lerin ya da canlı müzik sunan orkestraların gece boyunca bir tango parçasını bir kereden fazla çalmadıkları bilgisiyle birleştirdiğimizdeyse, iki kez çalınacak kadar ayrıcalıklı bir yere sahip olan bu bestenin, tüm dünyada tango dans müziğinin sembolü olmayı hak ettiğini düşünüyoruz.

Yazara göre tango yaşamın bir prototipidir. “Arjantin tango dansında adımlar, figürler, setler hareketler –isterseniz harfler, sözcükler, cümleler paragraflar da diyebilirsiniz- ezbere dayalı bir kodlama dizisi değildir. Dans koreografilerden değil, tümüyle doğaçlama etki-tepki iletişiminin adımlara dökülmesinden oluşur.” Yönlendirme-takip (lead-follow) tekniğine dayalı bir öğrenme süreci olması ona doğaçlama niteliğini kazandırıyor. Arjantin tangonun işleyişindeki bu özellik kitabın değişik bölümlerinde yineleniyor. Belki bu yüzden “Yaşamın çeşitli alanlarında kullanabileceğimiz bir tarz; denge, yaratıcılık kurallarına uyum, birlikte çalışma, yol gösterme ve takip etme, çekişme, uzlaşma, mücadele etme ve benzeri bir dizi öğretiyi içinde barındıran bir iletişim süreci aynı zamanda.”

Yazar gerçek yaşamla tango arasında benzerlikler kurmayı sürdürerek, “Dans esnasında yönlendiren ve takip edenden herhangi biri (…) yeterli ilgi ve özeni göstermez bir durum içine düşmüşse (…)  Bir anda kendini ayak parmakları ezilmiş olarak ya da dans pistindeki çiftlerden biriyle çarpışırken bulabilir. Bu cümlelerin (…) üzerinde yürüdüğümüz toplumsal ve sosyal zemindeki mecazî anlamlarını da sizlere bırakıyorum” diyor. Kitabın ilerleyen bölümleri bu cümlelerin açılımı gibidir. Arjantin tangonun yazılı olmayan geleneklerini (partnere saygı, tanımadığınız biriyle yapılan ilk dans, tutuş, milonganın ilk ve son dansı, dans halkasındaki tutum, dans pistinin kullanımı, yönlendiricinin/takipçinin sorumlulukları, kişisel bakım) deneyimli bir dansçının yalın diliyle anlatılıyor. Okumayı sürdürdükçe tango dansçısı için aktarılan kuralların gündelik yaşamımızı kapsayan temel kurallar olduğunu görüyoruz.

Tango-Avrupa vals etkileşimi, tango-maçoluk ilişkisi, dans stilleri, açık-kapalı tutuş, dans adımları, tango dans edilen salonlar, kullanılan müzikler, üç, dört parçalık dans bloklarından oluşan müzik çalma döngüsü,  dans blokları arasında çalınan tango dışı ara müziği, ilk dansın önemi… Özetle Yeşim Narter, çokça teknik terim içeren Arjantin tango dilini sakin bir anlatımla aktarıyor okura. Özgün tango terimlerinin anlamlarını, yinelemeye düşme kaygısına kapılmadan açıklıyor.                                   .
Onu okurken, kimi zaman dans çağrımıza, güzel bir kızın gözleriyle verdiği sessiz onaya seviniyoruz… Kimi zaman gözümüz masanın altında, öylesine çıkarılmış yüksek topuklu, burnu açık bir ayakkabıya takılıyor, hüzünleniyoruz… Bazen bir Türkçe tangonun birkaç dizesi çalınıyor kulağımıza. Uzak geçmişten Münir Nurettin’i dinliyoruz… Necip Celal’le “Mazi”ye dalıyoruz.

 

Yeşim Narter, Tango Böyle Bir Şey!  Ayrıntı Yayınları, İstanbul, Kasım 2016, 252 sayfa