Her ne kadar utanmak TDK’ye göre onursuz sayılacak veya gülünç olacak bir duruma düşmekten üzüntü duymak, mahcup olmak ise de 1940 doğumlu Güney Afrikalı yazar J.M. Coetzee’nin 1999 yılında yayımlanan ve aynı yıl İngiltere’nin en prestijli edebiyat ödüllerinden Booker Ödülü’nü alan Utanç adlı romanının ana karakteri David Lurie onursuz davranışlarından utanmaz. Utanmak bir yana yaptıklarını kendine hak görür. O zaman neden romanına Utanç adını vermiştir yazar?
Bu katman katman derinleşen romanı anlayabilmek için Güney Afrika tarihi, politikası, ırkçılığı hakkında biraz bilgi sahibi olması lazım okurun. Malum Güney Afrika 1948’den 1990’a kadar tüm dünyanın tepkisine rağmen ülkede azınlık olmalarına rağmen beyazların tüm haklara sahip olduğu, siyahilerinse hiçbir hakka sahip olmadan köle olarak kullanıldığı utanç verici ırkçı bir düzen içindeydi. 1990’da ilk defa ortak bir parlamento kurulmasını kabul etmelerine rağmen ırkçılık esas 1994 yıkında Nelson Mandela’nın başkan seçilmesiyle son buluyor.1990 ile 1994 arasındaki geçiş yılları belki de Güney Afrika beyazlarının en zor yılları oldu çünkü her şey değişiyordu, alıştıkları her şey yok oluyordu. İşte tam da bu geçiş- değişim yıllarını yazmış yazar. Utanç adını seçmesine gelince ülkenin yıllarca içinde soluk alıp verdiği ırkçılık ve onun sonuçlarının yansıması olarak algıladım ben.
Hollanda sömürgesi olduğu zamanlarda Güney Afrika’ya yerleşen ataları sayesinde ayrıcalıklı bir konumda olan Coetzee, entelektüel bir beyaz olarak ülkesinin geçirdiği değişimi sembollerle anlatmış romanda. Elli iki yaşında bir üniversite hocası olan ana karakter David Lurie üzerinden hem kişisel hem toplumsal değişimi aktarıyor okurlarına. İki kere evlenmiş ve boşanmış olan David’in öğrencisi on dokuz yaşındaki Melissa’yla, kız istememesine rağmen öğretmeni olma gücünü kullanarak cinsel ilişkiye girmesi üzerine, okulda kurulan heyetin pişmanlık belirtmesi halinde işinde kalabileceğini belirtmelerine rağmen yaptığından hiç pişmanlık duymadığı bilakis arzularının peşinden koşma hakkı olduğunu düşündüğü için suçunu kabul edince görevinden kovulur. Toplum tarafından utanç kaynağı sayılan bu suçla yaşamaya razıdır zira kendisi yaptığının yanlış olduğunu bilmesine rağmen utanç duymaz. Tıpkı Güney Afrika’nın tüm dünyanın itirazına rağmen ırkçı bir idareyle yönetilmesi gibi…
David, okuldan ayrıldıktan sonra bir süreliğine kırsalda bir çiftliği olan kızı Lucy’nin yanına gider. Lucy, sevgilisi Helen’den ayrılmış çiftlikte tek başına yaşamakta, köpek pansiyonu işletip, çiçekler yetiştirip pazarda satarak geçinmektedir. Kendisine siyahi Petrus yardım etmektedir. Eskisi gibi siyahiler köle değil, eşit hakları olduğu için bir nevi ortağıdır. Yan taraftaki arsaya evini yapmayı bitirdiğinde komşusu da olacaktır. Babasına David diye hitap eden Lucy’le David dünya görüş farklılıkları en baştan beri belli olsa da ikisi de yalnızlıklarına çare olarak birbirlerine sığınmayı göze alırlar. Şehirde tam bir snop olan David kırsal alanda kızıyla beraber sorunsuz yaşayabilmek adına kırsal hayata uyum sağlamaya çalışır. Başlarda iyi gitse de çiftliğin üç siyahi tarafından saldırıya uğraması ve Lucy’e tecavüz etmeleri bu uyumu bozar. David kızının orayı terk edip şehirde kendine bir hayat kurmasına ısrar etmekle birlikte tecavüzden sonra depresyona giren Lucy ısrarla itiraz eder, her türlü tehlikesine karşın çiftlikte kalacağını söyler. Tecavüz olayını da polise bildirmez. Lucy’nin bu davranışının altında kadın olarak erkek egemen dünyaya başkaldırmak kadar değişim geçiren ülkesinde baskı altında tutulmuş siyahilerin beyazlara karşı olan nefretine, bu nefretin sonucunda onları ezmek isteyen siyahilere boyun eğmemek de vardır. Ayrıca yirmili yaşlarda olan Lucy ülkenin geleceğinin alacağı şeklin farkında bu düzenin içinde kendine bir yer edinmeye çalışmaktadır. Çaresiz, David kızının kararını kabul eder.
