Fırından yeni çıkmış “poğaça kokusu” mahalleyi ele geçiriyor. Köşe başındaki “Kadın Bakkal’a” el sallıyorum. Hızlı yürüyorum. Çok hızlı! Gözüm muzlu Alman pastalarına takılıyor. Poğaçadan vazgeçiyorum. “Hasan Amca bir tane Alman pastası versene, kâğıda sarma ama şimdi yiyeceğim” diyorum. Cebimdeki madeni paraları şıkırdatıp, saydıktan sonra kasaya bırakıyorum.
Pasta ağzımın içinde! Biraz ekşi mi ne? Olsun, olsun, yerim yine de! Yandan taşan muhallebisini küçük dilimle yalıyorum. Annem demişti, küçükmüş dilim. Babam da “fena mı” demişti, “seninki uzun da ne oluyor? Bir hayrını mı gördük?” Köpeklerin dilini kıvrılıp giden yollara benzetirim. Çok severim yumuşak tüylerinden öpmeyi. Ağaçlara sarılır, düşen yaprakları dallarına geri asarım. Parklar evim sanki. Çamurla oynarken yüzüm gözüm pis olur! Annem tartaklayarak çıkarır üstümdekileri. Bir daha sokağa salmazsa beni felaketim olur, ağlarım!
Pasta ekşiydi Hasan Amca! Paramı geri istiyorum. “Pasta nerede peki?” diye soruyor, karnımı gösteriyorum. Bir pasta daha sarıyor kâğıda, “Bu şimdi çıktı” diyor, “tazecik!” Sol elimde taze pasta, sağ elim ağrıyan karnımda eve gidiyorum. Annem temizlik yapıyor! Elinde ıslak sarı bir bez var. Tuvalete koşuyorum, klozetin kapağını kaldırıyorum, kusuyorum dakikalarca.
“Ne yedin yine Allah’ın cezası?”
Sifonu çekiyorum. Yatağıma koşuyorum, uzanıyorum! Gözyaşlarım tuzlu ve bu çok güzel. Annem odadan içeri giriyor, elini alnıma koyuyor! Parmakları buz gibi. Çok soğuk, üşüyorum. Pembe yorganın altında titreyerek büzüşüyorum. Aklım eve getirdiğim pastada. Beni zehirleyen bayattı, taze olanı kim yiyecek? Babamla annem mi? Pastayı yanıma almadığım için çok pişmanım! Yataktan kalkacak gücüm de yok. Annem yorganın üstüne battaniye örtüyor! Alnıma, pis kokulu bezi koyuyor. Kötü kokulara dayanamıyorum! Sonunda uyuyakalıyorum.
Gözümü açıyorum, babam eve gelmiş, bağırıp çağırıyor yine. Aklım pastada! Ya yedilerse? Yataktan kalkmayı deniyorum, yere düşüyorum. Taş çok soğuk! Nasıl ayağa kalkacağım? Yerde duran kırmızı terliklere bakıyorum. Ayaklarım ne kadar küçükmüş! Duvarın köşesinde büyük bir örümcek ağı var! Örümcekler en iyi arkadaşım! Onlarla konuşabiliyorum. Beni dinliyorlar!
Yere düştüm ben! Sesimi duyan yok mu? Kalkamıyorum.
Ateşten bir varlık var odamda! Bodur ağaçlara benziyor, gözleri kömür karası. Korkuyorum! Perdeler alev alıyor. Mavi halı da tutuşuyor! Yangın büyümeye başlıyor! Yerden kalkacak gücüm yok! Süt rengi bir duman kaplıyor tavanı!
Nefes alamıyorum.
Örümcekler nerede?
Babam, “getir pastayı da biz yiyelim bari” diyor anneme!
Hayır! Olmaz! Sesim çıkmıyor, gırtlağımda iniltiler birikiyor.
Yerden kalkmam gerek! Yanıyorum! Odamı yutuyor alevler. Babam pastayı çok beğeniyor! Arkasından kovalayan atlılar var sanki! Hızlıca yutuyor! “Ateşi var mı?” diye soruyor. “39 derece” diyor annem, “hocayı mı çağırsak? Bir okusa, üflese!”
İstemem o sarımsak kokan şişman kadını! Gelmesin evimize.