Coetzee, David’in kızının yanına geldiği bölüme kadar bize anti kahraman David’in profilini acımasızca çizer. Okurun bir türlü içine alamadığı bir karakter oluşturur. David, iyi eğitim almış, işi gücü olan hatta Lord Byron’ın evli, genç sevgilisi Teresa’yla olan romantik ilişkisini anlatan bir opera yazmayı hayal edecek kadar ülkenin gerçeklerine umarsız bir beyazdır. 1990’daki anlaşmaya kadar süregelen düzeni temsil eder. Lucy ise ülkenin geçiş dönemini, Petrus ve kitapta sık sık karşımıza çıkan köpekler ise siyahileri temsil eder. Coetzee politik görüşlerini açık açık yazmak yerine simgelerle, sembollerle anlatmayı tercih eden bir yazar. Yazmayı hayal ettiği operanın baş kahramanı 19. yy. Romantik Akım’ın öncülerinden, ünlü İngiliz şair Lord Byron bence kitabın en önemli simgesi. Başlarda Kazanova bir Byron ve ona aşık genç Teresa’nın aşkını anlatmayı planlarken çiftlikte yaşadıklarından sonra uzun süre yazmaya ara verdiği operaya geri döner ama bu sefer Lord Byron ölmüştür ve daha yaşlı bir Teresa onu hayata döndürmek için şarkılar söyleyecek ama başaramayacaktır. Operadaki karakterlerin değişimi aslında kendi değişimidir.
Baştan söylemeliyim ki, zor bir kitap. Kısa ve yalın cümlelerle yazılmasına rağmen kitapta ele alınan istismar, tecavüz, hayvan şiddeti, kadına baskı gibi konular son derece sert ve çarpıcı yazılmış. Hem beyazların hem de siyahilerin hem iyi hem de kötü yanlarını öyle dengeli vermiş ki, hiçbir karaktere tam yakın hissedemiyorsunuz. Bu seçimiyle okurlara ister beyaz ister siyahi olsun herkesin insan olduğunu ve insanın, renk ayırt etmeksizin, iyilik ve kötülük barındırdığını anlatmış. Okuması zor olsa da gene de elden bırakamayacağınız bir kitap. David’in yavaş yavaş geçirdiği değişimi sayfalarda takip ederken sonunda sevebileceğiniz bir karaktere dönüşmesini arzu ediyorsunuz. Tanrı anlatıcı kullanmış ama sadece David’in düşüncelerini duyabiliyoruz. Şimdiki zaman kullanma tercihiyse sanki kitapta anlatılan olayların, ırkçılık kalksa bile kırsal da hâlâ devam ettiğini anlatmak ister gibi. Bunlar oldu, oluyor ve olacak… Zorluğuna rağmen satır aralarına, sembollere sıkıştırdığı Güney Afrika’nın, ırkçılığın gerçekliği ona 2003’te Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazandırdı.
Özetle, içiniz sızlasa da okunması gereken bir kitap Utanç. Gerçeklerden kaçmanın hiçbirimize faydası olmadığını hepimiz biliyoruz değil mi!
UTANÇ- J.M. COETZEE
Çeviri: İlknur Özdemir
Can Yayınları, İstanbul, 2022, 20. baskı
258 sayfa