Nefes alamıyorum.
Çok korkuyorum baba! Ayşen’in babası hep sarılıyor ona! “Güzel kızım” diyor. “Mis kokulum!” Yeni bisiklet alacağına söz vermiştin baba. Balıkçı Mesut’un eskisini tamir ettin. O kahverengi pis hurdayı. Tutmadın sözünü. Ayşen, iyi bir kız ama! Gıcır gıcır yeni bisikletine binmeme izin veriyor. Üstelik hurdayla peşime takılıyor, beraber geziyoruz. Doğru fırına!
“Hasan Amca” diyorum cebimdeki bozuklukları şıngırdatarak, “bu kadar parayla ne alınır?” Ayşen’e pasta ısmarlamak istiyorum. “Taze olsun ama geçen sefer ölüyordum. Sadece ölsem iyi, yanıyordum cayır cayır!”
Hasan Amca çok yakışıklı! Ay beyazı saçları, mavi gözleriyle dedeme benziyor. Dedemin kahvesi bile vardı. İçeri kadınların girmesi yasaktı! Ben girerdim ama! Büyülü bir yerdi. Şakır şukur, şıngır mıngır! Tavşan kanı bunlar! Sıcak sıcak!
Yanıyorum! Annem ateşimi ölçüyor, “düşmüş” diyor sevinerek! Annem gülünce çürük dişleri ortaya çıkıyor. Üst dudağına dev oturmuş. Sarımsak bastırıyor devi kovmak için. Nefesinde şekerli kokular var!
“Pastamı yediniz mi?”
Babam hepsini silip süpürmüş. Ağlıyorum. Kızıyor annem, ateşim çıkarmış yeniden. Bozukluk istiyorum, veriyor.
“Hasan Amca” diyorum cebimdeki bozuklukları şıngırdatarak, “bu kadar parayla ne alınır?” Ayşen’e pasta ısmarlamak istiyorum. “Taze olsun ama, geçen sefer ölüyordum. Sadece ölsem iyi, yanıyordum cayır cayır!”
Ayşen’le pastayı ikiye bölüyoruz. Bisikletlere atlayıp mahalleye dönüyoruz, Kadın Bakkal’ın önü çok kalabalık. Zehra Teyze kendini sokağa atmış çıplak ayak! Sinesini yumrukluyor. Balıkçı Mesut intihar etmiş. Boğulmuş.
“Oğlum! Yavrum! Aslanım!”
“Deniz mi yutmuş Mesut Abi’yi? Deniz canavar mı ki?”
“Geçen gün alevler de beni yutuyordu, az kalsın ölüyordum.”
“Sahi mi?”
“Sahi ya!”
“Kömürden gözlere dönüşecektim. Beni tanımazdın bile!”
“Seni kokundan tanırdım, muzlu pasta kokuyorsun.”
Kıkırdıyoruz! Yufkacı Ayşe Teyze bize doğru yaklaşıyor, çok kızıyor güldük diye. Oğlu Korhan yanımıza geliyor. Kafasında babasının kasketi, elinde plastik tabancası! Namluyu göğsümün ortasına dayıyor, tetiği çekiyor! Klik!
“Şevket nerede?” diyorum. Cezalıymış! Yaramazlık yapmış. “Ben de” diyor, “salyangozları çiğnedim, çatır çutur ses çıktı.”
“İyi bok yedin” diyor Ayşe Teyze, “yürü!”
“Ayşen” diyorum, “annem kızacak, gitmem gerek!”
Yanlışlıkla yeni bisiklete atlıyorum, arkamdan sesleniyor:
“Hey! Bisikletimi geri ver artık, bu popomu acıtıyor!”
Geri dönüyorum. Ayşen’in dudakları titriyor. Ağladı ağlayacak.
“Al bisikletini, ağlama sakın. Seninkine binmem bir daha!”
“Ondan değil” diyor. “Mesut Abi’nindi ya senin bindiğin…”
Fırından yeni çıkmış pide kokusu mahalleyi ele geçiriyor.
Balıkçı Mesut’un gıcırdayan bisikletine binerken, onun toprağın altında neye benzeyeceğini düşünüyorum.
Nefes alamıyorum!